Sevgili Oğlum'a |
“Yapma Peltor’cuğum
böyle, git uyu sen de ve beni rahat bırak, uyuyayım birazcık da olsa; haydi
yavrum benim! Bak halime, perişan haldeyim uykusuzluktan.”
“Olmaz, kalk. Ben söyleyeyim
sen yaz. Bu sefer hep benim dediklerimi yazacaksın. Sen hiçbir şeye
karışmayacaksın.”
Benim Peltor’ la başım
dertte yine bu gece dedim kendi kendime; uyku sersemi halimle. Durmadan bir şeyler
döküp duruyor gözlerimin önüne. Bazıları, yırtık pırtık sinema perdesinde
görünenler gibi; kimileri silik, tıpkı eski yıllanmış fotoğraflara benziyorlardı
gösterdikleri. Bir süre dayanmaya çalıştım belki vazgeçer diye ama nafile
bütün çabalarım. “Keşke bir ses kayıt cihazım olsaydı da kaydetseydim
konuşmaları; sıcacık yatağımdan çıkmama gerek kalmazdı” dedim fısıltıyla
kendime. O kadar çok ihtiyaç duydum ki o kayıt cihazına; mutlaka alacağım bir
tane. Yoksa baş edemeyeceğim ben bu pelteyle, pelte kılıklıyla. “Her neyse canım adın!”
“Ama anlaşmıştık seninle bu konuda, Peltor diyecektin bana; söz de vermiştin hani!” “Tamam, tamam özür dilerim, uyku sersemliği işte Peltor’cuğum. Tamam, mı, oldu mu? Haydi, uyu biraz, beni de rahat bırak!”
“Ama anlaşmıştık seninle bu konuda, Peltor diyecektin bana; söz de vermiştin hani!” “Tamam, tamam özür dilerim, uyku sersemliği işte Peltor’cuğum. Tamam, mı, oldu mu? Haydi, uyu biraz, beni de rahat bırak!”
“Haydi, çok sevdiğin
oğluna bir mektup yazalım.”
“Ne hakkında yazacağız peki?”
“Hani o yemek vardı ya,
okulu düzenlemişti ana sınıfındayken.”
Gözlerimi ovuşturdum bir
süre, dikkatimi çekmişti söylediği. Kulak kabartmaya devam ettim yorganı tepeme
çekerek. Hiç de sevmem yorganı tepeme çekip yatmayı, nefesimin verdiği
karbondioksit rahatsız eder bir süre sonra; buz gibi de olsa kafam dışarıda
olmalı mutlaka, temiz hava almalıyım. Peltor sayıp döküyordu durmadan. Biraz canlandı
gözümde o yemek zamanı. Bina, kalabalık, şehir dışında bir yer; çocuklar ve
oğlumun şikâyeti. Benim davranışım! Yıllar geçmişti aradan. Peltor’a yumuşak
davranmaya karar verdim bir süre sonra; ne de olsa kayıtlar ve arşiv ondaydı. Adam
gibi çalışırsa bulup çıkarırdı her birini sıkış tepiş doldurduğu depolarından. Kendim
uğraştım yatakta ama beceremedim.
“Tamam, Peltor paşam. Şimdi
gel bakalım sadete de dök şunları önüme doğru dürüst.”
“Ben biliyordum eninde
sonunda senin böyle yapacağını. Dayanamadın değil mi?”
“Neye dayanamadım, neyi
yapacağımı biliyordun Peltor?”
“Neyi olacak,
yazacağını. O sıcacık yatağından kalkacağını; anladın mı şimdi?”
“Anladım anladım. Dur bari
bir çay demleyeyim de tam olsun. Nasılsa uyutmayacaksın beni. Saat kaç haberin
var mı senin?
“’Çok naz âşık usandırır’
derler, saat 03,15 ise ne varmış? Ben 24
saate programlıyım, seninse hiçbir programın yok. 24 mü, 36 mı, 72 mi hiç belli
olmuyor. Benim programımı da sen bozuyorsun çoğu zaman. Doğru ya ‘Sarı dananın
yanında kalan ya huyundan ya da tüyünden kaparmış’ derler. Ben sabah altıda
kalkarım her zaman, ama sen ne yatmak biliyorsun ne kalkmak. Bana geldi mi
nazlanıyorsun durmadan. Haydi, kaldır
kıçını da çabuk başla şu işe. Çok yolumuz var gidecek.”
Neyse dedim kendi
kendime ayaklarımı yorganın içinden çıkarıp döşekten aşağı sallarken. Perdeyi aralayıp
baktım pencereden dışarıya öylesine, kimseciklerin ışığı yanmıyordu mahallede,
cam da buğuluydu. Dışarısı çok soğuktu belli ki. Bıraktım perdeyi ve gönülsüzce
terliklerimi geçirdim ayaklarıma; tıpış tıpış yol almaya başladım mutfağa doğru…
“İstediğin oldu mu Peltor
Paşa? Sen de ister misin bir bardak.”
“Bırak dalgayı da başla.”
“Nereden başlayacağız?”
“Orasına da sen karar ver
canım, o kadar da değil.”
“Sana kaldık mı kara
güne kaldık demektir zaten. Ben biliyorum başıma gelecekleri, aklıma soktun bir
sürü şeyi; karman çorman hepsi de, bölük pörçük. ‘Ayıkla pirincin taşını’
şimdi. Öğleyi buldum demektir kesin. Doğru dürüst bir şey yazalım bari birinin
eline meline geçerse sövmesin yazana. Bu zamanda belli olmuyor hiç, bakıyorsun
internette bile dolaşırken insanlar, ayaklarının dibine düşüveriyor sarı
yapraklar gibi bir tane kâğıt parçası; o da bizim yazı olur da hani; küfür
yemeyelim durduğumuz yerde. Ucu sana da dokunur anlıyorsun değil mi dediğimi çokbilmiş
Peltor Paşa?”
“Amma da mızmızlandın be! Ben bile ısınmaya başladım durduğum yerde, şimdi okuyan değil ben basacağım
kalayı sana. Kıçın kaşınmıyorsa başla bir an önce de işimize bakalım. Hep senin
tepende bekleyecek değilim. Şu tozlu rafları düzenlemeye karar verdim, elden
geçireceğim teker teker. Sen gibi yatmıyorum ben. Başşşşşla!..”
Sevgili Oğlum,
Şikayet |
Hani o yemekte olanlar
vardı ya, şu senin ana sınıfı mı yoksa ilkokul birinci sınıfta olduğun zaman. Galiba
yıl sonundaydı bir yemek düzenlemişti okulun. Biz öğrenci velileri içerideydik,
sen dışarıya çıkmıştın sıkılıp da. Akşam üzeriydi gittiğimizde. Şehir dışında
bir yerdi, hatırladın mı? Belki de hatırlayamayacaksındır o günü ama ben hiç
unutamadım; acizliğimi.
Hani sen geldin bir ara
yanıma da şikayet etmiştin arkadaşlarını bana, dövdüler diye. Birlikte dışarıya
çıkmıştık arkadaşlarını bulmaya. Her taraf aydınlık ve çimenlikti. Arkadaşların koşuşturuyordu
ortalıkta, oyunlar oynuyor şakalaşıyorlardı birbirleriyle.
İkimiz el ele gelince
birkaçının yanına “İşte bunlar baba bana vuran, karnıma yumruk vurdu şu”
demiştin işaret parmağınla şişman çocuğu göstererek.” Hatırladın mı? “Neden
vurdular?” diye sorduğumda da: “Şeker verdiler ben de aldım. Sonra bir tane
daha verdiler onu da aldım. Sonra da biri beni tuttu kollarımdan diğeri de
yumruk vurdu karnıma, canım yandı.” Demiştin.
Açıkça söylemem
gerekirse elim ayağıma dolaşmıştı o anda, ne yapacağımı ve ne diyeceğimi
bilemedim. Düşünmüştüm bir süre içim kan ağlayarak. Senin çektiğinden çoook çok
daha fazlasını çekiyordum acının; içim parçalanıyordu lime lime o anda. Senin
arkadaşlarındı onların hepsi de, bir yanlışlık vardı elbet ama çözümünü
bilmiyordum, bilemedim o anda. Sana vuran şişman çocuk da çocukça saflığıyla “Oyun
oynuyorduk, Özür dilerim” demişti senin gözlerine bakıp sonra da bana bakarak. Hatırladın
mı biraz?
O zaman düşündüklerimi
hiç unutamadım, şimdi de hala düşünüyorum; doğru mu yaptım eğri mi diye hala. Çocuktunuz
sonuçta, çocukların dünyası çok farklı yetişkinlerinkinden. Dövüşüp birkaç dakika
sonra da barışıyordunuz sürekli. Ben bir büyük olarak sana nasıl cevap
vereceğimi bilemedim ve o şişman çocuğun ifadesi ve vücut dilinden kötü niyetli
olmadığını düşünerek sizi barıştırmak istedim. “Siz arkadaşsınız, bir daha
olmasın. Haydi, barışın bakayım” dediğimde ilk önce şişman çocuk gelip sana
sarılmıştı “Özür dilerim, istersen sen de bana vur” diyerek karnını çıkarmıştı
iyice öne. O sana sarılınca sen de ona sarılmıştın birkaç saniye sonra da “Tamam”
demiştin. Sonra da aynı çocuk “Haydi gel oynayalım” demişti senin o yumuşacık,
minnacık elinden tutarak. Gidip birlikte oynamaya başlamıştınız tekrar.
Hatırladın mı?
Ben de sizin el ele gidişinizi
seyretmiştim arkanızdan içim burkularak. Neden mi burkuluyordu içim? Çünkü senin istediğini yapamamıştım belki de. O
çocuğu dövmemi istiyordun belki de benden baban olarak. Seni korumamı
istiyordun sana zarar vermek isteyenlerden. Çünkü o senin canını yakmıştı
sonuçta. Ben ona en azından bir tokat atmalıydım sana göre, yaptığının
karşılığını almalıydı. Bazen utandım kendimden, senin beni sevmekten
vazgeçeceğini düşündüm o çocuğa vurmadığım için.
Düşünmedim değil o anda
vurmayı ama yapamadım. Siz meselelerinizi kendiniz halletmeniz gerekliydi ve
kalıcı olmalıydı çözüm şekli. Ben o anda senin düşündüğünü yapsam bir tokat
vursam o çocuğa, aranızda kinlenme olur; okul süresince kavganızı körüklemiş
olurdum belki de. O kavga orada bitsin istedim, barışmanızı istemem de ondandı.
Başka bir şey daha var
aklımda hep düşündüğüm. Ben yetişkindim o çocuk karşısında. İstedikten sonra
her şeyi yapabilirdim. Güçlüydüm ondan kat be kat. İşte o güçlülüğüm de
utandırmıştı beni o anda. Keşke senin yaşlarında olsaydım da o çocuğu dövseydim
sana acı verdiği için. Ama büyük olarak utandım o çocuğa vurmayı. Eğer sana o
çocuğun babası vurmuş olsaydı işte o zaman iş değişirdi. Çünkü babasıyla
güçlerimiz aşağı yukarı aynı olurdu. Tanımıyordum babasını ama isterse dev
olsun bir yolunu düşünürdüm o anda ders vermenin. Korkum olmazdı hiç. Ama o
çocuğa vuramadım, utandım düşününce bile. Yerin dibine girdim vuracak olmayı
düşününce.
İyi mi yaptım kötü mü? Bilmiyorum
hala ama bazen doğru davrandığımı düşünmeden de alamıyorum kendimi. Çünkü: kavgadan
herkes zararlı çıkıyor ben öğrendim bunu yaşadığım hayatta. O Peltor denilen
var ya- tabii sen bilmiyorsun Peltor’u, beyin beyin, tepemizdeki beyin
dediğimiz pelte kılıklı- bir an keyfi yerine gelsin diye istiyor kavgayı. Rahatlayıveriyor
kavga edince. Bir sürü de sıvı akıttırıyor sağa sola. Veryansın ediyor
ortalığı. Bir sürü ayak takımı da var etrafında. O ne derse onu yapıyor hepsi
de. Ona da kızmıyorum artık uzun zamandan beri. Hak verdim durumunu anlayınca. Çok
zor zamanlar geçirmiş yüzyıllar boyu. Aslında zavallı gibi de, canım acıyor
bazen. Bir türlü kendini koruma korkusundan vazgeçememiş işte. Birisi höt dedi mi
kaçıp gidenlerden değil. Dikleniveriyor ayak takımlarına güvenerek.
Bu mektubu, bana
yazdıran da o aslına bakarsan. Gecenin bir vaktinde yatağımdan kaldırdı beni. Şimdi
çayını yudumluyor bacak bacak üstüne atmış ayaklarını yanımdaki sandalyede. Her
yaptığımı izliyor kıs kıs da gülüyor bazen, işte o zaman tepem atıveriyor; al
çaydanlığı geçiriver tepesine diye düşünmeden edemiyorum.
Babacığım, bir tane
oğlum, eminim sen de bir gün baba olacaksın. İşte o gün beni anlayacağından
eminim. Beni o zaman affedeceğinden de eminim. Belki sen de aynısını yapacaksın
isteyerek ya da istemeyerek.
Sevgili oğlum, şimdilik
ayrılmak zorundayım. Daha çok var söylemek istediğim ama sabah oldu tan
kızardı. Peltor sırıtıyor karşıma geçmiş de. “Benden, bir tanecik Peltor’ undan da kucak dolusu selam
söyle” diyor. Seni hasretle öpüp kucaklıyorum sevgili oğlum ve seni çok
seviyorum. Dünya bir yana sen bir yana, sakın unutayım deme bunu; yaşadığım
sürece de böyle olacak. Peltor bile giremeyecek aramıza çünkü: izin vermeyeceğim
ona. İsterse kıçını yırtsın tepemde, bana vız gelir tırıs gider dedikleri ve
yaptıkları. Ben malımı iyi biliyorum çünkü.
Sevgilerimle oğlum, yeni
yılın kutlu olsun, umut dolu olsun; velhasıl tüm dileklerin yerine gelsin. Mutlu
ol mutlu yaşa. Hoşça ve sağlıcakla kal sevgili oğlum.
“Keyfin yerinde
bakıyorum Peltor, neden sırıtıyorsun öyle pişmiş kelle gibi?”
“Artık ölsem de gam
yemem, bu karda kışta ve gecenin bu saatinde sıcacık yatağından kaldırdım ya,
kendimi senden daha güçlü hissetmeye başladım; sırıtmamın sebebi bu, anladın mı
şimdi meraklı Melahat? Her şeyi de merak edersin. Gördün mü merak adamın başına
ne işler açarmış? Bir de bana bozuk atıyorsun, boş oturuyorum diye. Şimdi nasıl?
Çalışmaya başladım ben de işte, hoşuna gitmeye başladım mı? Bundan sonra böyle,
işine gelse de gelmese de. Ben ne dersem odur. Sakın aklından çıkarma bunu!”
“Hadi canım git
başımdan, ne halin varsa gör. Beni de rahat bırak artık. Kendime kahvaltı
hazırlayacağım. Nasılsa gün doğdu, bu saatten sonra yatılmaz. Zengin bir
kahvaltı ve tekrar demli bir çay, arkasından da az şekerli bir Türk kahvesi;
sonra da ver elini Blog, Google+, Facebook, mesajlar ve biraz da araştırma. Merak
ettiğim şeyler var. Sana dur durak yok, sen de bunu aklının bir köşesine yaz
tamam mı Peltor’cuğum benim. ‘Son gülen iyi güler’ derler, kim gülecek bakalım
sonunda?
İlginç bir mektup...
YanıtlaSilDaha Mutlu Yaşam,
SilDaha uzun yorumunuzu almak isterim aslında. Bir uzman gözüyle bakmak başka elbette. :)