Öğleden sonra kalkabildim ancak
yataktan yorgun argın. Sopa yemiş gibiyim, her tarafım da ağrıyor. Son
zamanlarda hep aynı kalkıyorum bir anlam da veremiyorum bu duruma. Eskileri
düşünüyorum bazen böyle olduğum zamanlarda. Arada bir olduğunu hatırladım, evet
oluyordum böyle yorgun argın.
İnsan gençken fazla etkilenmiyor olanı şeylerden. Fakat biraz yaş ilerlediği zaman rüzgâr esse fark ediyor hemen. Yaşlanmak böyle bir şey her halde. Kendimi yaşlı saymıyorum ama gene de genç olmadığımın farkındayım, istesem de istemesem de fark ettiriyor zaten kendini.
Neyse bu bunaklık dırdırlarından kurtulup kendimi dışarıya atmak istiyorum. Yataktan zorla da olsa kendimi dışarıya atıp bu sonbahar gününün kalanını dışarıda geçirmek isteğim ağır basıyor birden. Böyle olduğu zaman direnmek istemiyorum kendime ve hemen ayak uydurup ayağa dikiliyorum. Lavaboya gitmek için hareket etmeye başlayınca gözlerimin yandığını hissetmeye başladım; ellerimle ovuşturdum ikisini de ve daha fazla yanmaya başladı üstelik ovuşturma, canımı da yaktı. Lavaboda hemen su çarptım bir kaç defa ve tekrar ovuşturdum gözlerimi, yanmaları geçti. Yan taraftaki mavi havluyu çekip alarak ellerimi ve yüzümü kuruladım çıktım oradan.
İnsan gençken fazla etkilenmiyor olanı şeylerden. Fakat biraz yaş ilerlediği zaman rüzgâr esse fark ediyor hemen. Yaşlanmak böyle bir şey her halde. Kendimi yaşlı saymıyorum ama gene de genç olmadığımın farkındayım, istesem de istemesem de fark ettiriyor zaten kendini.
Neyse bu bunaklık dırdırlarından kurtulup kendimi dışarıya atmak istiyorum. Yataktan zorla da olsa kendimi dışarıya atıp bu sonbahar gününün kalanını dışarıda geçirmek isteğim ağır basıyor birden. Böyle olduğu zaman direnmek istemiyorum kendime ve hemen ayak uydurup ayağa dikiliyorum. Lavaboya gitmek için hareket etmeye başlayınca gözlerimin yandığını hissetmeye başladım; ellerimle ovuşturdum ikisini de ve daha fazla yanmaya başladı üstelik ovuşturma, canımı da yaktı. Lavaboda hemen su çarptım bir kaç defa ve tekrar ovuşturdum gözlerimi, yanmaları geçti. Yan taraftaki mavi havluyu çekip alarak ellerimi ve yüzümü kuruladım çıktım oradan.
Emekliliğin işte böyle bir tarafı
var; istediğin zaman yatıp istediğin zaman kalkmak gibi. Yani zamanla derdiniz
olmuyor, bana göre zaman kavramını silmek diyorum ben, alışabilirseniz tabii
ki. Ben alıştım mı? Hayır, alışamadım, sıkıntı verdiği olur bazen ama bu gün
sıkıntı vermiyor.
Yatak odama geldim aheste aheste,
nerede o günler diye geçirdim içimden ve gülümsedim kendi kendime aynaya
bakarak. Ayna pek doğru bir araç değildir kendini görmek için, o yalnızca
dışını gösteriyor insanın. Burun kıvırıp uzaklaştım aynadan. Üzerime bir tişört
geçirip, altıma da bir kot pantolon giyip çıkıyordum ki, akşam serinliyordu
hava aklıma geldi geriye dönüp çorap geçirdim ayaklarıma hızlıca çıktım odadan
aynaya sitem edercesine bakmadım tekrar, arkamdan bakakaldı öylece. Kafamın içi
hiç de net değildi, kazan gibiydi sanki. Belki de uyuşukluktandır diyerek
kendimi kandırdım, açık kahverengi ayakkabılarımı çekip aldım ayakkabılıktan
yere koydum. Ayakkabı çekeceğinin yardımıyla giydim ayakkabılarımı kapıyı açıp
çıktım, merdivenleri inerken nereye gitmek istediğimi sordum kendime. Önce
kahvaltı yapabileceğim bir yere gidip sıcak iki çay içip kendime gelmeyi düşünerek
hızlandım basamakları inerken. Dış kapıya yaklaşıyordum, hâlâ kendime
gelemediğimi fark ettim. Yataktan yuvarlandım mı kahvaltı yapmazsam kendime
gelemiyordum aslında ama bu gün değişiklik olsun istedim. Elli metre kadar
yürüyerek halk otobüsü durağına vardım, ayakta beklemeye başladım. Durakta
kimse yoktu. Yalnız durağın karşısındaki inşaatta çalışanların gürültüsü
geliyordu arada bir. Sağıma soluma bakınarak zaman öldürmeye çalıştım, ileri
geri yürüdüm. Otobüs göründü yüz metreden. İşaret ettim, daha önce hazırlayıp
ayrı cebime koyduğum parayı cebimden alarak. Otobüste de fazla yolcu yoktu bu
saatte, herkes çalışmada kim olacaktı bu saate, ben gibi emekli ya da çoluk çocuktan
başka. Sahi çocuklar da okulda. Normaldir kafanın bu kadar basması kahvaltıdan
önce. Teki koltuklardan en arkadakine oturdum, titreşime ayarlanmış telefonumu
elime aldım herhangi bir durum var mı diye bakıp tekrar kapattım. Yoktu bir
durum. Çarşıdaki belediyenin yerine gitmeye karar verdim. Kaşarlı bir tost ve
çay alıp kahvaltıyı yapmış olacaktım öylece arkasından bir çay daha, sonra da
sigara içecektim planım buydu. Arada çarşı meydanına yakın duraklarda durdukça
fikrim değişiveriyordu bazen ama ağırdan alıp otobüsün hareketini bekledim her
seferinde. Meydandaki havuzun karşısında durunca indim, havuzun etrafını
dolanarak masalarda boş yer aradım. Karşıda tam havuzun kenarındaki ilk sırada
bir masa gördüm hızlıca yanaştım masaya kimseye kaptırmamak için. Sigara
paketini ve çakmağı masanın üzerine bıraktım sahipli olduğu anlaşılsın diye,
etrafıma bakındım öylesine ve kasaya doğru yürüdüm. Cüzdanımdan beş lira çıkararak
iki çay ve bir kaşarlı tost söyledim. Tam da yetti param, fişimi alıp yan
taraftaki bankoya geçtim ve görevliye fişi verdim, çayın birini daha sonra
almak istediğimi belirttim. Küçük bir ahşap tepside tost ve çayı verdiler alıp
masaya doğru ilerledim...
Havuz oldukça büyük ve
fıskiyelerinden zaman zaman havaya fışkıran sular insanın dikkatini çekiyor bir
alçalıp bir yükseliyorlar. Çevresinde insanlar çoluk çocuk, yaşlı genç
oturmuşlar kimisi koyu bir sohbete dalmış kimisi de öylesine oturuyorlardı.
Bazıları kederli bazılarıysa neşeli görünüyor, çay ve kahvelerini keyifle
içiyorlardı. Ha böyle göründüğüne bakmayın buranın oldukça kalabalık olur yaz
aylarında hava sıcak olduğu zamanlar. İnsanlar serinlemek için gelirler, yer
bulunmaz çoğu zaman. Eğer öyle zamanlarda vardığınızda birileri kalkıyorsa çok
şanslı sayılırsınız. Neyse bu günler sonbahar günleri olduğu için yaz ayları
kadar yoğun olmuyor ancak hafta sonları gene aynı olur tabii ki. Kapalı
kısmında hep de yaşlılar oturur, ne de olsa kapalı yere alışkın insanlardır
yaşlılar, geldiklerinde yer bulamayınca içeriye geçip bir sandalyeye
ilişiverirler öylece. Çay ve diğer çeşitler daha ucuz belediyenin
işletmelerinde. Tostun sarılı olduğu
kâğıdı geriye sıyırıp ısırdım büyükçe bir parça kopardım çiğnemeye başladım
aheste aheste, tadını almak istiyordum kızarmış ekmek ve kaşar peynirinin.
Peynir sakız gibi uzadı önce inatla, kopmamak için. Ben de inatla asıldım, en
sonunda on santime yaklaşınca kopuverdi peynir pes ederek. Çaydan bir yudum
aldım. Tepsi içindeki ıslak mendili kenara bıraktım, tekrar havuzdaki su
dalgalarını izlemeye koyuldum lokmamı çiğnerken. Hiçbir şey düşünmek
istemiyordum, arada aklımdan geçmeye çalışanlara da fırça atarak durduruyordum
geçişlerini. Mademki dışarıya çıktım ve dışarıda kahvaltı yapıyorum o zaman
kafamdakileri de dışarıda tutmalıydım kendime göre. Uzanıp duran peyniri
yakalayıp ağzımın içine aldım dilimin yardımıyla ve dibinden kopardım
dişlerimle, arkasından büyükçe bir parça daha koparıp aldım ağzıma; bu sefer
peynir inat etmedi kopmayacağım diye hemen kopuverdi ısırınca. Neredeyse yarısı
gitmişti tostun, gülümsedim kendi kendime bunu yaptığıma. Beni izlemiş olan
insanlar da “ acından ölmüş herif” demişlerdir diye geçti içimden ve biraz daha
kibar olmaya karar verdim. Daha küçük parçalar kopararak yemeliydim tostu ve
böylece de kibar olduğumu görürdü insanlar. Oğlum nasıl canın istiyorsa öyle ye
dedi içimden yaşlı bir ses. Gaza geldim tekrar büyükçe bir parça koparıp
çiğnemeye başladım. Bu tost beni kesmeyecek bir tane daha sipariş vermeliyim
diye düşündüm, hızlı hızlı çiğneyip çayı da bolca yudumlamaya başladım. Kısa
sürede bitti çay ve tostum. Kalkıp kasaya gittim ve bir tost fişi daha alıp
görevliye verdim, kısa sürede verdi tostumu, önceki siparişimden kalan çayı da
söyledim ve birlikte masaya döndüm tekrar. Hoşuma gitmişti bu kahvaltı. Nedense
buranın kaşarlı tostu hoşuma gitmişti hep bu şehre geldiğimden bu tarafa. Tostu
ve çayı fazla soğutmak istemiyordum. Daha küçük parçalar kopararak yemeye
başladım bu sefer, tadını çıkarırcasına. Midem önceki tostla oyalanırken ben de
yeni tostun tadını çıkaracaktım... Arada arkama yaslanıp karşı yolu
seyrediyordum lokmamı çiğnerken. Tost ve çay bitti ve arkasından fazla zaman
geçirmeden sigaramı telledim. Masanın üzerine dökülen ekmek kırıntılarını ıslak
mendil paketiyle tepsinin içine toplayıp masanın kenarına bıraktım arkama
yaslanıp bacak bacak üstüne attım. Sigaradan çektiğim dumanı keyifle üfledim
başımı yukarıya kaldırarak. Havadaki bembeyaz bulutlar takıldı gözüme şemsiyenin
ucundan. Pamuk yumağı gibi ama koskocaman asılı duruyorlardı orada, dikkatli
baktım tekrar hareket ettiklerini gördüm. Gidiyorlardı hepsi katar katar aynı
yöne doğru. İnsanlarla kıyasladım bulutları. Bulutlar biliyorlardır herhalde
nereye gittiklerini fakat insanlar bilmiyorlardı bana göre. Örneğin ben
bilmiyordum ne yöne gittiğimi, hiç de bilemedim ya da bilme gibi bir derdim mi
olmadı yoksa kararsız kaldım bir anda. Sahi ben bu zamana kadar hangi yöne
gitmiştim? Geldiğim yer hangi yöndeydi? Ama mezarlık yönüne gittiğimiz kesindi.
Her yön mezarlığa çıkıyordu Roma gibi.
Sigaramın dumanını üfleyip saçma sapan şeyler aklımdan geçerken
“oturabilir miyim?” sesiyle hafif irkilip başımı düzeltip baktım sesin geldiği sağ
yanıma “tabii ki buyurun” dedim kırklı yaşlardaki kıvırcık saçlı adama. Elinde
bir çayla ayakta dikiliyordu ve oturdu. Etrafa bakındım gayriihtiyari, başka
yer var mıydı diye. Gerçekten yakınlarımda hiç de boş sandalye yoktu ve yalnız
oturan da iki kadından başka bir ben vardım. Onun için gelmişti bu adam. Mahcup
mahcup oturdu hafif çektiği sandalyeye. Çayından yudum alıp tabağıyla birlikte
koydu masaya, bana çaktırmadan göz atıp havuzu seyretmeye koyuldu. Biraz
seyrettikten sonra “su dinlendiriyor insanı değil mi?” dedim laf olsun diye.
“evet” dedi rahatlamış bir şekilde. İlk otururkenki sıkıntılı hali kaybolmuştu.
Hafif gülümsediğimi görünce daha da rahatlayıp o da gülümsemeye başladı.
“nöbetten çıktım, bir çay içip öyle gitmek istiyorum eve” dedi gülümsemesi
devam ediyordu. Huzuru yerinde bir adama benzettim o anda. “ne işle
uğraşıyorsunuz?” dedim yüzüne bakarak. “depoda, su deposunda nöbetçiydim” dedi
eliyle yukarıyı işaret ederek. “eskiden tesisatçıydım, on beş sene yaptım o
işi, çok yoruluyordum sağ olsun amirim bir gün çağırdı beni ‘sen çok yoruldun
artık biraz dinlen seni depoda görevlendiriyorum, yarından itibaren depoda
nöbet tutacaksın’ dedi ve beş yıldır da depodayım. Eskiye göre çok rahatım, hiç
olmazsa saatim belli. Eskiden öyle miydi ya, tam sofra serilir başına oturur oturmaz
bir telefon ‘su patlağı var’ ağzıma lokma koyamadan çok kalktığımı bilirim
sofradan; doğru dürüst uyku bile uyuyamadım, rüyalarımda bile patlak tamir
ediyordum” dedi eskilere dalmıştı anlatırken. “bilirim arıza işini, bir gün Bursa’da
çalışırken hendek kazıldı ve o arada yüz yirmi beşlik plastik boru kopartılmış
ve idareten tamir edip bırakmış bizimkiler. Gece su basıncı artınca desteği olmadığı
için borunun esneyip çıkmış tekrar ek yerinden ve uzun bir süre akmış hendeğe.
Sonra da hendekten taşıp garaja doğru inen cadde boyunca sel olup akmış garajı
bastığında belediyeye bir telefon arkasından belediye bana ben şantiyeye,
cümbür cemaat hendek başına gitmiştik. Saatler boyunca uğraştık o ayazda ve
sabah ezanı okunmaya başlamıştı ayrıldığımızda oradan” dedim. Adamın acıları
tazelenmişti ben anlatınca.
“Siz ne iş yapıyorsunuz?” dedi
merakla. “Emekli inşaat mühendisiyim” dedim. Biraz daha rahatlamaya başlamıştım
ben de” kahvaltıyı yaptığımdan mı yoksa sohbet etmeye başladığımızdan mı
anlayamıyordum. Sohbet etmek istiyordu canım. Bu adam da konuşkan ve nazik
efendi birine benziyordu. İçinde hali feli olmayan biri gibi düşündüm, gerçi
olsa da fark etmezdi ya. Çayını içip
bitirdi. Çektiği sandalyesini masaya doğru yanaştırarak yönünü de bana doğru
çevirdi. “Çoluk çocuk var mı?” “üç tane Allah bağışlarsa, biri oğlan iki kız…” “en büyükleri kız üniversite birde, ortanca
oğlan lise iki ve ufaklık kız da ortaokula geçti bu sene” dedi gülümseyen
yüzüyle ve kedisiyle gurur duyarak. “Allah’a şükür kimselere muhtaç olmadan bu
günlere geldik, bundan sonrası da gelir inşallah” dedi. “ne mutlu sana” dedim
içim burkularak ve imrendim adama. Yerinde olmayı o kadar çok istedim ki o
anda. Ben de ne hanım, ne de yanımda çocuğum vardı. Kendimi düşündüm bir süre
karşıya boş boş bakarak. Hasta bir ihtiyarla baş başaydım ve günden güne
ölüyordum ve bunu da hissediyordum üstelik. Çok tuhaf olan da kabullenişimdi
ölümü. Ne korku ne de bir endişem vardı. Gidecekti gidebildiği yere kadar. Yön
mön yoktu hayatımın geri kalanında, zaman öldürmekti tek amaç. “Nasıl, çocuklar
derslerine çalışıyorlar mı bari?” “Ellerinden geleni yapıyorlar, annesiyle ben
hiç de ‘çalış’ demedik bu güne kadar, istediklerini elimden geldiğince yerine
getirmeye çalışıyorum; geçenlerde yüz yetmiş liraya bir ayakkabı alıverdim
‘illaki onu isterim’ dedi başka bir şey demedi kıramadım. Ne de olsa
arkadaşlarında görüyor ve onlardan eksikli kalmak istemiyor” dedi. “Aslında
ana-baba olarak biz hata yapıyoruz sonra da suçu çocuğa atıyoruz” deyince
dikkat kesildi ve şaşkınlıkla üzerine alınmış gibi “nasıl?” dedi başını biraz
ileri uzattı. “Anne ve babalar kendi yaşamlarını dikkate alarak, ben ezildim
çocuğum ezilmesin diye onların her isteğini yerine getirir ve bu da yetmezmiş
gibi onlara hiç bir şey de yaptırmazlar, kendi yaşadıkları hayattan koparırlar,
başka bir hayat sunmaya çalışırlar” dedim. Ne demek istediğimi anlayan
adam “Haklısınız bu konuda Allah’tan
hanımdan çok memnunum kendimi çok şanslı sayıyorum. Çocuklarla ilgili
konuşuyoruz ve doğru olanı yapmaya çalışıyoruz ama arada çocuklara da hak
veriyoruz çevre baskısından etkileniyorlar. Çocuklarla ben de anneleri de
konuşurlar, bu güne kadar önemli bir terslik yaşamadık” dedi arkasına
yaslanarak. Gözleri ışıldamaya başladı. Benimse içim kararmıştı o anda eskileri
düşündüğümde.
Konuşurken söz sözü açıyor sohbet
koyulaşıyordu. Ağırlıkla sosyal yaşam ve siyaset ağırlıklı gidiyordu konular.
“bir gün kayınpeder miras bölüştürmek için çağırmıştı bizi, benim işim olduğu
için hanımı yalnız göndermiştim köye; ben de işimi bitirdikten sonra gidecektim
arkasından. Hanım sabah gitti ve ben de öğleden sonra gitmiştim. Tam içeri
girecekken kavga ettiklerini duydum ve kayınoğlan ablasına -benim hanıma-
hakaret ediyordu. Sakince kapıyı açıp girdim içeriye ranzanın ucuna oturdum
anlamaya çalıştım kavganın sebebini. Kayınpeder su gözünün olduğu yeri hanıma
vermiş, altındaki yerleri de diğerlerine dağıtmış. Kayınbirader tek oğlan
olduğu için kaynana da oğluyla birlikte itiraz ediyorlar o duruma. Hanım da
istemiyor su gözünün olduğu yeri ağaçları ölü ve bakımsız diye. Kayın peder
hanımını kırmamak için ‘bak Sultan, su gözünün olduğu yeri büyük olduğu ve
insaflı, vicdan sahibi olduğu için bu kıza veriyorum yoksa oğlana versem
alttaki hiç biri su alamaz bu sulamadan, bunun da sulaması bitmez bu kadar az
suyla. Bu kız kendi sulamaz diğerlerine akıtır suyu, anladın mı şimdi niye
verdiğimi?’ dedi hanımını da kırmadan açıkladı fikrini, hoşuma gitmişti.
Aslında severdim kendisini. Kayınbirader küfürler etmeye başlayınca tepem attı.
Hanıma gidiyoruz dedim kalkıp geldik. Hanım da hiç itiraz etmemişti. Hanım
ağaçların ölü ve yerin en verimsiz yer olduğunu düşünüyordu, üzülmüştü tabii
duruma. Ben de üzülüyordum o üzüldü diye ‘üzülme hanım bak sen göreceksin
gelecek yıllarda, bu güne kadar babanın malıyla mı geldik, üç çocuk büyüttük’
dedim teselli etmeye çalışmıştım. O yaz oğlanı aldım yanıma, ağaçların
diplerini açıp gübreledik, kurularını temizleyip güzel bir bakım yaptık. Bir
süre sonra gittiğimizde ne görelim, ağaçlar kendini belli etmiş hemen. Yeni
filizler vermeye başlamış canlanmışlar. Aradan yıllar geçtikçe bizim ağaçlar
gencelip dirildiler, diğerlerinin verimli ve genç ağaçlarını koyup
geçtiler. Her fırsatta gideriz köye,
oradan inmek istemez hiç hanım. Ben de rahat ederim orada. Çok emek verdik ama oğlan
ve çocuklarla birlikte” anlatırken çalışmalarını, yaşıyordu tekrar, gözlerinden
okunuyordu hanımına olan sevgisi ve saygısı.
“Hanımımdan Allah kat be kat razı
olsun, benim anama babama nasıl davrandıysa, hiç bir kusur etmediyse ben de
ondan fazla yapmaya çalıştım. Miras bölüştürmesinin arkasından fazla yaşamadı
kayınpeder, aradan geçen günlerde her gittiğimizde kayınvalideyi getirmek
istedim ve çok ısrar ettim, hanım da zorladı ama bir türlü razı edemedik, bizi
kırmamak için arada bir geliyor birkaç gün kalıp dönüyordu. Hanımlar altı
kardeş biri erkek beşi kız en büyükleri de hanım. Geçen kış gittiğimizde ne
görelim şaşırıp kaldık içeriye girer girmez. Kadıncağız ateşler içinde yanıyor
yatakta hasta ve evde yapayalnız, kimsecikler bakmamış. Hemen sırtlandım
arabaya atıp hastaneye getirdim köyden, bir hafta kadar kaldı hastanede ve
başını hanım bekledi. Hastaneden çıkınca eve getirdik, bir hafta da evde kaldı
tutturdu ‘ben gideceğim geriye’ diye. Mecburen bırakıp geldim gene ama
üzülüyorum haline. Bakmıyor diğerleri” dedi, hüzün kapladı yüzünü birden.
Şu adama bak bir de bana, şu adamın
hanımına bak bir de benimkine diye kıyasladım içimden ve hayranlık duydum
hanımına görüp bilmeden. Birden kanım kaynayıverdi o kadıncağıza, nasıl biri
olduğunun merakı sarıverdi birden içimi kardeş ve dostçasına. Benim hanımsa
altmış yaşında yalnız adamı ev ev üstüne olmaz diye kapı önüne koymuştu yıllar
önce evliliğin ilk yılında ve insanlığına lanet okuyup boşanma davası açmıştım,
hâkimin araya girmesinden sonra odasında ağlaması vicdanımı sızlatmış
vazgeçmiştim ‘saygım kalmadı ama’ diyerek ve on beş yıl götürebilmiştim
saygısızca, bu evliliği. Biraz mührelenmiş olan yaram kanamaya başladı tekrar
gürül gürül. Yutkundum “ben çay alayım iki tane” diyerek kalktım kasaya
yöneldim. İki çay fişi alıp görevliye uzattım. Çayları alarak gelip oturdum
tekrar, biraz daha iyiydim, hareket rahatlatmıştı. Çaylarımızı içerken, maaşlarının eskilere
göre arttığını ve bazı arkadaşlarının maaş artışından kötü etkilendiğinden
bahsetti, anlayamamıştım nasıl kötü etkilendiklerini “nasıl kötü etkilendiler?”
dedim dikkatle yüzüne bakarak.
“Önceleri düşük maaş alırken ucu
ucuna yetişiyorlardı masraflara, biraz artınca bol gelmeye başladı para alkole,
eğlenceye kaptırdılar kendilerini. İş çıkışı eve gitmek yerine meyhaneye oradan
da başka bir kadının yanına gitmeye başladı bir arkadaş. Ne kadar çabaladıysak
da olmadı. En sonunda hanımını boşadı, çocuklar kaldı ortalıkta, kimi kimsesi
yok kadının. Yardım etmeye çalışıyoruz üç beş kuruş, arkadaşlarla birlikte. Ama
çocuklar çok rezil haldeler bir iki yıldır. Öbür kadın da tekmeyi vurmuş
kıçına, şimdi dönmek istiyor ama çocukları kabul etmiyor bu seferde. Deli kanlı
çocukları var, üç tane. İki oğlan bir kız. Çocuklar hem okuyor hem de
çalışıyorlar. Kendisi de sürünüyor ortalıkta aç susuz, işten de atıldı...”
Sohbet ederken zaman çok çabuk
geçmişti. Adam saatine baktı bir ara ve sohbete devam etti. Konuyu bağlamaya
çalışıyordu ve konuyu bağladığında birden gözleri parladı gene “hanım ve
çocuklar gelmiştir eve bekletmeyeyim onları sofrada. Hoşça kalın” dedi ve ayağa
kalktı. “ben de kalkacağım zaten” diyerek ben de ayağa kalktım, el sıkışarak
ayrı yönlere doğru yürüdük.
Kaç kişi vardır acaba bu adam kadar
şanslı olan? Yıllar öncesinde okumuş olduğum bir anket sonucunu hatırladım
yürürken durağa doğru. Evli insanların yüzde iki buçuğu memnundu
evliliklerinden o ankete göre. Ankete katılanların bir kısmını da çekinerek
doğru söylemediklerini dikkate alırsak vay haline bu memleketteki evliliklerin
diye başımı sallayarak yürüdüğümü fark ettim ve birden fikir değiştirip
yürümeye devam ettim, yukarıya doğru. Biraz daha zaman geçirmek ve evin
ihtiyacı olan bir kaç şeyi hatırladım onları almak için çarşıdaki büyük markete
doğruldum.
Adam ne demişti konuşurken, cümlesi
yeni dikkatimi çekmişti daha “hanımla biz arkadaş gibiyiz” evet böyle demişti.
Arkadaş gibi; bütün mesele de bu zaten, arkadaş olmayı becerebilmek, bu işin
sırrı bu. Adam ve karısı bu sırrı keşfetmişler. Arkasından gerisi gelmiş;
sevgi, saygı, aşk ve mutluluk... Dalgın dalgın yürüdüm marketin kaldırımdaki
basamaklarına gelince fark ettim markete geldiğimi. Kapıyı iterek girdim
içeriye. İhtiyaçlarımı alarak çıktım hızlıca oradan. İhtiyarı merak ettim
acıkmaya başlamıştır. Eve varıp yemek yapmalıydım daha. Dur ya dedim kendime,
bu gün de hazır paket yaptırayım şuradan diye düşünüp dönerciye yöneldim. İki
adet dürüm döner yaptırıp iki de ayran attırdım poşete ve parasını ödeyerek
durağa doğru ilerledim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.