“İki
kaşığı yan yana olmayacak kocanın, iki kaşığından birini mutlaka kıracaksın!”
BÖLÜM-11
16 Mart 1989
VEYSEL USTABAŞI’NIN MEZUNİYETİ
"Aşk, mideden geçer." |
KAŞIK
Fatma
eve geldiğinde bitkin bir halde yatak odasına attı kendini. Kimseyi görecek
hali yoktu. Yatağın üzerine bırakıverdi
kendini öylesine ve gözlerini yumuluyordu yorgunluk ve bitkinlikten.
Bir süre kaldı hiç kıpırdamadan ve nefesini de tutuyordu sürekli; aldığı her nefes içinde sıkıntı yaratıyordu sanki, bir den patlayacakmış gibi hissediyordu kendini. Gözlerinde canlanıyordu sürekli olanlar. Ne yapsa da önüne geçemiyordu bu durumun.
Bir süre gözlerini açık tutmayı denedi ama nafileydi, gözleri açıkken bile her şey capcanlıydı gözlerinin önünde ve içini sıkıyordu. Yaptıklarına akıl erdiremiyordu: “Nasıl bu kadar aptal olabildim?” diye soruyordu sürekli kendine ve bir cevap bulamıyordu: Elinde tek bir şey vardı cevap olarak o da annesiydi…
Sultan
Fatma’nın geldiğini anlamıştı ama odasından dışarıya çıkmak istememişti. Bir süre
daha fazla yüz yüze gelmek istemiyordu, ağzından bir şey kaçırmamak için; ne de
olsa geliniydi ve oğlunun karısıydı; sessiz kalmak en iyisi olacaktı. Bir süre
odasında oturup düşündükten sonra kararını verip dışarıya çıktı. Bahçede uzun
süredir oturmamıştı, çiçek ve ağaçlara bakmamıştı hiç. Eskiden ne kadar da çok
dertleşirlerdi sessiz sessiz çiçeklerle ve ağaçlarla. Hele oğluyla döktükleri
terleri düşündüğünde buruldu içi birdenbire ve boynunu bükerek baktı
bahçesindeki bütün canlılara. Karınca yuvasına takıldı gözü birden: “Nasılda
çalışıyorlar canla başla, ölüleri mi var, hastaları mı var belli değil hiç; hiç
kimseye de bir şey söylemeden dertlerini içlerine gömüyorlar adeta” diye fısıldadı.Bir süre kaldı hiç kıpırdamadan ve nefesini de tutuyordu sürekli; aldığı her nefes içinde sıkıntı yaratıyordu sanki, bir den patlayacakmış gibi hissediyordu kendini. Gözlerinde canlanıyordu sürekli olanlar. Ne yapsa da önüne geçemiyordu bu durumun.
Bir süre gözlerini açık tutmayı denedi ama nafileydi, gözleri açıkken bile her şey capcanlıydı gözlerinin önünde ve içini sıkıyordu. Yaptıklarına akıl erdiremiyordu: “Nasıl bu kadar aptal olabildim?” diye soruyordu sürekli kendine ve bir cevap bulamıyordu: Elinde tek bir şey vardı cevap olarak o da annesiydi…
"çiçek" |
Bugüne kadar hiç aklının ucundan bile geçmemişti eve girmemeyi. Eve girmek hapishaneye girmek gibi hissetmeye başlamıştı birdenbire. Neden diye sormadı hiç kendine çünkü korkuyordu vereceği cevaptan. Olsun, içine gömmek daha iyiydi; içi de mezarlık gibiydi zaten bir sürü gömülenler vardı, unuttukları bile vardı gömdüklerinden. Gömdükleriyle birlikte yaşamaya alışmıştı zamanla, pek fazla şikâyeti de olmamıştı bu günlere kadar. Var yok demeden gücü yettiğince çalışıp didinmiş bu günlere gelmişti. Eskiden yorgunluk nedir düşünmezdi hiç öyle ki: aklının ucundan bile geçmemişti.
Veysel’in
sevinçli bir günüydü. Sınavlarının sonuçları belli olmuştu ve artık lise
mezunuydu. Hem de dereceye girmişti. Sonucu öğrendiğinde dünyalar onun olmuştu,
ayakları yerden kesilivermişti bir anda ve hoplaya hoplaya girmişti bölümüne. Herkesin
gözü üzerindeydi ve o hiç de fark etmiyordu onları; ortaya geldiğinde Yusuf’un
sesiyle irkildi birden ve gerçek dünyaya döndü. “Hayrola Veysel Usta,
bulutlardasın bakıyorum!” diye bağırmıştı kendisine el sallayarak. Kendisi de
el salladı “Mezun oldum mezuuuun, bittiiiiiiiiii!” Dedi. Herkesten bir uğultu
yükseldi birden. Kıskananlar, kızanlar, sevinenler de vardı insanların içinde. Veysel
hala hayal alemindeymiş gibi suratları silik görüyordu ve hepsi de etrafında
dönüyordu sanki…
Veysel’in
baş ustalığa terfiinden sonra maaşında da artış olmuştu kısa aralıklarla. Bir türlü
akıl erdirememişti bu duruma ama sevinmişti tabii ki. Maaşı rahat rahat
yetiyordu artık, Fatma’nın isteklerini karşılayabiliyordu şimdilik sıkılmadan. Eski
baş ustası arada bir yokluyordu kendisini, bazen telefonla bazen de kahvede
buluşuyorlardı zaman zaman ve sohbet ediyorlardı birlikte. Eski günlerini
anıyorlar gülüşüyorlardı.
Eski
baş ustası yeni bir fabrikaya girmişti yeniden. Memnundu yeni iş yerinden. “Daha
büyük ve daha düzenli bir yapısı var” diye söylemişti Veysel’e. “Hayırlı uğurlu
olsun ustam, darısı başıma.” Demişti Veysel de ona. “Olur olur, gün doğmadan
neler doğar. Sıkma canını sen.” Demişti kendisine. En son görüştüklerinde
anlatmıştı ustası kendisine fabrikanın büyüklüğünü ve kendisinin de makinaların
tamamından sorumlu olduğunu. Yardımcıları da varmış ama hepsinden de memnun
değilmiş, birkaçının hep açığını buluyormuş ve yol verecekmiş onlara. Korkuyormuş
da büyük bir kaza yaşamaktan.
Eve
sevinç içinde geldi Veysel. Herkese vereceği haberi düşünmüştü, onlara sürpriz
olacaktı. Ne kadar da sevinecekler diye aklından geçiriyordu sürekli. Can atıyordu
sevinçli haberini paylaşmaya. Bahçe kapısını gürültüyle açtı herkes duysun
diye. İçeriye adımını attığında kimseciklerden ses seda yoktu. Gürültülü bir
şekilde çarptı bahçe kapısını ve koşar adımlarla geçti bahçeyi, zile dokundu
ayakkabılarını çıkarırken. Kapı çeç açılmıştı sanki “bana mı öyle geldi acaba!”
diye tereddütle yürüdü, Fatma yorgun görünmüştü gözüne ve sesi de çok
mattı. Bir kez daha baktı yüzüne geriye
dönerek. Üstünde durmak istemedi. Bağırarak girdi salona anasının orada
olacağını düşünerek. “Mezun oldum mezun, bitti ana bitti!” demişti. Sultan
göründü salonun kapısında “Ne bağırıyorsun deli oğlum avaz avaz?” dedi Veysel’e
bakarak.
Veysel
koşup anasının ellerini tutup öptü sonra da anasının yüzünü avuçları içine
alarak gözlerinin içine baktı. Gözleri fıldır fıldırdı anasının meraktan ve
şaşkınlıktan “Mezun oldum ana mezun, bitti nihayet!” dedi. Sultan olduğu yere
çöktü kaldı sevinçten. Diz bağları çözülmüştü; sanki tırmandığı tepeye ulaşmıştı
ve bitkindi. Veysel de çöktü dizlerinin
üstüne ve anası sardı onu koynuna ve gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı
sessiz sessiz…
Fatma,
Veysel’in arkasından salona gelmemiş doğrudan yatak odalarına geçmişti. Veysel’in
gözleri karısını aradı etrafında ama yoktu. Farkında değildi odaya geçtiğinin. Mutfakta
olabileceğini düşündü, belki de yemek hazırlıyordur diye içinden geçirerek
anasından ayrılmaya çalıştı. Anasını kaldırıp koltuğa oturttu ve mutfağa doğru
koşturdu. Anasını içi burkuldu bu durum için. Ana bu kaçar mı hiç gözünden;
anlamıştı Fatma’nın kırgınlığını ama neden kırıldığına bir türlü akıl
erdiremiyordu. Onları yalnız bırakmayı düşündü birden ve harekete geçti.
“Oğlum
Cevriye teyzen çağırmıştı beni gündüz, söz vermiştim gelirim diye; unutmuşum
aklıma geliverdi, ben onlara gideyim bakalım neymiş derdi. Siz yemeğinizi yiyin
beni beklemeyin; onlarda atıştırırım ben.” Diyerek cevap beklemeden odasına
geçip hazırlanarak çıktı. Tam da kapıdan çıkarken “Tamam” dediğini duydu Veysel’in…
Veysel
yatak odalarına girdiğinde oturur durumda buldu Fatma’yı. Buz gibiydi sanki,
kendisini de fark etmiyor gibiydi. Yanına geçip elini omuzuna atarak oturdu
yatağın üzerine. Tedirgin olmuştu birden. Aklından bir sürü şey geçiyordu;
neler olup bittiğine dair. Gelin kaynana kavgası mı olmuştu, kendi ailesinden
kaynaklı bir durum muydu kararsızdı. Bir süre yüzüne baktıktan sonra üzüntülü
bir şekilde “Neyin var Fatma, ne oldu?” dedi omuzunu okşayarak…
“Yok
bir şey!” dedi sertçe ses tonuyla ve yataktan indi birden kapıya doğru yöneldi “Ben
yemek hazırlayayım, açsındır.” Dedi arkasına bakmadan. Mutfağa doğru yürürken
Veysel de arkasından mutfağa doğru yürüdüler arka arkaya. Veysel yardım etmek
istediyse de “Otur sen ben hazırlarım.” Diyerek engel oldu Veysel’e. Bir sandalyeye
ilişti zorla ve Fatma’yı süzmeye başladı oturduğu yerden.
Böyle
zamanlarda Fatma’nın üstüne varmanın bir anlamı olmuyordu; zamanla anlamıştı
Veysel bu durumu. Biraz zaman geçsin konuşurum diye düşünerek önüne bakmaya
başladı ama kafasındaki cevapsız soruların da her geçen gün arttığını fark etmeye
başlamıştı. Boğuluyordu cevapsız sorulardan; vaz geçmeyi düşünmüyordu daha
cevap aramaktan. Mutlaka bir cevabı olmalı kafasındaki soruların ve cevaplar da
Fatma da diye düşünüyordu. İstese de istemese de keyfi kaçmıştı ve suratının
asıldığını hissediyor bir türlü gücü yetmiyordu kendi yüzünü güldürmeye.
Hazırda
ne varsa tencerelerde ve dolapta, koydu sofraya Fatma. Nasılsa Veysel
aramıyordu hiçbir şey. Eksik olsun fazla olsun bir şey demeden “Ellerine sağlık
canım” deyip saldırıyordu çatal, kaşıkla; bazen silip süpürüyordu ne varsa
sofrada. Bu sefer de öyle olacağını düşünmüştü Fatma; birkaç kaşık yemekten
isteksizce alarak ağzına götürdü ve zorla yuttuktan sonra hiçbir şey demeden
kaşığı lavaboya fırlatıp acelesi varmış gibi fırlayarak kalktı yerinden ve hızlıca
çıktı mutfaktan.
Hiç
beklemediği ve bugüne kadar görmediği bir davranışıyla karşılaşmıştı Fatma. Veysel’in
arkasından bakakaldı. Hiçbir şey de diyemedi, daha doğrusu ne diyeceğini
şaşırdı. Kızmalı mıydı yoksa gönlünü mü almalıydı bilemedi. Gitmişti işte ne
yapsa da faydası olmayacaktı ona göre. Bir süre oturdu yemek masasının başında
başını ellerinin arasına alarak. Gözleri sabit bir noktaya bakıyordu masanın
üzerinde; yemek tabağının içindekiler takıldı gözüne. Üç beş kaşık kuru fasulye
yemeği ya vardı ya yoktu tabağın dibinde ve tane sayısı da beşi geçmiyordu. Gözlerine
inanmamış gibi elleriyle tabağı tutup yana yöne eğerek yemeğin miktarını
anlamaya çalışır gibi yaptı ve gözlerini olabildiğince açıp tekrar tekrar baktı
tabağa. Diğer tabaklara da bakıyordu… Koyduğu salatanın yeşillikleri
pörsümüşler siyah siyahtılar veya koyu yeşilden siyaha dönmek üzereler. O da
iki üç kaşık vardı ya da yoktu. Pilav desen takır takırtı… aldı tabakları
lavaboya çarptı hepsini de. Lavabo ve mutfak savaş alanına dönüverdi birden…
27-06-2017
veyselin mezun olması anasını sevindirmiş..ama sonrası veyselin moralini bozan gelişmeler olmuş..çok iyi bir hikaye elinize sağlık..
YanıtlaSilTeşekkür ederim, 11. bölümde ısınmaya başladı yavaş yavaş.
Sil