"Mor_Sümbül" |
Mor Sümbüller
Merhaba
tekrar, sevgili Misafirler.
Pazar gözlemim-3- bir saksı umut yazımda bir sorum vardı, sayfa sonunda. “Hangi yemekler lezzetlidir
sizce?”
Kimse
cevap vermeye tenezzül etmediğine göre, hafife alınan bir soru sordum demek ki
diye düşündüm ve ben de kendi kendime cevaplamaya karar verdim sonunda. Zaten hepiniz
de biliyorsunuz cevabını sorunun. “Bu da soru muymuş?” dediğinize göre.
Bana
göre en lezzetli yemek; içine sevgi aroması katılan yemektir. Hepinize de
afiyet olsun, sevgi dolu yemekleriniz.
Bu
hafta pazara erken çıktım pazar günü. Öğle saatleriydi. Biraz dolaştım
öylesine; niyetim yürüyüş yapmaktı aslında biraz. Çok zamandır hareketsiz
kalıyorum ve ayak kaslarımda bazen ağrı hissetmeye başladım. Öğle yemeğimi her zamanki
gibi çözdüm, üç çay içtikten sonra molayı bitirmeye karar verdim bu arada da
saat 14 civarındaydı.
Fazla
bir şey almayı düşünmüyordum, biraz yeşillik, marul ve domates aldım. Yürüyüş amaçlı
düşündüğüm için yüküm ağırlaşsın istemiyorum tabii ki.
Bu
hafta oldukça güzeldi hava, sıcaktı. Çok kişi, özellikle gençler kısa kollu
bile giymeye başlamışlar; imrendim onlara ve kireçlerime küfrettim içimden bol
bol. Ama sıcağın benim özellikle boyun ve omuz kireçlerime faydası çok oldu;
gevşediler ve ağrılarını hissetmez oldum. Ben de o kadar ihtiyar sayılmam hani,
ince giyinmiştim çıkarken. İyi de etmişim çünkü çok terleyecekmişim yoksa.
Sözü
uzatmadan; bu hafta Pazar oldukça sakindi, birkaç kişiyle de sohbet edince emin
oldum tenhalıktan. Özellikle sac pidecim bayanın da fikri aynı doğrultudaydı. Bu
tenhalığın birinci sebebi: havaların sıcak olması ve baharın güzel yüzünü
göstermesi nedeniyle insanların piknik alanlarına yönelmesi.
İkinci
sebep: yazlıklara gidilmesi. Sahiller yakın olduğu için insanlar hafta sonunu
yazlıklarında değerlendiriyorlar.
Üçüncü
ve son sebep: 16 nisanda referandum olması ve siyasilerin çoğunun çalışması.
Bu
şartlardaki o cıvıl cıvıl pazarı sizlerde tahmin etmişsinizdir zaten. Her şeye
rağmen gene de alışveriş vardı tezgahlarda.
Asıl
konuya giremiyorum bir türlü; artık balıklama dalacağım, düşündüğüm konuya. Bu hafta
pazar yeri tam bir ilkbahar müjdesi veriyordu gözlere. Her tarafta; genellikle
orta yaşlı ve orta yaşın üzerinde olan bayan esnaflar: Aslında kendi yetiştirdikleri
veya kendi ürettiklerini getirip satıyorlar küçük küçük tezgahlarında. Bu konuda
Aydın pazarları Cennet sayılır satıcı açısından. Bunun nedeni de Bayan bir
belediye başkanının- Topuklu Efe’miz- olması ve pazara girmelerinin önündeki
tüm engellerin ortadan kaldırılmış olması diye değerlendirdim. Öyle her yerde
her pazara, hele hele genel pazarlarda pazar yerinde satın almış olduğun bir
yerin yoksa sıkıysa gir bakalım da görelim. Esnaf bir taraftan, vatandaş bir
taraftan, zabıta diğer taraftan, maliyeciler desen Azrail gibi tepende tırpanla
bitiverir hiç anlayamadan. Bilmeden gelmişse birisi ilkinde hemen alır dersini
ve kitabını da koltuğunun altına kıstırıverirler okusun dursun diye ve bir daha
adım atmazsın o Pazar yerine.
Aydın
pazarlarının hiçbirinde de böyle bir durum görmedim. Pazar gayet rahat ve
gelenlerin büyük çoğunluğunun esnaflıkla ilgisi yok ve köyde veya şehirde küçük
bahçesinde yetiştirdiğini ve ürettiğini pazarlayıp üç beş kuruş harçlık
çıkarmaya çalışan gariban yoksulluk derecesindeki vatandaşlardır. Genellikle kadın
olduğunu belirtmiştim zaten.
Topuklu
Efemizin Pazar ve pazarcıları desteklediğinin başka bir göstergesine tesadüf
olarak şahit oldum gözlerimle. İlk defa öyle bir çözüm gördüm Genel tuvalet
ihtiyacına. Çözüm şöyle: Üç metre civarında kasa uzunluğu olan bir açık kasalı
kamyonet, konteyner -seyyar- tuvalete dönüştürülmüş. Bayan ve erkek olarak
bölümlenmiş, bir de küçük seyyar jeneratör ilave edilmiş aydınlatma ve klima
için. Pazar yerine yakın park halinde ve çalışır durumda bırakılmış sabah
erkenden. Böylece hem pratik hem de çok güzel bir çözüm bulunmuş.
Bazıları
belki diyebilir: Ona yapılan masrafla iki tane aynı büyüklükte yapılabilir diye.
Eğer böyle düşünen varsa benim düşüncem: Eğer yapı olsaydı orada, haftada bir
gün hizmet verecekti ve başında en az bir görevli olacaktı. Halbuki böyle
haftanın yedi günü kullanılabilir durumda ve başında görevli de bırakmak
gerekmiyor. Neyse geçiyorum bu konuyu da.
Pazar
baharın müjdecisiydi dedim ya, evet aynen öyle; bütün kadınların önünde ve ekstra
tezgahlarda mor sümbül demetleri bağ bağ diziliydi bu hafta. Bahçelerde yetişen
mor sümbüller olmuş ne de güzel kokuyorlardı pazarda. Ben bile dayanamadım, iki
bağ alıp getirip su bardaklarına su koyup içine de mor sümbül bağlarını koydum, birkaç
gün mis, mis koklayacağım masamda. Ellerine emeklerine sağlık yetiştirenlerin ve
emek çekenlerin.
"Mor_Sümbül" |
Yıllar
öncesinde bir haber dikkatimi çekmişti ve bu pazar dolaşmamda, o haber tekrar
gözlerimde ve hafızamda canlandı birden mor sümbülleri görünce. Aslında haberin
mor sümbülle çok fazla ilgisi yok gibi ama: Enflasyon canavarının dev olduğu
zamanlarda tam da enflasyonu kontrol altına aldık denilen zamanlardı. Bir ilkbahar
zamanıydı ve İzmir kaynaklı bir haberde şöyle diyordu içerik itibariyle: “İlkbahar'ın gelmesiyle dağ ve köylerimizdeki otların pazara girmesi enflasyon
canavarını ayağa kaldırıp harekete geçirdi. Yüzde üç yükseldi.” Evet böyleydi,
o zamanlarda bu haberi okuyunca biraz ilgilendim ve araştırdım Ege bölgesindeki
yemek alışkanlığını, yeşilliklerle arasının nasıl olduğunu vb. konularda kafa
yormuştum. Elde mi ne var?
Elde
olanlar: Ege civarında yeşil sebze gibi yiyecekler, özellikle ot vb. doğada
yetişen veya yetiştirilen türler oldukça fazladır. İklimin de müsait olması
zaten kendiliğinden doğada yetişen türler vardır. Örneğin: Gelincik-daha
topraktan çıkar çıkmaz- tazeyken toplanır, kuzu kulağı, şabıla denilen geniş
yapraklı bitki, dere otu, tere, maydanoz, ebegümeci, dere kenarlarında bolca
yetişen yabani maydanoz, yabani nane, gibi daha yüzlerce bitki türü toplanır ve
pazara ulaşır. Pazara giren miktar demek o kadar var ki; önemli bir rakam
oluşturup insanların satın alma güçlerini artırıyor ve enflasyonu dizginlemek
için piyasadan çekilen para kısmen de olsa dolaşıma girerek paranın bollaşması
sağlanmış oluyor kendiliğinden. Bunu da kontrol edebilmek mümkün olmuyor. Böylece
Ege bölgesinin ilkbaharı enflasyonu oynatıyor, dev enflasyon canavarı paranın
kokusuyla kıpırdanmaya başlıyordu bir zamanlar.
Alışverişimi
tamamladım Menderes caddesine doğru durağa yürüdüm. Durağa gelmeden bir kahvede
oturup biraz dinlenmek istedim ve eşyalarımı masanın üzerine bırakarak oturup
bir kahve siparişi verdim kendime. Hak etmedim mi yani sizce?
Yarım
saat kadar oturduktan sonra kalktım. Aslında rahatsız oldum bir delikanlının
davranışlarından, o nedenle kalktım. Kaba saba, biraz da rahatsız bir tip, 20’li
yaşlarda kılık kıyafeti uyumsuz, daracık kumaş pantolon, kıçı sığmamış içine,
üstünde beyaz bir gömlek; beyaz gömleğin altında renkli bir tişört, kolunda
gösterişli bir saat, başında takılı ucuz bir güneş gözlüğü, kötü saç tıraşlı,
kulağında telefon kulaklığı pazar alışverişi yapmış, ben oturduktan beş dakika
kadar sonra geldi 5 metre önümdeki bir sehpaya ilişti önce. Eşyalarını bıraktı.
Ayağında beyaz çorap ve beyaz pahalı sayılabilecek bir spor ayakkabı vardı, otururken
birden ayaklandı ve bağıra bağıra telefon ağzında kulaklık kulağında konuşmaya
başladı küfürlerle bağıra bağıra; arada da yanlarda oturan üniversite öğrencisi
kızlara ve yoldan geçen bayanlara, içine düşecekmiş gibi bakarak hareket etmeye
başladı. Sanki birden ortaya bir sahne kuruldu ve bir aktör çok güzel rol
kesiyordu.
Dayanamadım
beş dakikadan fazla, kahve paramı ödeyip kalktım. Durağa 100 metre yürüdüm ve
beklemek için durağın yanındaki çiçeklik duvarının köşesine oturdum gelen
arabaları görebileceğim pozisyonda. Durakta 10 kişi kadar vardı kalabalık
değişik cinsiyet ve yaşlarda.
"Güle güle" |
Bakımlı
olduğu her halinden anlaşılan evcil bir köpek çıkageldi yaya kaldırımından
saparak önüme doğru. Tam önümde yere uzandı ve ağzında getirdiği içi boş, ağzı
kapaklı küçük pet şişeyle oynamaya başladı. Gözleri sanki insan gözü gibi
bakıyordu bana ve çevredeki insanlara. Ağzından bıraktı bir an bakındı tekrar
bana ve benim yanımdakilere. Hiç de yabancılık çekmiyordu kimseden; kırk yıllık
ahbap gibiydi herkesle. Kulağına baktım herhangi bir küpe falan yoktu. Üzerinde
hiçbir takılı bir şeyi yoktu sahipliği belirten. Sokağa salınmış belliydi
halinden. Kaşınıyordu arada bir. Sahipli günlerinin özlemini çektiği
görülüyordu.
Yanı
başımda ayakta diklen 50’li yaşlarda bir çift ve bayan olanı elindeki poşet
içinden küçük bir parça pide koparıp yerdeki köpeğin önüne koydu yavaşça. Köpek
baktı önce kadına ve adama teşekkür edercesine, sonra kokladı, ağzının ucuyla
yakaladı ve geriye bıraktı yemeden pide parçasını. “Susuz garipçik” dedim gayri
ihtiyari. Çünkü köpek pet şişenin kapaklı kısmını ağzıyla yakalayıp hafif yere
sürterek sanki kapağı açmaya çalışıyordu. Bazen de ön iki ayağı arasına alarak
şişeyi, kapağını da ağzıyla açmaya çalışıyordu. Yani o pet şişesinin su şişesi
olduğunu biliyordu ama içinde su olmadığını anlayamamıştı köpek.
Araba
geliverir diye de yerimden uzaklaşmak istemiyordum açıkçası. Benim ihtiyar
delikanlıya sac pide yaptırdım, bir an önce yetiştireyim ki eve; sıcak sıcak
yesin diye düşünüyordum. Gelecek araba 5 dakika içinde gelecek, sonraki araba
ise 20 dakika kadar sonra gelecekti. Ama
gözüm ve içim köpekte takılı kaldı, sürekli yalvaran sessiz bakışları beni
rahatsız etmeye başladı. Yanımdaki kadın da “Susuz” dediğimde bana katılmıştı. İçim
acımaya başladı ve empati kurmaya başladım birden.
Dayanamadım
o anda ve 3 metre kadar genişlikteki yaya kaldırımının öbür ucunda dükkan
kapısında dikilen, çalışan bir bayan takıldı gözüme. Gelen geçenleri
seyrediyordu. 20 yaşlarında modern giyimli güzel bir bayandı. Elim kalktı
birden, sağ elim boştaydı ve sol elimle poşetleri tutuyordum. Önce pek
önemsemedi bayan, daha sonra “Ben mi?” anlamında kendisini işaret etti seslenerek.
“Evet” deyince de yaşımdan dolayı olmalı bana doğru yürümeye başladı yaşlıya
saygısından dolayı.
Yanıma
gelince, köpeği göstererek: “Hayvancağız susuz, mümkün mü acaba biraz su temin
etmek?” Deyince gülerek “Tabii ki, merak etmeyin ben hallederim şimdi.” Dedi ve
hızla dükkâna girip maşrapa içinde dolusu su getirdi ve yanı başıma bıraktı. O köpeğin
bakışlarını görmenizi isterdim doğrusu, dünyam değişiverdi birden; köpek suyu
getiren bayana o kadar saygılı ve minnetle bakıyordu ki konuşmak hafif kalır
yanında. Sonra bana ve etrafa bir göz attı, yavaşça yerinden kalktı. Pet şişeyi
de ağzına alarak birkaç adımda maşrapaya ulaştı. Yavaşça ağzındaki pet şişeyi
bıraktı dibine ve tekrar çevresine ve bana bakındı içmeye başladı suyunu. Tam da
içiyordu ki araba geliverdi, ben: “Hoşça kal cici yavru” dedim kalkarken, gözüm
takıldı tekrar şapırtı sesi kesilince, bir adım atacaktım ki dönüp baktım: Göz
göze geldik köpekle. “Bir daha görüşebilecek miyiz? Der gibiydi başını çevirmiş
haliyle, ben adım atınca suyunu içmeye devam etti. Araba hareket edinceye kadar
baktım. Araba hareket ettiğinde, şoför gaz verince egzoz sesinden olmalı
diye düşündüm; köpek başını kaldırdı tekrar uğurladı beni.
Arabada
yolculuk yaparken hep köpek geldi gözlerimin önüne ve bolca küfürlü konuşan
genç, lise veya orta okul öğrenci gurubunun sesleri cılız geliyordu kulağıma. Ama
bir tane sulak yerde yetiştiği belli olan bir delikanlı, o obez haliyle kızlı
erkekli arkadaşlarına ettiği küfürlerden oldukça rahatsızlık hissettim aslında.
Çok yadırgadım, arabanın içindeki neredeyse herkes başını çevirip onlardan yana
bakıyordu arada bir. Hiç birisi de tınlamıyor, sanki arabada yalnızlarmış gibi
hareket ediyorlardı. Forum durağında indiler de, araba sakinleşti ama küfürlerin
saldığı nahoş koku herkesin üzerine sindi sanıyorum.
Bol
keyifli, bir hafta dileğimle burada sonlandırıyorum bu yazımı.
Gelecek yazıda buluşmak üzere şimdilik
hoşça ve mutluca kalın.
27-03-2017-1120
Halil
GÖNÜL Görsel: Pixabay.com
Merhabalar,
YanıtlaSilyeni blog açtım ve kişisel bloğumun desteğe ihtiyacı var eğer destek verirseniz oldukça memnun olurum İyi günler dilerim
https://benirva.blogspot.com.tr/
Elbette, elimden geldiğince. Kolaylıklar ve başarılar dilerim yeni blog yolculuğunuzda. İlk yazınızı okudum çok keyif aldım dolaşmaktan.
Sil