“İki kaşığı yan yana olmayacak kocanın, iki kaşığından birini mutlaka kıracaksın!”
BÖLÜM-7
Veysel
ve Fatma’nın keyfi kaçmıştı iyice ve huzursuzlukları gözlerinden okunuyordu, sessizce ve düşünceli yerlerinde otururken.
Arada bir birbirlerine bakıyor konuşmak için fırsat kolluyorlardı anacak ikisi de cesaret edemiyordu ağzını açmaya. Kıpırdanıyorlardı yalnızca koltuklarında. Bir zaman öylece oturdular arada bir duvarda asılı olan saate bakarak.
Arada bir birbirlerine bakıyor konuşmak için fırsat kolluyorlardı anacak ikisi de cesaret edemiyordu ağzını açmaya. Kıpırdanıyorlardı yalnızca koltuklarında. Bir zaman öylece oturdular arada bir duvarda asılı olan saate bakarak.
Hüsnü
ve Hüsniye eve giderken sokakta gürültü yapmak istemiyorlardı ve sessizce
yürüyorlardı evlerine doğru; Hüsniye, Hüsnü’nün hep birkaç adım arkasında
yürüyor onun adımlarını izliyordu sanki ve sokak lambalarının ışıkları altına
gelindiğinde, dikkatini iyice yoğunlaştırarak Hüsnü üzerinde; el kol ve vücut
hareketlerini izliyordu. Eve varınca olabileceklerin şiddetini ve tonunu
kestirmeye çalışıyordu.
Saat, zamanın gece yarısını çoktan geçtiğini gösteriyordu. Ne Veysel’in ne de Fatma’nın gözlerinde uyku
vardı. Veysel olanları kendine göre değerlendirdi, eğer Fatma ağzını açmazsa hiçbir
şey söylememeye karar verdi; en azından şimdilik, ileriki günlerde
konuşacaklarını planladı kendince. Bu işlerin bir yolu olmalıydı, böyle olması
mümkün değildi, evliliğinin tehlikeye gireceğini düşünmeye başlamıştı yaşadığı
kısa sürelik evlilik hayatındaki huzursuzluklardan dolayı.
Biraz rahatlamak niyetiyle televizyonu açtı ve sanki hiçbir şey olmamışçasına dikkatini yoğunlaştırmaya çalışarak izlemeye koyuldu. Bir zaman devam etti aynı pozisyonda, fakat gitgide sıkılmaya başladı Fatma’nın sessizliğinden de. Fatma’nın ağzını bıçak açmıyordu, kilitlenmiş gibi oturuyordu oturduğu yerde ve dikkatini duvardaki saate vermiş öylesine bakıyordu dalgın dalgın. Çok üzüldüğü belli oluyordu suratından.
Biraz rahatlamak niyetiyle televizyonu açtı ve sanki hiçbir şey olmamışçasına dikkatini yoğunlaştırmaya çalışarak izlemeye koyuldu. Bir zaman devam etti aynı pozisyonda, fakat gitgide sıkılmaya başladı Fatma’nın sessizliğinden de. Fatma’nın ağzını bıçak açmıyordu, kilitlenmiş gibi oturuyordu oturduğu yerde ve dikkatini duvardaki saate vermiş öylesine bakıyordu dalgın dalgın. Çok üzüldüğü belli oluyordu suratından.
“Neden
Allah'ım, benim anam babam da başkalarınınki gibi değil? Bu kadar huzursuzluk
yaratmaya çok istekli bir anayı neden verdin bana? Nasıl kalkarım ben bu yükün
altından?” aklından bir sürü soru ve düşünceler geçiyordu Fatma’nın.
Veysel
elindeki kumandayı Fatma’ya uzatarak ayağa kalktı birden ve kapıya yöneldi. “Nereye?”
dedi Fatma, şaşkın ve titrek ses tonuyla. “Hiç, mutfağa” diyerek yürümesine
devam etti Veysel. Fatma bir anlam veremedi ilk anda bu harekete ve ses tonuna
Veysel’in; şaşkınlığı daha da arttı. Eline aldığı kumandayı bırakıp ayağa
kalktı ve arkasından gitti Veysel’in.
Mutfakta
dolapları açıp açıp kapatıyordu Veysel. Bir şeyler aradığını düşünen Fatma: “Ne
arıyorsan bana söyle, belki ben bilirim yerini aradığının” dedi. Daha sıcak
ve yardımcı olmaya istekli bir ses tonu vardı Fatma’nın. o anda iki yabancıydılar
sanki mutfakta. İlk defa böyle oluyordu bu eve gelin geleliden beri. “Şunu
şurasında daha kaç gün oldu da hemen soğumaya başladı havalar; hep anamın şom
ağızlığı yüzünden, patavatsız patavatsız konuşmalarından bunlar” diye
fısıltıyla konuşuyordu Fatma; fısıltısını kendisi bile duymuyordu.
“Bir
şey mi dedin Fatma?” dedi Veysel arkası dönük etrafa bakınırken. “Ben anladım galiba ne aradığını canım, üst
dolabın en arkasına saklamıştım geçenlerde temizlik yaparken. Anan görsün
istemedim; üzülmesin kadıncağız, oğlum kederler içinde diye düşünmesin istedim.”
Fatma’nın
dediği yerde buldu yarım olan rakı şişesini. Bir arkadaşından alıyordu el
yapımı olan rakıyı. Fiyatı oldukça ucuzdu piyasaya göre. Çok canı sıkıldığında
ilaç niyetine alıyordu bazen birer ikişer çay bardağıyla. Gevşeyip uyumasına
faydası olduğunu düşünüyordu.
Fatma
istemiyordu aslında alkol almasını kocasının. Bu seferlik bir şey
söylemeyecekti, durum ortadaydı. Ağzını açarsa kırgınlık olabilirdi arkadan
gelecek sözlerden. Hiçbir şey kestiremiyordu artık Fatma. Ne yapabileceğini
düşündükçe de başı dönüyor, midesine kramplar giriyordu bazen. Düşünmemeyi deniyor
o zaman da olanları anlamıyor gibi görünüyordu; bu durum daha da aptalca
geliyordu kendisine. Her şeyi anlayabildiğini göstermeye çalışıyordu aslında. Belki
tam ifade edememişti kendisini. Kafası karışmaya başladı yeniden.
Veysel
şişeden iki parmak yüksekliğinde rakı koydu su bardağına ve üzerine su ilave
etti. Ayrı bir su bardağına da su doldurdu içine iki adet de buz parçası koydu.
Her bir bardağı birer eline alarak yatak odasına doru yürüdü, arkasından da
Fatma devam etti. Fatma odaya girmeden
salona geçti ve televizyonu kapattı, lambayı da kapatarak yatak odalarına
geçti.
Öylece
Veysel’e bakıyordu iliştiği yatağın üzerinden. Veysel sandalyeye oturmuş,
bardaklarını da aynanın önüne bırakmış aynada kendisine bakıyordu; bir şey
inceliyor gibiydi. Doluca bir yudum aldı rakıdan ve başını öne eğerek
zorlanıyormuşçasına yuttu rakıyı, hemen arkasından sudan yudumladı bolca. Aynadan
Fatma’yı da rahatça görebiliyordu ama onun kendisini izlediğini fark etsin istemiyordu
o anda. Ne de olsa o da etkilendi olan bitenlerden. Ne güzel başlamıştı her şey
diye geçirdi içinden.
Fatma
geceliğini giydi öylece uzandı yatağa. Ellerini başının altında birleştirmiş
gözlerini de tavana dikmiş düşünüyordu. Epeyce
bir zaman geçti sessizlik içinde. Veysel rakısını bitirmiş olduğu yerde
oturuyordu. Bir an dalan Fatma Veysel’e baktı ve oturmaya devam ettiğini
görünce yerinden kalkıp yanına geldi boynuna kollarını doladı, başını başına
yasladı bekledi öylece. Veysel birkaç dakika hiç kıpırdamadı, tepki vermiyordu.
Bir zaman sonra ellerini kaldırıp Fatma’nın kollarına
dokundu. “Şu bardakları bırakıp geleyim ben” diyerek yerinden kalktı. Fatma, Veysel’den
önce davranıp bardakları aldı “Hadi sen soyun, ben bırakır gelirim” diyerek
kapıya yöneldi...
Fatma
geldiğinde Veysel pijamasını giymiş yorganı açıyordu. Fatma da diğer tarafına
geçip yorganın köşesini açıp girdi yatağa. Her ikisi de ellerini başlarının
altında birleştirmiş öylece tavana bakıyorlardı…
Eve
varan Hüsnü ve Hüsniye doğruca yatak odasına geçtiler. Hoş, evde kendilerinden
başka kimse yoktu ya. Yine de yatak odasını tercih etti Hüsnü, arkasından da
Hüsniye girdi. Daha Hüsniye içeri girer girmez ağzını açtı Hüsnü. Ses tonu çok
gergindi ve kelimelerini özenle seçmeye çalışıyordu. “Otur şöyle karşıma
Hüsniye” dedi eliyle karşısındaki sandalyeyi göstererek. “Tamam” dedi Hüsniye
kısık bir sesle.
“Bak
Hüsniye, bu son olsun istiyorum artık. Şimdi kulağını açacaksın ve beni iyi
dinleyeceksin. Aksi halde bu yaştan sonra insanlıktan çıkarma beni. Eski deli
günlerime dönmeyeyim. İyi anladın mı beni?” dedi el kol hareketleriyle. El kol
hareketleri hızlıydı.
“Tamam
Bey” dedi başını öne eğerek Hüsniye. “Kadın,
akılsız kadın; hiç mi düşünemiyorsun sen bu kızın durumunu? Ne yapacaksın bir
haftalık evli kızını ayırıp da yastık mı yapacaksın başına. Gönlün nasıl razı
olacak boynunun burulmasına? Olan oldu artık geriye dönüş yok, kafana sok bunu;
aksi halde ben sokmasını bilirim o akılsız kafana. Bir daha mı? İstersen bir
dene, el içinde falan demem; çenenin ayrılıverdiğini görürsün hemen oracıkta. Eli
ayağı titremeye başladı Hüsnü’nün.
"Kızgın adam" |
“Yarın
gideceksin Dünürüne ve önce dünüründen, daha sonra da çocuklardan; özellikle
damadının gönlünü alacaksın, eve yemeğe davet edeceksin istediğin bir
günde. Özürüm büyüğü küçüğü olmaz, özür
özürdür ve bu senin özürün; kabulleneceksin eşekliğini, özür dileyeceksin
herkesten. Anladın mı?” dedi Hüsnü, biraz daha yumuşak bir ses tonuyla ve sırt
üstü döndü yatakta. “Hadi hayırlı geceler” dedi yorganı biraz daha çekti başına
doğru.
Hüsnü’nün
horlama sesi gelmeye başladı bir zaman sonra. Bir türlü uykusu gelmiyordu
Hüsniye'nin, kocasından yediği laflara mı yansın; kızının bir çulsuza varıp
rezillikler içinde ömrünü geçireceğine mi yansın bilememişti o an. İçin için
hem kocasına hem de kızına kızıyordu. Bir türlü kızına kızgınlığını atamamıştı
içinden hala da atabilmiş değildi. Kafasına koymuştu ayırıp zengin bir kocaya
vermeyi. Hazırdı da zengin koca, bugün ayrılsa yarın nikahı basardı adam. Neyi vardı
sanki, adam adamdır sonuçta. Ne olmuş iki küçük çocuğu varsa, bakardı Fatma;
eli kolu mu kırılacaktı iki masum yavruya bakmakla. Bir eli yağda bir eli balda
olurdu hiç olmazsa. Kendisi gibi ömür boyu amelelik, temizlik yapmazdı ellerin
işlerinde.
Kendi
kendine konuşuyordu içinden içinden Hüsniye. Bir an Hüsnü’nün dedikleri ve el
kol hareketleri, hele o kan çanağına dönmüş gözlerini patlatarak “Elimden bir
kaza çıkacak” demesi geliverdi gözlerinin önüne ve irkildi birden. Sırt üstü
döndü yatakta, ben de ölümüme susadım her halde, Allah'ım, sen beni koru; aklımı
başıma devşir. Diye geçirdi içinden ve birkaç dua okudu fısıltıyla. “Allah'ım
sonumuzu hayır eyle, akıl fikir ihsan eyle tüm kullarına…”
02-03-2017
Halil GÖNÜL
Görsel: Pixabay.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.