Ev |
Mühendis, merhaba, hayırlı işler ve kolay gelsin.”Ahmet kırk
yaşlarında on bin nüfuslu küçük ve şirin bir ege kasabasında yaşıyor, gelir
durumu orta düzeyde ve kimseye ihtiyacı olmadan aile yaşamına devam etmekte. Kendisi ve ailesi için daha geniş bir ev yaptırmaya karar verdi. Çünkü mevcut
evi artık ailesinin ihtiyaçlarını karşılamıyor; daha geniş, ailesine uygun ve
rahat edebilecekleri evin tasarımını hayallerinde yaptılar.
“Hoş geldin
Ahmet. Nasıl yardımcı olabilirim? Bu arada kahveni nasıl alırsın?”.“Kızım bize
iki az şekerli kahve.”
“Mühendis, benim yukarı mahalledeki arsaya ev yaptırmaya
karar verdik. Eski ev dar gelmeye başladı. Biliyorsun çiftçilikle uğraşıyoruz.
Avlu alet ve edevatlar için dar geliyor. Beş nüfus olduk, arada büyükler de
geldiği zaman sıkış tepiş oluyoruz. Bütün huzurumuz kaçıyor.”
“Şu
kahvelerimizi yudumlayalım. Bu arada sen
de kafandakileri toparla. İsteklerini not alacağım. Ama asıl durum, hanımın ile
birlikte geleceksiniz bir de O’nun isteklerini alacağım. Daha sonra bir etüt
hazırlayıp, etüt üzerinde hep beraber görüşeceğiz”.
“Tamam. Sen
akşam maç seyretmeye geliyor musun?
“Evet,
herkes de gelecek, anlaşılan sen de
geliyorsun.”
“Tamam, o
zaman, akşam maçta görüşürüz.”
Her zaman
gittiğimiz meyhaneye gittim o akşam. Gitmesem rahat bırakmazdı arkadaşlar
zaten. Her zamanki gibi; ilk karşılaşmadaki takılmalar, şakalar gırla gitti
yine. Benim müşteri de geliverdi aynı anda. Kaynayan kazanın içine düşeceğini
nereden bilebilirdi ki?
Henüz uzun
bir masanın etrafına tam olarak oturmamıştık ki: Bizim çok konuşan ve
şakalarıyla ortalığı kırıp geçiren bir arkadaşımız bu gün kimi seçmişti
acaba? Her birlikteliğimizde aynı soruyu
sormuşumdur kendime. Merakla beklerim oturmaları. Tam da oturmalar
tamamlanmadan başlardı anlatmaya. Bu gün de aynısı oldu.
-Arkadaşlar
erkek çocuk yapmanın sırrını vereceğim sizlere bu gün” dedi etrafına hınzırca gülücüklerini
saçarak. “Neymiş o?” dedi masanın ucunda oturan biri. “Acelen ne? Maça var
daha, sabret biraz.”
“Aç ayı
oynamaz oğlum, biraz tıkıştırayım, hanımdan yana şanssızdım bu gün. Yüzüme bile
bakmadı bırakın yemek koymayı önüme. Akşamda eve varır varmaz kapı önüne koydu
beni ‘Günüm var, haydi kocalarının yanına’ dedi bana ve kapı önüne koydu. Bakmayın
hiç de öyle yüzüme alık alık. Bizim evde hanım sözü geçer. ‘Geçmiyor’ diyen
erkek varsa çıksın ortaya da alnını karışlayıvereyim.” Önündekilerden hızlıca
atıştırmaya başladı rakı altı yapmak için bolca da zeytinyağlı atıştırıyordu. Etrafına
da bakınmayı ihmal etmiyordu bu arada. Kimler üzerine alınıp alınmadığının
tespiti içindi bu hınzır kaş altı bakışları.
“E hadi
gari, söyle ne söyleyeceksen, çatlatma adamı” dedi uzun boylu esmer arkadaş;
oturduğu yerden. İçerisi yavaş yavaş dolmaya başladı yeni gelenlerle. Tam da
dolmasını bekliyordu belli ki. Zaman geçirmeye çalışıyordu durmadan. En fazla
70-80 kişi alırdı alsa alsa. Masalar sıkış tepiş olurdu böyle zamanlarda. Zaman
akıp gidiyordu hızlıca.
“Hadi
başlayalım gari derse: ders bir: Bolca soğan yiyeceksiniz, közde kızarmışından,
küle gömülmüşünden. Yağlayacaksınız bol bol zeytinyağıyla. Sarımsağı da ihmal
etmeyeceksiniz bu arada darılır sonra. Amca oğlu gibidirler çünkü. Ve sonra
yuvarlayacaksınız iki duble aslan sütü, koyulacaksınız işe. Bakın siz o zaman
arka arkaya erkekleri. İster futbol takımı kurun isterseniz mahalle. Karar sizin
gari…”
Bazıları
kızarmaya başladı arkadaş konuşurken. “Bunun gevezeliğini mi dinleyeceğiz ver
artık şu nevaleleri garson” dedi başka bir arkadaş. Servisler açılmaya başladı
bir taraftan. Ortalıkta bir uğultu başladı bu arada. Kimi iğneliyordu acaba
diye meraklı bakışlar dönmeye başladı etrafımızda. Belliydi ki kız çocuğu
olanları iğneliyordu.
“Oğlum,
olsun da erkek kız fark etmez, hayırlısından olsun. Oğlan da, kız da olsa bizim
evladımız; canımız evlatlarımız bizim.” Dedi
başka bir arkadaş kapının yanından. Herkes çevirdi başını o tarafa “Helal be
sana tertip, iyi ders verdin şu gevezeye” dedi ince, uzun boylu arkadaş. “Ne
dersi vereceğim, ders verene bakın siz; kendisinde de üç kız var. Hala arıyor
oğlanı, ilacını kendisi uygulamadı mı acaba merak ettim” dedi gülerek.
“Yeni
öğrendim tertip yeni, faydam olsun diye de paylaşıyorum. Kabahat bende: Niye
paylaşırsın ki öğrendiğini?” diye de hayıflandı. “Oğlum getir gerisini artık
maç başlamadan biraz kendimize gelelim. O balığın başı da benim ona göre, bu
sefer kaçırmayacağım. Balığın irisi, başı en lezzetlisi” dedi elini havada
sallayarak.
Gır gır
şamata kesiliverdi birden televizyonda maç başlayınca. Arada bir sesi
çıkanlarda uyarıldı “Kesin sesinizi” diye. Hararetle seyrettik maçı. Beş-altı
kiloluk sazanın başı yetti de artı arkadaşın tıka basa doymasına. Balık başını
seven pek olmazdı yakın zamana kadar bu meyhane de. İlk seferinde yine aynı
büyüklükte bir sazandı ve başına kimse talip olmamıştı birkaç kişiden başka. Bir
de mantar ızgara yapmıştık kendimiz. O seferden sonra mantar ızgara da moda
oldu. Bazen mantar bulamıyordu işleten, bazen de aldığı yetmiyordu. Hafif sulanıncaya
kadar ızgarada pişirip biraz da tuz ilave edildi mi, “Yeme de yanında yat”
oluyor bizim mantarlar.
Aradan birkaç
gün geçti, ben etütleri hazırladım ve Ahmet hanımıyla birlikte geldiler. Birlikte
değerlendirdik. Kabul ettiler etüdümü. Sıra geldi uygulama projesini
hazırlamaya. Sıkıştırıyordu beni Ahmet. Bir an önce başlamak istiyorlardı işe.
Bir gün
sabahın alaca karanlığında hala çalışıyordum proje üzerinde ve kolon
hesaplarını bir türlü tamamlayamamıştım. Boyutları değiştiriyorum olmuyor,
yönlerini değiştiriyorum olmuyor; beş altı saattir uğraşırken kahkahayla
irkildim birden ve kapıya kaydı gözlerim. Kahkahaya devam ediyordu Ahmet.
“Hayrola,
neden bu keyfin ben de bileyim? Dedim biraz da kızgınlıkla sabahın köründe. Uykusuzluk
bir taraftan, yorgunluk diğer taraftan ve üstüne üstelik bunların hepsi de
boşunaydı. Bir türlü dengeleyememiştim kolonları.
“Ne
yapıyorsun öyle omuzlarını oynatıp duruyorsun bir aşağı bir yukarıya doğru? Yarım
saate yakın bakıyorum burada, dalıp gitmişsin iyice. En sonunda dayanamayıp
güldüm işte. Kızdın mı yoksa?” dedi Ahmet. Anlamıştım meselenin iç yüzünü. Bırakıp
her şeyi olduğu gibi, ayrıldım çalışma masasından. Misafirlerle birlikte
oturduğum masaya geçtik beraber.
Bizim kahveci
erken açardı her zaman mekânını. “Ben söyleyeceğim kahveleri” deyip hemen
kalktı Ahmet ve diyafondan seslendi “İki orta kahve” diye. Benim karnım aç
olmasına rağmen önemsemedim. Kahvelerimizi yudumlarken anlattım ona, neden
omuzlarımın oynadığını. Kolonların hesabında yük durumunu ve basınç etkilerine
göre dengeleyemeyince kolonlara destek için omuz veriyormuşum onun gördüğü
zaman. Omuz vermelerim de fayda sağlamamıştı. “Bir süre ara vereceğim kafamı
toplamak için, bu gün hiç uyumadım, inşaata gidip geleyim; sonra da biraz
kestireyim birkaç saat, sonra geçerim tekrar başına” dedim ona. “Tamam,
yahu, dert etme o kadar da, yıpratma kendini; acele dediysek de o kadar değil. Ha
bir gün erken ha bir gün geç, fark etmez. Nasıl kafan esiyorsa öyle yap
mühendisim” dedi yüzüme şefkat ve merhametle bakarak. Ardından kahvesinin son
yudumunu alıp “ Ben geçerken şöyle bir uğrayıvereyim dedim zaten kapıyı açık
görünce. Haydi, sana kolay gelsin. Bana müsaade” deyip ayrıldı gülümseyerek. “Kolay
değilmiş senin işlerde be mühendis.” diyordu kapıdan çıkarken.
Nihayet
inşaat ruhsatını alıp başladı işe. Aplikasyonu – binanın oturma kazıklarını
çakmak- yapıverdikten sonra uğramamıştım bir hafta kadar. Bir gün geldi yanıma “Mühendisim
ben temelleri bitirdim, gelip bir bakıver bir yanlışlık var mı bizim binada?”
dedi. Birlikte gittik onun arabasıyla. İnşaata vardığımda şaşırıp kaldım
gördüğüm durumdan. Ortalıkta projede olan ne temel vardı ne de projeye uyan bir
şey. Yalnızca taş duvar vardı 50-60 cm. kalınlığında.
“Bu ne
Ahmet?” dedim kızgınlıkla yüzüne bakarak. Önce “Hiiiç” dedi suçlanmış gibi,
ellerini ovuşturuyordu durmadan. Kafasında bir şeyler vardı belli ki ama bir
türlü söyleyemiyordu. Ben de çok merak ediyordum nedenini bu yaptıklarının. O kadar
da para ödemişti bu projeyi yaptırmak için. Gördüklerime bir anlam veremiyor ne
yapmam gerektiği konusunda kafam allak bullak olmuştu bir anda. Sıkıştırdım biraz
“Ne yapacağız şimdi, nasıl çıkacağız için içinden?” diye. İşin sorumlusu bendim
mesleki olarak. Belediyeyle aramız açılacaktı olanlardan. Kara kara düşünmeye
başladım mevcut durumun çözümü için. Ama nedenini bilmiyordum hala. Biraz daha
sıkıştırdım ve hukuki sonuçlarını anlattım mevcut halin. Bir süre daha
düşündükten sonra yanıma gelip kolumdan çekerek inşaattan ayrıldık ve bahçede
asmanın altına oturduk birlikte.
“Hanım bize
iki acı kahve ver.” Dedi başını yukarıya kaldırarak. “Tamam, getiririm hemen”
dedi hanımı. O da telaşlıydı anlaşılan, sesi boğuk gelmişti kulağıma.
Kahvelerimiz geldi hemen ve hanımına göz attı Ahmet; sen ayrıl demek istemişti
ona.
“Bak
mühendisim, bana kırılma ve beni anlamaya çalış olur mu? Sen biliyorsun, bende
üç kız var Allah bağışlarsa. Maşallah üçü de erkek gibi ama sonunda ele
gidecekler. Ben senin yaptığın projeyi ne yapayım, damatlara ev mi yapıvereyim?
Şunun şurasında başımızı sokacak geniş bir yerimiz olsun istiyoruz o kadar. El âlem
dalga geçer benimle ‘Erkek adamın erkek damadı olur, damatlara daire mi
yapıyorsun?’ diye. Hanımla oturup konuştum. Allah’a şükür durumumuz iyi. İleride
evlenip gittiklerinde alıveririz her birine birer daire. Mesele milletin dalga
geçmesinde, anlıyor musun beni?” dedi başını biraz öne eğerek. Üzgün ve suçlu
görünüyordu.
Durumunu
anlamıştım, yapılacak bir şey yoktu; olan olmuştu bir kere. Şimdi sıra nasıl
çözüleceğindeydi meselenin. Nal der mıh demezdi bu saatten sonra bizim Ahmet.
Omuzuna vurarak “Akşam yemekler senden.”
Dedim şaka etmek için. Biliyordum bonkördür. Benim derdim onun yemek
ısmarlamasında değil onun rahatlamasındaydı. “Lafı mı olur mühendisim, emrin
olur.” Dedi o da benim omuzuma vurarak.
Birkaç gün
içinde bütün projeyi sil baştan yaptım ve yığma bina türünde hesapladım tekrar
ve çizimleri bitirip ruhsatı değiştirdik sil baştan inşaata devam ettik. Bitirip
oturmaya başladılar. İlk oturmaya başladıkları gün akşam yemeğine davet ettiler
beni. Seve seve gittim yemeğe. Eski günleri ve ilk inşaata vardığım günü
konuştuk tekrar ve gülüştük hep beraber. Güzel bir akşam oldu benim için.
Hanımına ve kızlara teşekkür ettim elleriyle hazırladıkları nefis lezzetli
yiyecekler için.
“Kız bizim,
oğlan bizim. Vursun davullar!”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.