Terör |
AĞLAMAYIN ÇOCUKLAR
Kendime fazla yüklenip haksızlık ediyorum diye
geçirmeye başladı aklından. Çok yüklenmişti bu gün kendi kendine. Her şeyi
kendine dert edinip çırpındığını hissetti, şahinden kaçan güvercin gibi. Canı
yanıyordu sürekli, kaygısı artmıştı eskisinden daha fazla. Nereye varırdı bu
işin sonu. Ooof of! Deriin bir nefes aldı, sonra da verdi, bakındı çevresine
öylesine. Dünden, daha önceki günden hatta yüzyıllarca önceki günlerden farkı
yoktu bu günün de.
Gündü işte: her gün bir öncekinden yeni ve umutlar dolu, gelecek
vadedendi. Gündü işte: yarından bir öncekiydi. Dünler de böyle değil miydi? Her
gün geldi, zamanı dolunca da başını alıp gittiler bir bir. Hiç biri de sormuş
muydu kendisine gideyim mi yoksa kalayım mı diye? Sormamışlardı işte.
Geldileeer ve gittiler.
Hangi günün akşamı olmadı ki? Acılarını düşündü o an, en acılı anlarını, jilet kesiği ince sızılarını, yüreğini dağlayan kor ateşlerin sızılarını. Gözleri doldu birden, iki damla, her birinden birer damla süzüldü yanaklarına doğru. Ellerinin tersiyle silip dağların tepelerine çevirdi gözlerini. Daha mı hassaslaşmıştı yaşlılıkta? Zaten hassastı gençliğinde de. Karşı durdu kendine. İncitmek istememişti bilerek karıncayı. Bilmeyerek olabilecekleri geçirmeye çalıştı aklından. Nereden bilebilirim ki şimdi? Kafasına ince bir sızı çakıldı şakağından yukarı doğru. Düşüncelerinden arınmak, biraz da olsa uzaklaşmak istiyordu ancak yapabileceğine aklı kesmiyordu. Olsun gene de denemeliydi. Müzminleşecekti yoksa ağrıları. Başını çevirdi yanındaki boş olan masaya. Neden dikkatimi çekmemiş ilk geldiğimde bunlar benim? Dudakları kıpırdadı soru aklından geçerken. Hemen ayağa kalkıp bir adım attı o yöne, birisiyle yarışıyormuşçasına kaptı gazeteleri geriye dönüp oturdu tekrar.
Hangi günün akşamı olmadı ki? Acılarını düşündü o an, en acılı anlarını, jilet kesiği ince sızılarını, yüreğini dağlayan kor ateşlerin sızılarını. Gözleri doldu birden, iki damla, her birinden birer damla süzüldü yanaklarına doğru. Ellerinin tersiyle silip dağların tepelerine çevirdi gözlerini. Daha mı hassaslaşmıştı yaşlılıkta? Zaten hassastı gençliğinde de. Karşı durdu kendine. İncitmek istememişti bilerek karıncayı. Bilmeyerek olabilecekleri geçirmeye çalıştı aklından. Nereden bilebilirim ki şimdi? Kafasına ince bir sızı çakıldı şakağından yukarı doğru. Düşüncelerinden arınmak, biraz da olsa uzaklaşmak istiyordu ancak yapabileceğine aklı kesmiyordu. Olsun gene de denemeliydi. Müzminleşecekti yoksa ağrıları. Başını çevirdi yanındaki boş olan masaya. Neden dikkatimi çekmemiş ilk geldiğimde bunlar benim? Dudakları kıpırdadı soru aklından geçerken. Hemen ayağa kalkıp bir adım attı o yöne, birisiyle yarışıyormuşçasına kaptı gazeteleri geriye dönüp oturdu tekrar.
Sevinmişti ilk anda gazeteleri
görünce, hele elleriyle tutunca uçacak gibi olmuştu birden ayakları
kesilivermişti sanki yerden. Önce dikkatini veremedi kafasının içinde dolanıp
duran olur olmaz peşini bırakmayan duygulardan. Anlamaya çalışıyordu
okuduklarını, kelimeler kopuk kopuktular önünde. Gazeteyi tuttu iki yanından
kaldırdı havaya biraz, tozunu silkeler gibi yaptı, kollarını iki yana açtı
biraz daha, gazete düzelsin diye. Tekrar koydu masaya dikkatini verip okumaya
çalıştı. Okudukça içi daha da kararmaya başladı, sıkıntı bastırdı içini aniden.
Neden okuyordu sanki gazeteyi? Neşeli şeyler bulmayı umut etmişti. Suçlandı,
suçladı kendini. İçindeki düşman ikizi vardı, belki de üçüzü, olmaz dördüzü,
yok yok daha fazlası vardı yıllardır kavga ettikleri. Kavga mıydı yoksa çatışma
mı? Zıtlaşıyorlardı çoğunlukla. Benim iyi dediğime onlar kötü demişti,
uğraşmıştım hep onlarla. Benim aklımı çelmeye uğraştılar, rahat vermediler.
Yapma! Dedi boynunu belli belirsiz sağına bükerek. Onlar seni uyardılar her
zaman, tetikte olmanı sağladılar. Çoğu zaman da sen abarttın işi. Tuttun mu
koparmaya uğraştın. Taktın mı takıyordun. Dediğim dedik çaldığım düdük diyordun
arada sırada da olsa. Bir işe başladın mı nefes almayı unutuyordun adeta, gecen
gündüze karışıyordu, çevren de rahatsız oluyordu belki de. Verimin düşüyordu.
Ne demek günlerce uykusuz dolaşmak? Ne oldu, vardığın yer neresi? İşte herkesin
olduğu yerdesin. Yine içindeki düşman belledikleriyle savaş başlatmıştı. Her
kafadan bir ses çıkıyordu. Yeter durun artık! Gazeteyi bıraktı elinden yavaşça
ve katlayıp koydu önüne, sonra da sağ eliyle itip uzaklaştırdı masanın karşı
ucuna. Diğerlerini açmayı bile istemedi. Kahvem soğumuş diye iç geçirdi
yudumladıktan sonra.
Nereye varacaktı bu terör belasının
sonu? Aklı ermiyordu, ermemişti ya hiç zaten bu güne kadar. Mertçe kavgayı
anlarım da böyle kalleşçe, sinsice olanını hiç anlayamıyorum. Akıl almaz bir
durumdu yaşlı beyaz sakallı ihtiyar için. Sırf bu yüzden seyretmiyordu
televizyonu. Haberler yüreğini sızlatıyordu her seferinde. Kendi komşusu,
akrabası, çok yakını gibi hissediyordu her duyuşunda. Kendi dertleri yetip
artıyordu zaten. Aklından geçer geçmez, seninki de dert mi? Diye çıkıştı
hiddetle karşısında biri varmış gibi. O çocuklar, çaresiz analar, babalar, eş
dost. Çekilir şey değildi onun için. Herkes kendi ateşiyle yanarken o her
birinin ateşiyle tek tek yanıyordu. Ocakta kor olmuş köz yığınları gibiydi içi.
Hepsinin ateşini hissediyordu. Görmezsem belki daha da rahat olurum, sinirlerim
toparlanır diye aklından geçirdiği olurdu bazen. Uykusuz geceler dayanılır gibi
olmuyordu çoğu zaman. Düşünmekten ağrılar giriyordu başına, sızabilirse yarım
saat bile olduğu yerde, neresi olursa olsun razıydı. Yatağa girmek azap olmuştu
bir süredir. Uyuyamamaktan korkar olmuştu adeta, o yüzden yatağa bile gitmek istemiyor,
uykusunun geldiğini hissettiği anda olduğu yere kıvrılıveriyordu anasını
kaybetmiş minik kuzular gibi. Bazen yarım saat bazen daha fazla sızıp
kalıyordu. Bir anda uyanıveriyordu gene anlamsız bir şekilde. Ne oldu gene
uyandın? Diye kızıyordu tepesinde Hz. Ali’nin kılıcı gibi dikilip duran pelte
kılıklıya. Beynindeydi sorun. Çok çalışıyordu beyni, dur durak yoktu ona. Söz
geçiremiyordu çoğu zaman.
Ağlamayın yavrucaklar deyip
sarılıvermek, bağrına basmak geçti içinden gözlerinin önündeki çocuklara,
bebeciklere. Bir çoktular, sıra sıra duruyorlardı gözlerinin önünde. Elini
uzatsa dokunabilecekti sanki. Capcanlıydılar işte önündelerdi hepsi de. Ne olup
bittiğini anlamaya çalışıyorlardı. Anaları, babaları, akrabaları bütün
tanıdıkları etrafındalardı, ağlıyorlardı, figan ediyordu yanı başında dedesi
ninesi, anası, ablası, abisi. O yalnızca bakınıyordu etrafına. Ağlama çocuk,
ağlama evladım, ağlama yavrucuğum, sakın sen ağlama. Olur mu? Gözlerinden birer damla daha süzülüvermişti,
ihtiyara sormadan inci tanesi göz yaşları, çocuğun başını okşarken.
Seslensem duyan yok, sussam gönlüm
razı değil miydi O güzel söz? Dedi kendi kendine tam hatırlayamadı bir an.
Artık ıssız vadide yankı yapmıyordu sesler. Güneş hissettirmiyordu kendini
yeterince. Uğultu vardı uçsuz bucaksız vadinin derinliklerinde. Sesler
birbirine karışıyor, ağıt mı yoksa kahkaha mı belli olmuyordu. Başını silkeledi
rüyasından uyanmak için, kâbustu gördükleri. Alnına gitti elleri gayriihtiyari.
Islaklık vardı elinde. Ter bastırmıştı birden. İçine sıkıntılar girmiş patlatacaklardı
onu. Ellerini ceplerine daldırdı birden ayağa kalkarak. Yoklanıyordu durmadan.
Ne yapıyorum ben? Dedi cebinden bozukluk çıkarırken. Uzattı garsona,
gülümsemesi yayılsın suratına istemişti ama yapamadı. Becerememişti
gülümsetmeyi pelte kılıklıya. Uğraşmaya niyetim yok bu gün seninle.
Bekleyeceksin, günü gelince senin hesabını göreceğim gene dedi içinden, ayağını
masadan uzaklaştırmaya çalışırken. Kollarını sallayarak hızla uzaklaştı olduğu
yerden. Koşturmak geliyordu o haliyle içinden. Adımlarını hızlandırdı koşturmak
yerine geçsin diye. Adımlarını açtı olabildiğince. Rüzgârın serinliğini
hissediyordu giderken alnında ve yanaklarında. Dişlerini sıktı bir ara. Yumruk
oldu elleri. Kimse yokmuş gibi davranıyordu, ıssızlaşmıştı çevresi. Ah! Bir de şu
yüreği ıssızlaşıp hissetmeseydi hiç bir şeyi. Taş oluverseydi birden. Pelte de
bir yolunu bulup donuverseydi buz gibi. Ne de rahatlardı. Elle gelen düğün
bayram derler insanlar. Elle gelmiyor ki gelen. Geldiği yere geliyor piyango
çeker gibi. Olan garip gurabaya oluyor
hep. Garip guraba bırakıyor giden arkasında. Artık aklından geçenleri dinlemek
istemediğini fark etti. Nefes nefeseydi sokağın ucuna yaklaşırken. Çocuklar
dolanıyordu etrafında her boyda. Bazılarının başı göklere uzanıyordu, bazıları
bakınıyordu etrafına. Gelin çocuklar, gelin yavrucaklar, gelin evlatlarım
sarılın bana, kucaklayayım hepinizi. Bayrama az kaldı ağlamayın, ağlamayın
tamam mı? Tamam mı yavrular? Tamam mı kuzular? Tamam tamam dediler ellerini
kaldırıp başlarından yukarıya. El salladı etrafında dönerek, gözleri parlamıştı
birden çocukların dayanıklılığına. Aferin çocuklar dayanın dayanın, gelip
geçecek bu acılar da. Bir gün yem yeşil vadilerde dolaşacaksınız, parlayan
güneş altında. Sıkın dişinizi az daha. Her biriyle sarılıp vedalaştı gönlünce.
Döndü tekrar gerisin geriye. Yürüdüğü izleri takip ederek geldi aynı yere.
Benim gidecek yerim mi yok başka? Niye aynı yere geldim ben? Kızgın hareket
etmeye başladı birden ve tekrar hızla uzaklaştı. Kararı kesindi bu sefer.
Dönmeyecekti.
Lanetler olsun! Lanetler
gelsin! Çocukları ağlatanlara. Mazluma
ah ettirenlere. Kahrolsun terörden medet umanlar. “Faydasız! Faydasız! Faydasız!” Diyordu
birine fısıldar gibi. Oturuverdi o anda kaldırımın duvarına. Ellerini aldı
avuçlarının içine, ağladığını kimse görsün istemiyordu. Bir süre kaldı öyle.
Durak yakınındaydı, ellerini araladığında fark etmişti. Şirin bir kız çocuğu
tuttu elinden. Dört beş yaşlarındaydı, saçlarında tokaları vardı, her iki yana
sarkıktı örgülü saçları. Ele ele yürüdüler birlikte hiç kimseyi
umursamadan. Birbirlerinin gözlerine
bakıyordu arada bir yürürken. Beli kamburlaşmıştı ihtiyarın birden. Taşıdığı
yükler ağırdı besbelli. Başını dik tutmaya çalışıyordu gene de. Arkalarından seyrede
kaldım olduğum yere çakılı.
El salladılar otobüsün basamağını
çıkarken “kahrolsun terör belası, kahrolsun teröre umut bağlayanlar”
dediklerini duydum kulaklarımda ihtiyarla, şirin kızın.
“Terör kimden ve nereden gelirse
gelsin, alçakça bir davranıştır. Her ne adına yapılırsa yapılsın canicedir ve
vahşettir. İnsanlık vahşetidir. Yapanlar ve arkasındakiler insan kılığında
birer yobazdırlar. Akıl denilen yetiden kesinlikle yoksundurlar." Sözün bittiği
yer!
Halil GÖNÜL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.