pazaryeri |
Pazar pazarı gözlemlerim
Merhaba
Sevgili Misafirlerim,
Bugün oldukça
geç kalktım yine; saat 13:30 gibiydi, evde kahvaltı yapmak istemedim. Hava çok
soğuk olmasına rağmen dışarıda yapmak istedim kahvaltımı. Kahvaltıyı bahane
ederek de yapmam gereken işler vardı, örneğin mutfakta domates salçası bitmişti
onu almayı bahane ederek çıkmak istedim Pazar pazarına. Unutuyordum neredeyse,
sarımsak da bitmişti. Yemeklere üçer beşer adet kesip biçmeden yalnızca
kabuklarını soyup dişleri bütün olarak atıyoruz tencereye.
Nedense aklıma
otlu pide takıldı bugün. Benim pelte kılıklı-beynime taktığım lakabtır- tutturdu da tutturdu “Otlu pide”
diye ve düştüm yollara, hedefim Pazar pazarıydı. Oldukça büyük bir Pazar sayılır
Aydın merkezde ve genellikle köyden gelenler ağırlıktadır bu pazarda. Yeşillik,
sebze, meyve ve köyde yetişen ne aklınıza gelirse bulabilirsiniz bu pazarda. Yeşillik
türlerinin her biri de bulunur; seçip beğenip alırsınız ne isterseniz.
Uyku sersemi
bindim halk otobüsüne ve devam ettim. Aklımdaki yere vardığımda jeton düştü
bana; geldiğim yer aslında Salı Pazarının kurulduğu yer idi. Hafızamda orası
kalmış ve “kahvaltı, otlu pide” etiketleri beni oraya yönlendirdi direkt
olarak. “Vay be!” dedim oraya varınca “Benim pelte kılıklının da bilgisayardan
farkı yok, etiketlerle çalışıyor demek ki. Bundan sonra etiketleri iyi
düzenleyeyeyim” diye takıldım kendime. Gülümsemeden edemedim tabii ki bu
duruma.
Gözlerim yumuş
yumuş, biraz da hayal kırıklığına uğramış olarak başladım yürümeye. İnat bu ya;
illaki kahvaltı otlu pide ile olacak, hem de pazardaki kadınların pişirdiği
otlu pide. Vay anasına yahu, ne biçim beyinmiş bu benim Peltor-Benim beynimin adıdır -. “Yürü yavrum”
dedi bana. Durmak olur mu, ya da başka bir şeyle kahvaltı yapmak; asla. Devam o
zaman.
Bir kilometre
kadar yürüdüm aheste aheste ama kendime de kızmaya başladım bu arada. Birkaç kez
niyetim değişir gibi oldu ama bir türlü gerçekleşmedi. Pazar göründü karşıdan. Kokuyu
almaya başladı benim burun. Biraz sacda yanmış ekmek kokusu geldi esen
rüzgarla. Kokuya doğru yürüdüm avcı tazılar gibi. “Yaşasın! Buldum işte” ama ne
çare ki başında kuyruk var. İki kişi bekliyor siparişlerini. Birinin 10 adet,
diğerinin de 6 adet. Yine bir hayal
kırıklığı küçükten. “Ne kadar zamanda bana sıra gelir?” “Beş dakikaya” dedi yüzüme bakmadan, devamlı
çalışan kadın. Bir de yardımcısı var, sacda pişiren; pideleri sürekli çeviren,
yanmasınlar diye.
Neyse olan
oldu artık, bekleyeceğiz. Bu arada başka alacağım şeyleri almaya gittim. Salça,
beyaz inek peyniri, sarımsak, lahana ve yarım kilo da köy tarhanası aldım. Kalbimin
kırıklığını gidermek için döndüm tekrar pidecinin yanına. Beni fark edince “İki
dakika sonra sizinkiler hazır” dedi kadın bana. Kırklı yaşlarda, esmer, orta
boylu bir kadın.
Nihayet benim iki
adet pide oldu. Aldım paketimi: “Dört adet daha, paket olacak. Karşı kahvede
elimdekilerle kahvaltı yapıp dönüşte alırım” dedim, parasını ödedim. 1,50 TL
tanesi. Hemen oturdum kahveye ve bir çay söyledim. Dünya umurumda değildi o
anda. Tek bir amacım vardı: Kahvaltımı tamamlamak. Çayın birazcık da olsa geç
kalması bile canımı sıkmaya yetmişti. Bir lokma aldım çay gelmeden ve çok
sıcakmış ağzım yandı. “Türkler, aş pişinceye kadar dayanırmış da soğuyuncaya
kadar dayanamazlar” sözü geliverdi o anda aklıma. Demek ki bu sözün de etiketi “Yanmak”
kızgın pideyi, ağzımın içinde döndüre döndüre ve nefes alıp vererek soğutmaya
çalıştım ama gözlerimden de yaş geldi bu arada. Burnum geriye kalır mı, o da
çözüldü aynı anda.
sebze |
Çayım geldi. Biraz
bekledim pideler soğusun diye. Bu arada boş durmadım tabii ki, çaydan
yudumladım birkaç kez. Beş on dakika içinde iki çayla birlikte bitirdim
pideleri. Rahatlamıştım artık. Gözlerim de açıldı biraz. Ben kahvaltı yapmadan
kendime gelemiyorum, böyle bir huyum var işte. Zararını görmedim ama, bazen
olumsuz koşullarda canımı sıktığı oldu elbette. Bazılarının kahvaltı
alışkanlığının olmaması çok tuhaf bir şey gibi geliyor bana.
Yaktım üstüne
sigarayı ve bir de keyif kahvesi üstüne; artık bugün de sırtım yere gelmez
benim. Kahvemi yudumlarken başımı kaldırdığımda karşımda – yolun karşı
kaldırımında- tezgâhı başında oturan ana ve oğulun tavuklu pilav yiyişi takıldı
gözüme. Tavuklu pilav satan arabasını iterek geçiyordu önümden.
Yaklaşık 60
yaşlarında kadın, sabahleyin soğuk olduğu giyiminden belli oluyordu. Elinde bir
tabak tavuklu pilav tutuyor, karşısında da oğlu- yirmili yaşlarda, zayıfça ve
kara yağız delikanlı- oturmuş; bacak bacak üstünde, ellerinde birer plastik
kaşık ve ananın tutuğu tabaktan birbiri alıyor kaşıkları bir diğeri. Ne kadar
da iştahla yiyorlar, hallerinden çok memnunlar. Bugün işleri iyi gitmiş olmalı.
Kahvemden yudumlarken
bir süre gözledim ana-oğulu, fark ettirmeden onlara. Keyiflerini kaçırmak
istemiyordum; fark edildiklerini hissettirerek. Dik dik bakmadan, kaçamaklarla
bakıyordum sadece. Pazar’ın bütün meşakkatini yaşadıktan sonra böyle bir ödül
çok iyi geliyordu insana; kendi geçirdiğim dönemler canlandı gözümde. Kısa bir
süre- yaklaşık dokuz ay kadar- ben de
yapmıştım pazar işi. Akşam eve varınca bütün hesaplarını dökecekler ortaya ve
hesap kitap yapacaklardır eminim; yenilen içilenler de hesaba dahil olacaktır
ve şükür edilerek bohça kapanacaktır gelecek pazara kadar.
Ana-oğul
pilavlarını bitirmeden ben kalktım kahveden. Pideci kadından paket
siparişlerimi aldım ve pazarı dolaşmaya çıktım tekrar. Belki gözüme takılan
daha başka bir şeyler olur diye düşünerek. Yarım saat kadar gezindikten sonra,
dönmeye karar verdim.
19 Şubat 2017 Pazar-17:54
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.