Çarşamba, Aralık 21, 2016

PELTE KILIKLI'NIN KÜKREMESİ

kükreme, kızmak, akan-zaman, ben, halil-gönül,
Kükreyen beyin

 PELTE KILIKLI’NIN KÜKREMESİ

            Dün akşamdan beri “Düşünmek” ve “Kızmak” eylemleri arasında gidip geldim sürekli. Seçim yapmak istedim bir şeyler yazabilmek için.

         “Kızmak” eyleminde karar kıldım sonunda. Çarşıya çıkıp dolaşmam da etkili oldu, insanların suratlarına baktım bol bol kalabalıklarda. Gülen surat göremedim yarım saat gibi sürede. 

          Bazı suratlardan da korkmadım diyemem hani, baktığımı fark etti de, kızdı mı acaba diye düşündüklerim de oldu. Kızgın olduklarını hissettim çoklarının..

            Hiç kızmamış bir insan yoktur sanırım bu dünyada. Öyle veya böyle bir şeylere kızmışızdır durmadan. Neden kızdığımızı bile düşünmeden. Hala da devam ediyoruzdur kızmaya. Ben kendimden yola çıkarak baktım geriye doğru. Yalnız, geriye gitmeden önce söylemem gereken bir durum var. O da şu: Sinirlerimi yolup attım biraz, ama arsız ayrık otu gibi namussuzlar bir türlü kökleri kurumuyor. Her baharda suyu yürümeden, yani toprak yüzüne çıkmadan kazıp yakmanız ya da özel zehrini kullanmanız gerekli. Ben zehir kullanmadım da bahar aylarında halletmeye çalıştım elimden geldiğince. Şimdi dönüyorum arkama, kusura bakmayın. Memet Ali’ce – Türk gösteri adamı, çarkıfelek sunucusu, seyirciye kıçını döndüğünde söylerdi- oldu biraz ama idare edin artık.
            En son kızgınlığımı hatırlıyorum örneğin: Neredeyse üç dört yıl sürmüştü. Yedi bitirdi beni. Pelte kılıklı -beynim- deseniz benden de berbattı. İkimizde ayvayı tam yemiştik de birbirimize bile yardımımız olamamıştı. Her ikimizde ayrı bir tarafa çekiyorduk her şeyi, bir türlü aynı yöne gidemedik. Pelte kılıklı yoluna ben yoluma. El bile sallamıştık birbirimize. Dayanamadık sonunda birbirimize ve tekrar gözden geçirdik davranışlarımızı ve düşüncelerimizi. İnsan beyniyle ayrı gider mi? Diyorsunuzdur şimdi. Gitti işte hem de bal gibi gitti benimkisi. Ben de gittim. Gide gide gittik, bir de baktık ki başlarımızı kaldırınca; çıkmaz sokakta yüksek duvarın dibindeyiz. İşte tam da orada karşılaştık tekrar uzun yılların sonunda. O bana baktı ben de ona. Biraz mahcup duruyordu karşımda, iki eli arkasındaki duvara yaslı, yönü bana dönük ve gözleri yaşlıydı benim garip pelte kılıklının. Garip dediğime bakmayın aslında. Aslan kesilir bazen başımda kükrer durur.
            İşte kızdığım zamanlarda da hep kükremesi oluyordu tepemde ve ben kızıyordum. Nihayet anlayabildim bunu ve artık kükremelerini iplemiyorum. Tabii bir de gelip bana sorun; nasıl beceriyorsun? Diye.
            Meğer pelte kılıklı kendi korkusundan kükrüyormuş. Eski alışkanlığı yani, hem de ilk zamanlardaki bebeklik korkularından geliyormuş o alışkanlığı. Hep öyle yaparlarmış karşılarına bir şey dikiliverdiği zaman. Kükreyip önce sesle sonra da taş sopa ne varsa ellerinde ya da ne bulurlarsa o anda fırlatırlarmış karşılarındaki düşman belledikleri bilinmeyen nesneye. Bazen aslan çıkarmış karşılarına işte o zaman da ayvayı yememek işin topukları yalarlarmış alabildiğine. Anlatışına bakılırsa topukları kıçlarını dövermiş koştururken. Kaçarlarmış kaçabildikleri kadar, Aslan arkada onlar sülalece önde. İşlerinden hiç biri de dememiş, bu da bizim gibi hayvan, o bizden niye korkmuyor da biz tabanları yağlıyoruz önünde? Uzunca bir dönem taban yağlamaya devam etmişler ve bir gün o soru sorulmuş içlerinden biri tarafından. Hepsi de kara kara düşünmeye başlamışlar meydan ateşinin etrafında. İçlerinden biri “Düşünmenin kaşınmaya faydası yok, kaldırın kıçınızı da alet edevat yapalım, saplayalım göğsüne” demiş ve koyulmuşlar çalışmaya. Garibim, peltem anlatırken gözleri dolu dolu olmuştu o çıkmaz sokak duvarının dibinde. Ay ışığında fark edebilmiştim kurşuni renginden, gözyaşlarını. Ay ışığında kurşuni oluyorlar, parlıyorlardı ışıl ışıl. Canım acımıştı haline ve ben de yumuşamıştım, oturup konuştuk sonra kuytu bir köşede. Önce kendisini sakinleştirdim,  sakin olmasını istedim. Bir süre benim dediklerimi yapmaya söz verdi. Biz de öyle yaptık. Ben çaldım o oynadı bir süre, sonra da o çaldı ben oynadım. Şu aralar aramız gayet iyi. Anlaşabiliyoruz, yakında söz yapacağız kendi aramızda bakarsınız evlilik de görünür ufukta kim bilir?

            Söz aramızda, pelte kılıklı duymasın; gıcığım ona aslında. Adam gibi adam değil, fırıldak. Fazla güvenmeye gelmiyor yan çiziveriyor hemen. Onun için işi sıkı tutuyorum ben de. Kandırıyorum işte yola getirmek için. Alışıyor da, fena değil. Yirmi gün yaptırdın mı bir şeyi, gerisi geliyor artık; iş ilk yirmi günde. Biraz aptal olduğu için kafası basıvermiyor hemen, her şeye. Ben öyle değilimdir örneğin, leb demeden leblebiyi anlayıveririm hemen. Pelte kılıklı da öyle olsun istiyorum ama zor artık umudum kalmadı. Olduğu kadarıyla idare edeceğiz bundan sonra ne yapalım!
            Örneğin: Bir kadın kocasına başka erkeklerin yanında “Bak bu adam senden daha fazla kazanıyor” dedi, ne yapar koca adam?
            İlk cevap: Hemen kızar, bir tokat çakar ağzının üstüne. Olmaz yanlış cevap ve yanlış davranış; üstelik kabaca da. Ne der millet adama. “Yabani herif ne olacak, halinden belli zaten, ciğersiz, beş para etmez. Kadına yazık, pek de hanım hanımcıkmış, yazık olmuş kadersize, yanlış ellere düşmüş.” Al sana kahraman oldu karı. E be kadın, kime ne kocanın az kazandığı çok kazandığı? Kimi ne ilgilendirir? Adamı kızdırdın işte. Damarına bastın. Adamcağız canıyla başıyla senin ve çocuklarının, üstelik sülaleni doyuruyor ya, bir dediğini iki etmiyor. Daha ne istersin be kadın bu cengâver adamdan. Ben adamı tuttum arkadaşlar kim ne derse desin.
            İkinci bir cevap ve davranış: Adam karısının suratına gülümseyerek bakar, bir de kendisini küçümseyen zevzek kılıklı herife bakar, hiç bir şey söylemeden gayet sakin -aslında içi kaynıyordur- gülümseyerek o ortamdan uzaklaşır gider, ya da karısının kolundan morartırcasına sıkıp çekerek çıkar, daha sakin yalnız bir köşe arar.
            Adam kızmıştır kızmasına ama “Altı sakal üstü bıyık” meselesi, ne yapsa tükürük üstüne bulaşacak, hanımı terslese, kimin hanımını terslemiş olacak? Kendi hanımı sonuçta. Onu küçük düşürecek. Aptallığına vermiştir durumu. Biliyor ya malını -Sözün gelişi yani. Kimse alınmasın lütfen- ne anlatsa boştur öğrenmiştir artık durumunu. Ana evinde bulamadığını koca evinde bulmayı düşünmüştür garibim. Buldukça da bulsuramıştır. Gözü açtır yani. Hiçbir şey doyuramaz onu. Adam ah edip kapasını vurmuştur zamanında da aklı başına gelmiştir vura vura.  Çoru çocuğu vardır adamcağızın, idare edecektir artık ömrünün sonuna kadar. Alın yazısı işte. Tecrübelerle öğrenmiştir hayat okulunda her şeyi. Kimseler öğretmemiştir daha önceleri. Tabii adamcağız “Kadınlar Merkür’den, erkekler Venüs’ten” - miydi neydi o kitabın ismi. Amerikalıydı galiba hem de erkek bir yazardı hatırladığım kadarıyla- kitabını da okumamış belli ki. Bir okumuş olsaydı o kitabı zaten öğrenirdi ne olduğunu. Ben okumaya başladım ilk çıktığı yıllarda - tabii bekârım o zamanlar- daha elli sayfa gidemeden karşı duvara çaktım kitabı. Adam işi gücü bırakmış bir erkek yazar olarak, erkek adam olan bana küfredip duruyor ve ben salak, mankafa da bir şey bulacağım bu kitapta diye sabredip okumaya çalışmıştım. Sonunda da olan oldu dediğim gibi elli sayfa gidemeden, bir de baktım benim pelte kılıklı kükrüyor, haydiii küüüt fırlattım kitabı karşı duvara. Çat dedi çarptı kitap duvara ve boynunu burup düştü duvara sürtünerek.  Bende de var biraz özür canım, sen niye uyarsın pelte kılıklıya? O güzelim kitabın suçu ne? O kadar da ağaç telef edildi onun için. Ve onu yazan adam da o kadar emek sarf etti, belki hemcinslerini kurtarmaya faydası olur diye. Yardımsever demek ki adam. Kılıbıklığı ders olarak öğretiyor. Haa aklıma geldi bakın hemen. Unutmadan yazayım. Gelip geçiveriyor da bazen. İyi ki bu sefer öyle değil.
             Amerika’da uzun yıllardır bir araştırma yürütülmüş evli çiftler arasında. Sayıca da oldukça vardı hatırladığım kadarıyla. Hatırı sayılır bir araştırma. Karı koca arasında mutluluk nasıl oluşuyormuş biliyor musunuz? Bilmezsiniz elbette okumadığınız için, alınmayın hemen canım. Kimse suçlamıyor sizi neden okumadınız diye. Çünkü ben okuyalı otuz yıla yakın olmuştur belki de. Ailede mutlu olmanı koşulu: “kadının her dediğine evet” demekten geçiyormuş. Sıkıysa itiraz edin erkekler. Adamlar yıllarca uğraşmış, sabrederek çalışmış takip etmişler o kadar insanı ve alın size dört kelimeden ibaret sonuç. O kelimeler de kocaman kocaman olsalar bari. Kıytırık, kıçı kırık dört kelime işte. İşte de, iştesi var işte. Sıkmıyor değil mi? Ben denedim, itiraf edeyim. Artık utanıp sıkılmıyorum, ar damarım yırtıldı yani anlayacağınız. Her seferinde tosladım bir yerlere. Ya aç kaldım, ya yalnız uyudum boynum bükük, ya da çayım aptes suyu gibi oldu kahvaltıda. Sıktım birinde gene de “Bu çay ne böyle ‘imamın aptes suyu gibi?’” dedim. Nerden aklıma geldi- mutlaka benim pelte kılıklının yüzündendir, kesin- söylemez olaydım keşke. “Kıçın armut mu topluyor? Beğenmediysen kalk da kendin demle” demez mi beş karış suratla. O surat zaten ödümü patlatmaya yetti de arttı bile. Daha bir şey yapacak hal mi kaldı bende. Boynumu büktüm öksüz çocuk gibi -görseydiniz o halimi götürür çocuk bakım evlerine teslim ederdiniz beni-  ne de güzelmiş bu çay dercesine bir fırtta bitiriverdim bardağı. Birazı da nefes boruma kaçmıştı da ölümden dönmüştüm öksüre öksüre. İçim dışıma çıkıyordu neredeyse. Arkası da geldi tabii. “Öküz, insan gibi çay içmeyi de bilmiyorsun!” Sıkamadı benimki tabii ki, durursam orada daha fazla yaylım ateşi gelecek, vınnnn. Bir bahanesini bulup toz oldum ortalıktan da paçayı kurtardım.
            Dört kelime hayatınızı değiştirir baştan sona. Amiiin. Tercih sizin, benden söylemesi. Günah benden gitti. Niye söylemedin diye de kimse suçlayıp falan etmesin beni sonra. Kimsenin günahını alamam. Kendiminkiler yeterince fazla zaten zar zor taşımaya çalışıyorum. Bağışlanmak için ne yapsam acaba? Bizde de varmış galiba bağışlama, yeni başlamış. Sizden bilgisi olan var mı bu bağışlanma konusunda. Bir ara okudum gibi hatırlıyorum ama nerede okuduğumu, ne zaman okuduğumu bir türlü çıkarıp getiremedi benim pelte kılıklı. Arşivler ondan soruluyor da.
            Olanı bir şeye kızmıyorum artık. Çok da önemli gelmiyor buradan bakınca tekrar onlara. Boşuna zaman ve emek harcamışım çok yazık. Ömrümü yiyip bitirmiş kızmalar. Evvelde kramplar girerdi bazen bana. Ya midem de veya ayaklarımda, hiç bir şey olmasa gözlerim seğirir dururdu. Onu da felaket habercisi olarak yorardım, vay benim garip halim. Haftalarca, aylarca... Kızgın boğalar gibi dolaşmışım ortalıkta. Şimdiki aklım olsaydı İspanya’ya giderdim “kızgın boğa” kaydı yaptırır, bir tane de boğa maskı taktım mı iş olur biterdi. Kaç matadoru devirirdim Allah bilir. Eminim üçünü beşini hallederdim ya o kızgınlıkla. Kurtulmuşlar elimden demek ki. Yazgı işte başka ne denir. Adamların yazgısında, benimle “Kızgın boğa” olarak karşılaşmamak varmış. Allah korudu onları.
savaşçı, seksi, kız, amazon
Amazon
            Bu kadar erkeğin kızmasından bahsettim de kadının kızmasından bahsetmedim. Beni kadın düşmanı belleyeceksiniz neredeyse. En iyisi suya sabuna dokunmadan idare edeyim bari.    Kadınların kızdığı hiç görülmüş müdür sizce? Belli etmezler ki erkekler gibi. Akıllılar! Erkekler ilk yaratılışından beri hep koşturmuş oldukları için hala o alışkanlıklarını devam ettiriyorlar. “Erkekliğin onda dokuzu kaçmaktır!” nereden çıkmış sanıyorsunuz?  “İştir ayinesi kişinin, lafa bakılmaz.” bayanlar, baylar. Nasıl kendileri koşuyorsa beyinleri de öyle koşuyor işte. Hemen döküveriyor anında ortaya, eteğinde ne varsa buluverir hemen kadınlar sonra da. Biraz dişini sıkıp sabretse, yumurtlamasa hemen daha iyi olacak ama nerdee!  Derken kadınlar içine atıp her şeyi sıkış tepiş demetliyorlar üst üste. Yıllarca yapıyorlar bunu. Kaç tanesi kocasının suratına tokat patlatmıştır? Ya da kaç tanesi gözünü morartmıştır herifin? Ben gördüm yalnız bir iki tanecik. Birinin sağ gözü morarmıştı, birinin de sağ kolu alçıdaydı. Banyoda ayağım kaydı düştüm falan dedi ama klasik karısından dayak yiyen adamın yalanıdır. Yuttum sandı tabii ki. “Geçmiş olsun” demiştim bende ona. Şimdi okursa eğer bu yazıyı vay bana. Kavga edeceğiz gene. Sakın size soran moran olursa beni söylemeyin olur mu? 
kadın, akan-zaman,
Amazon savaşçısı
            Kadınlar Amazon’luk dönemlerinden beri kızgın aslında. Amazon’luk erkleri ellerinden alınınca bizdeniz tarafından, hınçlarını alamadılar o zamandan beri. Kim demiş kızmıyorlar diye. Hiç de kızgınlıkları geçmiş değil hala da. Baksanıza eşitlikten falan bahsedip duruyorlar. Neyin eşitliğiymiş bu?  Sahi eşitlik dedim de bu kadın erkek eşitliği oldukça takılıyor benim pelte kılıklıya. Ben sessiz kalıyorum da daha ortada bir şey yok. Biraz dokunsam kozlarımızı paylaşacağız, hele bir sabredeyim biraz daha. Arkadaş eşitlik meşitlik yok. Bizi kandıracaksınız aklınız sıra, eşitleyeceksiniz durumları, ondan sonra da küüüüt Amazon. Başımızın etini yediğiniz yetmiyor sanki de bir de başımıza amir mi kesileceksiniz. Allah aşkına hangi adam hanım sözü tutmuyor. Hangi evde hanımın sözü geçmiyor. Canım cicimlerden bilmiyoruz sanki! Ele veriyorsunuz kendinizi eyyy erkekler. Biraz çeki düzen verin kendinize. Bu düzen böyle gitmez. Kaç erkek vardır bilen, buzdolabında ne eksik var alınacak? Kadın bakar “Alooo Canım, ...  Al da gel akşama, geç kalma haa?” “Emrin olur hayatım, başka var mı istediğin bir şey-pırlanta falan-? Merak etme sen hiç geç kalır mıyım? Öptüm bir tanem bayyyyy!” vay anam bee. Adam ceketin düğmelerini de düğmeledi kesin. Eğileyim derken başı masaya vurmuştur da zaten.
            Şaka maka bir tarafa da. Şu kızma meselesi gerçekten iş değil. Çocuğa kızarsın, ne diye? Dediğin yapılmadı diye, yani yapılmasını istediğin şey istediğin gibi yapılmadı diye. Baban sana öyle yaptıydı değil mi zamanında? Şimdi sen de çocuğundan aynısını istiyorsun. Bırak çocuk kendi istediklerini ve istediği şekilde yapsın. Karışma her işine çocuğun. Ancak sorarsa, yardım isterse söyle fikrini. Senin fikrine falan da ihtiyacı yok onun aslında. Çünkü çağ çok ileride senden. Çocuğu yakalamaya çalış aklın varsa. Ondan öğrenmeye çalış onun bildiklerini. Kesin senden fazladır ben eminim.
            Örneğin bilgisayarın şifresi nasıl kırılır? Hani çocuk oynamasın diye şifre koyarsın ya, kırmıştır da haberin yoktur eyy baba bey. Nereden haberin olacak? Söylemedi ki sana. Neden söylesin borcu mu var sana şifre koyduğun için? Söylerse eğer, kızarsın kesin. Akıllı yavrum benim. Afferin söyleme kırdığını. Böbürlenip dursun baban da. Kıs kıs gülme yaramaz afacan!
            Kızmak bir tür savunma mekanizmasıymış, iletişim şekliymiş de aynı zamanda. Tercih meselesi demek ki. İster kızmayı seç istersen yumuşaklığı. Başka yumuşaklık anlamayın ya! Basbayağı kadife yumuşaklığı, uysallık. Akıllılık. Daha ne diyeyim.  Bir olay olduğunda ya da bir şey söylendiğinde ona karşı duyulan tepki, korkuyorsak kızgın bir savunma geliştiriyoruz ki bize zarar vereceğini düşündüğümüz varlık korkup uzaklaşsın bizden veya bir daha aynısını yapmasın demek istiyoruz. Bazen de her şeye kızanlar vardır. Onları da yok sayın gitsin, idare dünyası canım sende, ne olacak.  Sakin kalabilmeyi becersek o anda, arkasında ne olduğunu görebileceğiz aslında o davranış ya da olayın.
            Ben denedim kısmen becerebiliyorum artık kızmamayı ve daha da mutluyum. Çevreme de iyi enerji aktarıyorum. Parkinsonlu 76’lık babam bile bana takılır oldu. “Günaydın” diye. Hiç tünaydını yok, hep de “günaydın” var onda. Arada bir başka şakalar da yapıyor. Bir dönem beni bile görmek istemediği zamanlar olmuştu çünkü: hemen patlayıveriyordum her dediğine. Çoook katlandı garip babam benim.       
            Biraz önce Lise birde okuyan oğlum telefon etti. Kızmadan konuştum onunla. Matematikten 01 almış. Dünyam yıkıldı ama kızmamayı becerdim. “Hayat senin hayatın, istediğin gibi tasarlayabilirsin hayatını, ister okulunu kır istersen 01 al sınavdan. Beni çok ilgilendirmiyor artık” dedim. Fakat yapmaya karar verdiğim bir şey var. Bu yarıyıl tatilinde. Sucu’da çalışacak 10 gün. Yemeğini kendisi yapacak, sofrasını kendisi kurup toplayacak, bulaşıklarını kendisi yıkayacak, çamaşırlarını da öyle hem de elleriyle yıkayacak. Bahçeyi kazdıracağım bel küreğiyle. Elleri patlasın, kalem mi, kazma kürek mi? Öğrensin diye düşünüyorum. Bence yarıyıl tatilinden sonra durumu değişecektir eminim. Çünkü her isteği, daha o istemeden yerine getiriliyor ve hayat çok kolay onun için. Bunu da çok sevdiğini düşündüğü için üzülmesin tosunum diye yapıyor ebeveynler.
            En büyük yanlışımız: Onlara yaşama, deneme fırsatı vermeden büyümelerini sağlıyoruz. Sonunda da bizim hatalarımız onun hatasıymış gibi değerlendirilip tü kaka oluyorlar aile ve toplum gözünde. Ne denilmiş zamanıyla?  “Ne ekersen onu biçersin, yel eken fırtına biçer.”
            Herkese iyi ekip, iyi biçmeler dilerim. Saygı ve sevgilerimle, çocuklara daha fazla sevgilerim ve saygılarımla. Hoşça kalın, kızmadan yaşayın.

                                                                                                          21.12.2016-17,57
                                                                                                                   Aydın
                                                                                                               Halil Gönül

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.