"Gül" |
“İki kaşığı yan yana olmayacak kocanın, iki kaşığından birini mutlaka kıracaksın!”
15 Eylül 1988
KAŞIK
Veysel’in kafasında
sorular dönüyordu durup dinlenmeden. Fatma’sını kırmadan nasıl halledecekti
bilemiyordu henüz. Ama mutlaka konuşup halletmeliydi kafasındakileri. Kurtçuk
küçükken öldürülmeliydi ona göre. Bir kere girdi mi elmanın içine, yiyip
bitiriyordu zamanla. Kendisi de bir elma olmak istemiyordu. Kafasının içindeki
sorular henüz minnacık bir kurttu ama daha şimdiden kemirmeye başlamıştı
beynini, sanki bir elma gibiydi kafası.
Fatma
da düşünceler içinde yürümeye devam ediyordu Veysel’in yanı başında el ele.
Onun da kafası kurtlu bir elmaydı. Niyeti konuşmaktı kocasıyla. Ama nasıl
olacağını bir türlü kestiremiyordu. Doğruyu mu, yoksa kocasını idare edecek bir
şeyler mi söyleyecekti; henüz karar verememişti.
Hava
güzeldi bugün. Açık havada bir yer olsa iyi olur diye geçiriyordu içinden
Veysel. Durağa doğru ilerlediler birlikte. Gidecekleri yerin yakınlarda bir
piknik yeri olmasına karar veren Veysel, gelen minibüse el kaldırdı. Erken
saatler ve de iş günü olmasından dolayı kalabalık değildi araba. Oturdular yan
yana, arkadaki koltuklardan birine.
Hiçbiri
de bir kelime laf etmemişti şimdiye kadar. Veysel’in dikkatini çekti bu durum
ve havayı değiştirmek için birkaç kelime de olsa laf etmeye karar verdi. Olsun
varsındı havadan sudan da olsa. “Söyle bakalım Fatma’m nereye gidelim
istersin?” dedi yüzüne bakarak. “İstersen önce biraz bir şeyler alalım Veysel
olmaz mı? Elimiz boş gidiyoruz piknik yerine. Ya açık yer olmazsa bu
saatlerde?” Haklısın. Bak benim aklıma
gelmedi bunlar. Haydi gel daha fazla gitmeden inelim. Biraz gezelim vitrinleri
seyrederek. Elinden tuttu Fatma’nın ve ineceklerini söylediler. Durak yakınlaşmıştı
aynı zamanda. İndiler durakta, birlikte.
Henüz
şehirden çıkmayan minibüsten inince etraflarına bakındılar bir an ve geriye
doğru yürüdüler. Cadde üzerindeki vitrinlere göz atıyorlardı bazen. “Sözlendiğimizde ne kadar da çok geziyorduk
birlikte, öyle değil mi Veysel?” dedi başını çevirip yüzüne baktı
Veysel’in. Bir an suratı donuk göründü
gözüne Veysel’in. Bakışları anlamsızdı; boşluğa bakar gibiydi sanki. Fatma’nın
gözünden kaçmamıştı durumu Veysel’in.
Veysel
kendi kendine kızmaya başlamıştı birden. Şu işe bak: kaynanadan kaçıyorum daha
bir haftalık evliyken. Ne adına? Kırmamak adına. Kimi? Karımı. Olacak iş mi bu yahu? Kaç kaç nereye
kadar? Kır dök ne varsa olsun bitsin ne olacaksa! Hayır, hayır; sabredeceğim
biraz daha. Fatma’nın niyetini, tavrını bir göreyim biraz daha bekleyerek; daha
sonra yaparım yapacağımı, elimden alan yok ya! Kimse de engel olamaz. Hele bir
sabret biraz daha! Diyerek kendini sakinleştirmeye gayret göstererek
ilerliyordu Veysel.
Haydi
gel Fatma’m şuradaki parkta bir şeyler içelim, zaman geçsin biraz; daha sonra
da bir şeyler alırız. “Olur” dedi Fatma da Veysel’e güler yüzle bakarak. Ama ne
mümkün Veysel’in yüzü gülmüyordu bir türlü. Eskiden güldüğü şakalardan
birkaçını denedi Fatma; yine olmamıştı, bir işe yaramıyordu eskiler. Yeni bir
şeyler bulmalı ve yapmalıydı. Mutlaka gülsün istiyordu Veysel’i…
Güneş
henüz tepelerine gelmiyordu oturduklarında. Güneş şemsiyeleri açıktı yer yer.
Masaların çoğunu gölgelendiriyordu. Yanlarından geçen mavi-beyaz üniforması
olan ince, kıvırcık saçlı genç garsona işaret ederek iki orta şekerli kahve
söyledi Veysel. Sormamıştı Fatma’ya. Başıyla onayladı Fatma da. Karşı karşıya
oturmuşlardı. Birbirinin yüzünü görmek istiyorlardı. Her ne kadar tanımış
olsalar da bugüne kadar birbirlerini; demek ki yeterince tanıyamamışlardı,
belliydi bu durum.
“Veysel,
canı sıkkın görüyorum seni bir iki gündür, neyin var kuzum senin? Anlat bana, çaren olmak isterim. Paylaşırsak
hafifler yükün. İster misin paylaşmayı benimle?” dedi, üzgün görünen suratıyla Veysel’in
gözlerinin içine bakarak.
“Ne
anlatayım Fatma’m, durum ortada değil mi sence? Baksana bizim halimize, evde oturacak yerde
sabahın köründe, anandan kaçıyoruz; keyfimiz kaçmasın ya da onu kırıp
dökmeyelim diye. Nereye kadar devam eder bu durum sence? Hem anan ne karışır
bize bu saatten sonra? Sabrım tükenmeye başladı artık. Sen kırılmayasın diye
katlanıyorum, ama nereye kadar gideceğini de bilemiyorum. Var mı senin
düşündüğün bir çare?” dedi, ellerini masanın üstüne, üst üste koyarak; yüzüne
bakıyordu Fatma’nın, yardım umarak.
“Göreceksin
bak Veysel’im, ben halledeceğim bu meseleyi; sabret biraz daha ve bana izin ver
biraz daha. Yediklerimi ve emeklerini ödeyemem onların. Ne de olsa anam babam
benim onlar. Ailem kısacası. Ama bir şekilde çözmenin yolunu bulacağım elbet.
Güven bana, olur mu canım?” deyip Veysel’in ellerinin üstüne sağ elini koydu ve
yüzüne gülümseyerek baktı. İçine su serpilmişti o anda Veysel’in. Umutlanmıştı
Fatma’sından.
Kahveleri
geldi ve önlerine koydu garson “Afiyetler olsun efendim” diyerek. Başını
kaldırıp “Teşekkür ederim.” dedi Veysel. Daha kahve konulur konulmaz el atıp
kahveye sonra birden fikir değiştirip bıraktı Veysel. Kafasındakileri hemen
boşaltmak istiyordu belli ki, ama burası yeri değil diye düşünüyordu. Daha sakin
bir yerde açmalıydı düşüncelerini Fatma’ya. Ses tonları yükselirse bile kimse
duymasın istiyordu. Ele güne rezil olmak vardı işin ucunda. Fatma’sına pek
güvenemez olmuştu her nedense. Ailesini çok seviyor belliydi. Kendisi de
seviyordu tabii ki. Ailesine laf etse o da boş kalmazdı mutlaka cevap verirdi.
Fatma da aynısını yapacaktı.
“Senin
kahven kadar tatlı gelmedi.” Dedi Veysel Fatma’ya güler yüzle bakarak. “Şöyle
oturup höpürdetmek vardı televizyonun karşısında pijamaca ve sen de yanı
başımda” dedi, sevecenlikle gözlerine bakarak Fatma’nın. “Neden olmasın? O
günler de gelecek Veysel, elimizden alan mı var sanki? Biz kendi kendimize
gelin güveyi oluyoruz belki de. Büyütüyor muyuz yoksa? Ha ne dersin?” dedi
Fatma tereddütle.
Fatma’nın
bu kadar kendine güvenmesi rahatlatıyordu Veysel’i, açmaya karar verdi
kafasında dönüp duranları; ne olacaksa olsundu artık, beklemeye tahammülü
yoktu. Sakin bir yeri de beklemeyecekti. Kararlı bir şekilde başını kaldırıp
Fatma’ya baktı. “Fatma şu kaşık meselesi neydi, hani geçenlerde bana söylediğin
‘İki kaşığı
yan yana olmayacak kocanın, iki kaşığından birini mutlaka kıracaksın!’
lafıyla ne anlatmak istemiştin sen
bana?" dedi yavaşça, sevecen ses tonuyla gözlerinin içine bakarak.
“Ne
demek istemiş olayım Veysel, hiçbir şey demek istemedim; yalnızca anamın bana
dediklerini laf olsun diye sana söyledim hiç ileri gerisini düşünmeden.
Salaklık ettiğimi söyleyince anladım tabii ki. Sana söylememem gerekiyordu. Ben
de tam olarak anlamadım zaten anamın ne demek istediğini. Soracağım sonra
kendisine. Sana da anlatırım o zaman Onun ne demek istemiş olduğunu, olmaz mı?
Şimdi asma artık şu suratını, senden fazla üzülüyorum inan buna. Senin üzülmeni
istemiyorum. Benim salak sulak yanlarımı biliyorsun sen. Birlikte düzelteceğiz
her şeyi. Birbirimize açmazsak dertlerimizi kim düzeltiverecek eğri
yanlarımızı? Anam ne derse der bundan sonra, beni ilgilendiren sensin ve senin
dediklerin. Elbette anamı ve ananı da dinleriz, konuşmanın zarardan çok faydası
olur, ben öyle düşünüyorum, seni bilmem. Sen de öyle düşünsen iyi olur diye
geçiyor içimden” dedi Veysel’in gözlerinin içine bakarak. Veysel’in biraz da
olsa rahatladığını görmüştü. Kahvesinden bolca bir yudum aldı gözleri Veysel’e
dikmiş hafif gülümsemesiyle.
“Ben
hakikaten büyütmüşüm galiba o sözleri. Fatma nasıl yapar bunu bana diyordum
kendimce yorumlayarak. Benim güçlenmemi nasıl olur da istemez benim karım? Olan
her şeyi birlikte yapıp birlikte paylaşacağız diye düşünürken senin
istemediğini düşünmüştüm” dedi Veysel utangaç haliyle. “Neden öyle düşüneyim
Veysel’im? Senin olmanı istememi hiç. Kendimden bile çok isterim. Sen benim ilk
göz ağrımsın. Benim her şeyim seninle başladı ve seninle biter. Sensiz hiçbir
şey istemem ben, bunu iyice sok o aklına olur mu canım benim?” dedi alay edercesine.
Veysel gözlerini okuyordu dimdik gözlerinin içine bakarak. İnanmak istiyordu
Fatma’ya. Gülümsedi onu rahatlatmak için.
“Kıskanıyor
musun beni? Dedi Veysel, Fatma’nın gözlerinin içine bakarak.
“Pek
fazla sayılmaz, herkes kadar diyelim” ben sana güveniyorum, gerisi boş laf
benim için. Her şey de senin vicdanına kalmış bir şeydir. Senin de vicdanın
temiz ve dürüst olduğunu bildiğim için rahatsızlığım yok” dedi Fatma. “Sen beni
kıskanıyor musun peki, bana sorduğuna göre?”
Biraz
utanan ve sıkılan Veysel; ne söyleyeceğini düşündü bir an “Kıskanıyorum ama
öyle düşündüğün gibi abartılı ve hastalık derecesinde değil. Tıpkı senin
söylediğin gibi benim kıskanmam da. Ben de güveniyorum sana. Yoksa bu kadar
neden üstüne düşeyim her şeyin ne benim aklımda ne de senin aklında bir kuşku
kalmasın istiyorum yaşantımızda. Biliyorsun kurt girdi mi elmanın içine, yiyip
bitiriyor bütün elmayı. Kuşku başlarken temizlemek bütün gayretim. Girdi mi
daha zor olur temizlemek” dedi bilgiç bir tavırla. Kendine güvendiği belli oluyordu
her hali ve seçtiği her kelimeden. Bütün gayreti: iyi niyetini ortaya koymaktı
ve karısından da aynısını bekliyordu.
“Yavrucuğum,
sana daha açık söyleyeceğim aklımdakileri. O sözler bana başka şeyler
düşündürdü. Ananın demek istediği bence: ‘Kocanın yularını fazla salma,
güçlenirse seni bir tarafa koyar başka kadınlarla fingirder. Onun içinde,
zengin olmasına fırsat verme, har vur harman savur; iki yakası bir araya
gelmesin. Etrafına bakacak hali olmasın kıvranmaktan. İste, durmadan şikâyet et
iste, borçlandır. Hep borç ödemekle uğraşsın… gibi’ şeyler anlatmaya çalışmış
sana, kıskandırmak istemiş. Kocayı elde tutmanın yolunu kendi aklınca izah
etmeye çalışmış sana” dedi kuşkulu bakışlarını gözlerine dikerek Fatma’nın.
“Şimdi
anladım galiba senin günlerdir surat asmanı ve kazayı nasıl yaptığını. Olur mu
hiç Veysel’im? Ben böyle bir şeyi nasıl düşünürüm, aşk olsun sana! Dedim ya!
Laf olsun diye söylemiştim sana o sözleri ve anlamadan söylemiştim. Boş
boğazlık işte benim yaptığım. Dikkat ederim bundan sonra, emin ol bundan.
Benden de emin ol. Sen neredeysen ben oradayım, aklına sok. Benim anam, babam,
kocam, arkadaşım sensin bundan sonra. Seninle sevinir seninle üzülürüm,
aklından hiç çıkarma.”
Kahvelerinin
son yudumlarını alıp fincanları tabaklarına koyduktan sonra, başını kaldıran
Veysel “Ah benim eşek aklım, kaç gündür içim içimi yedi, açamadım bir türlü
sana. İşte bu kadar basitmiş. Haydi kalk gidiyoruz” dedi elinden sıkıca tutarak
Fatma’nın ve hızla kalktı yerinden. Kasaya yöneldi hesabı ödemek için…
Fatma
nereye gideceklerini bilmeden eli elinde yürüdüler ana caddede. Epeyce oturmuşlardı parkta. Kahvelerinin son
yudumu buz gibi olmuştu beklemekten. Güneş tepelerini aşmıştı az da olsa. Bu da
demek ti ki: öğleyi geçiyordu zaman. Cadde üstünde yürürken kızarmış tavuk
kokusu geldi burnuna. İleriden geliyordu kokular. Hızlı adımlarla yürüdü Veysel
o tarafa doğru. Görmüştü artık. “Fatma’m acıkmadın mı, gel yemek yiyelim?” dedi
Veysel gülümseyerek Fatma’ya.
“Acıktım
ben de ama burada yemek istemiyorum. Alıp eve gidelim, anan da evdedir; alıp
götürelim birlikte yiyelim, sevinir kadıncağız; sen ne dersin?” deyince Fatma,
dünyalar Veysel’in olmuştu. Sevincini çok belli etmeden “Olur, iyi düşündün”
dedi ve şişman güler yüzlü yaşlı tezgahtara dönerek “İki adet orta boy piliç,
paket olacak” dedi parmağıyla işaret ederek kızaran piliçleri.
Hesabı
ödeyip paketi eline aldı Veysel, elinden tuttu tekrar Fatma’nın. Daha sıkı
tutuyordu. Yürümeye devam ettiler öylesine… beş on dakika yürüdükten sonra,
sanki bir şey unutmuş gibi Fatma’ya başını çevirerek gülen gözleriyle “Senin
istediğin bir şey var mı?” dedi birden. Fatma şaşırmaya başlamıştı Veysel’in
hallerine. Birden değişivermişti sanki bildiği Veysel’i. “Hayır, Yok canım”
dedi gülücükler saçarak etrafına. Yürürken çiçekçi arıyordu gözleri Veysel’in.
Her zaman da olan çiçekçiler sanki ona inat bugün yoktular. Etrafına bakındı
tekrar tekrar ve karşı kaldırımda gördü çiçek satan bir kadını. Hemen elinden
çekerek Fatma’nın karşı kaldırıma geçtiler birlikte. Bir tane tomurcuk kırmızı
gül seçti demetlerin içinden ve Fatma’ya uzattı, “Senin için Canım” dedi, kıpır
kıpırdı yerinde. Fatma’nın da gülücükler açmıştı yüzünde, kıpkırmızı olmuştu
yanakları. Parasını ödeyip yukarıya doğru yürümeye devam ettiler.
Fatma
şaşkınlığını gizleyemiyordu artık. Elini çekip elinden koluna girdi Veysel’in,
öyle devam ettiler yürümeye. Durağı geçmişlerdi. Bir şey daha var aklında diye
geçirdi içinden Fatma. Büyükçe bir pasta hanenin önünde durdular birlikte,
Veysel vitrine bakıyordu. Kararını vermişti, içeriye girdiler birlikte “Seç
bakalım” dedi Fatma’nın gözlerinin içine bakarak. “Bütün pastalarımız günlüktür
efendim” dedi güler yüzlü genç bayan tezgahtar. İşaret edilen orta boy
çikolatalı pastayı çıkarıp koydu tezgâhın üstüne. Paketledi ve süsledi paketi. Mumlar
da koyulmuştu. Fatma’nın merakı iyice artmıştı pasta işinden sonra. Ama nasılsa
öğrenecekti biraz sonra. Soru sormaktan vazgeçti. Birlikte çıkıp aceleyle
durağa doğru yürüdüler. Evlerine giden arabalar karşı kaldırımdan kalkıyordu. Geçtiler
karşıya ve gelen arabaya işaret edip durdurdu Veysel…
Eve
geldiklerinde Veysel’in anası ve kaynanası evde oturuyorlardı birlikte. İçeriye
girer girme öyle gülüşürken gördüler onları ve bir an şaşkınlık geçirdi Veysel.
“İşte geldiler” dedi anası onlara bakarak. “Gelin bakalım çocuklar, bizde iki
dünür sizin dedi kodunuzu yapıyorduk” diyen anasına baktı tereddütle. Hiçbir şey
anlamamıştı durumlarından.
İçeriye
girer girmez Fatma “Hoş geldin Ana” deyip elini öptü ve aceleyle Veysel’in
elindeki paketleri alıp mutfağa geçti. Veysel de Fatma’nın arkasından gitti.
Veysel’in arkasından geldiğini gören Fatma “Sen git otur yanlarında. Ben siniyi
hazırlayıp haber veririm” dedi. Sofra hazırlayacaktı öğle yemeği için.
“Sofra
hazııır!” diye bağırdı mutfaktan. Veysel ayağa kalkıp onlara dönerek “Buyurun
öğle yemeği için bir şeyler aldık, Fatma birlikte yememizi istemişti, eve
getirdik.” Dedi gülen gözleriyle. “Benim aslan kızım” dedi kaynana ve hemen
ayağa kalktı, dünürünün de ayağa kalkmasını bekleyip birlikte geçtiler mutfağa.
Masanın üzerini görünce Fatma’nın anası “Ana’dan rafandır benim kızım, kim ne
derse desin” dedi kinayeli kinayeli bakarak etrafına.
“Aklınla bin
yaşa kızım, bizde yemeği yeni yiyecektik, tam da denk geldi” dedi Veysel’in
anası gelininin gülen gözlerinin içine bakarak. Hemen oturdu sandalyenin
birine. Sonra da herkes oturdu masaya. Taze soğan ve yeşilliklerle donatılmıştı
masa. Çoban salata da zeytinyağı mis gibi kokuyordu. Veysel karısıyla
gururlanmaya başlamıştı. Elinden geliyor her şey, yeter ki istesin diye
düşünüyordu lokmasını çiğnerken, içten içe.
Etrafına göz
gezdiren Fatma’nın anası, pasta paketini görünce işaret ederek “Bu da neyin
nesi damat?” dedi Veysel’e alaylı alaylı bakarak. “Akşama evlilik yıl dönümümüzü
kutlayacağız, siz de buyurun gelin” dedi gülümseyerek. Fatma da şaşkındı
duyduğundan. Daha bir haftalık evliydiler ne yıl dönümüydü bu? Diye geçiriyordu
içinden ve yüzüne bakıyordu kocasının. Masada olan diğerleri de şaşkın şaşkın
bakmaya başlamıştı birden. “Biz bugün evlendik Fatma'yla var mı bir
diyeceğiniz?” dedi ağzı kulaklarında. Bir taraftan da kocaman lokmalar
tepiştiriyordu ağzına. “Öyle değil mi Fatma?” dedi anlaşılmayan bir şekilde. Ağzındaki
lokmanın büyüklüğünden zor anlaşılıyordu dediği kelimeler. Kimsenin bir şey
anlamadığını gören Veysel “Biz bugün evlendik Fatma'yla diyorum” dedi tekrar. Gülüşmeye
başladı herkes onun haline. Ayağa kalkıp
boynuna sarılıverdi Fatma'sı da. Yanağından öptü onu ve tekrar yerine oturdu…
Ayağa kalkmış olan Fatma’nın anası, Dünürünün sağ omuzuna
vurup yürürken kızı ve damadına bakarak “Bugün bir şeyler olmuş bunlara, aklım
ermedi ama; akşama sizdeyiz dünür.” Diyerek devam etti. “Onların aklı ermiş ya,
seninki ermese de olur dünür!” dedi Veysel’in anası, kalkıp gelininin yüzünü
okşayarak. Gülümsemişti gelinine bakarak. “Kesene bereket oğlum, senin de
ellerine sağlık kızım; güzel bir yemek yedirdin bizlere. Çook sevindirdiniz
beni, sizler de sevinin her zaman olur mu yavrularım?..”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.