Ben |
Hayatın Cilvesi
Sevgili
Cevcet,
Sevincimi
anlatamam sana, tarifi yok çünkü hakkında okuduğum şeylerden sonra. Bu kadar
yıllar geçmesinin ardından bu kadar zalimliklerin arasında güzel şeyler de
varmış demek ki. Elbette hanımların durumundan çok etkilendim ve senin yerine
kendimi koyunca başım döndü, gözlerim karardı; neyse ki şansın yaver gitmiş
sonunda. Tebrik ederim her ikinizi de her ne kadar yüz yüze tanışmasak da
tanışmış kadar oldum mektubunu okuyunca.
Aslına
bakarsan mektubunu okuduğumda hemen kalkıp gelesim geldi ama şartlar işte,
bırakmıyor ki her istediğimizi istediğimiz anda yapalım. Ama bir gün mutlaka
gelmek istiyorum.
Hayatın
cilvesi denilen durumu yaşamayan yoktur her halde, mutlaka bir kez dahi olsa
her yaşamda vardır bu cilvelerin izi ancak bazı cilveler çok ağır geliyor
insana ve al aşağı ediveriyor o anda ve neye uğradığına şaşırıyor insan. Benim
de başımdan geçenler oldu elbette ama şimdi sırası değil bunların. Daha sonraki
mektuplarda veya geldiğimde görüşürüz mutlaka.
Cevcet’ciğim,
yüksek lisans tezin oldukça ilgimi çekti ve şöyle bir araştırdım internetten;
oldukça ilginç şeylere rastladım ben de. Nereden aklına geldi bu tür bir konu
bilemiyorum ama bence de isabetli olmuş. İnsan yaşadığı zamanın havasını
soluyor değil mi?
Ne
ilginç, şu Nasrettin Hoca’nın papağanını bana da anlatmıştı Ankaralı bir
arkadaş askerlik sırasında İstanbul’da aynı evde kalırken. Yedek subaydık komşu
birliklerde ve tesadüf olarak birliklerdeki ilk haftamızda ev aradığım duyulmuş
ve bu arkadaşı başka bir yedek subay arkadaş önermişti; birlikte aynı
bölüktelermiş. Öneren arkadaş İstanbullu idi.
Neyse
uzatmayayım, ben evi tuttum ve birlikte kalmaya başladık. Bir gün Bakırköy’de
kafeteryada çay içerken anlatmaya başladı fıkrayı. Çok severdi fıkra
anlatmasını, tabii iğnelemesini de fıkralar aracılığıyla. Anlayamazdım bazen
iğneleyip iğnelemediğini. Gülüşürdük birlikte.
Nasrettin
Hoca bir gün papağan çıkarmış pazara ve kendi hazırladığı tezgâh üstünde
sergilemeye başlamış kuşlarını boy boy, kıymetlerine göre. Diğerlerinden hiç de
farkı olmayan papağanın birisi en yüksekte ve bir ağaç dalı üstünde duruyor
gelene geçene gülücükler dağıtıyormuş durmadan.
Meraklıları
da sorarlarmış kuşların marifetlerini, değerlerine göre. Bir müşteri yavaşça
yanaşmış tezgâha ve Sormuş Nasrettin Hoca’ya: “Bunun diğerlerinden hiç farkı
yok ama sen uçuk bir fiyat etiketi koymuşsun, nedir bunun marifeti de bu fiyatı
istiyorsun Hoca Efendi?”
Nasrettin
Hoca tepeden tepeden bakmış müşteriye, elini en yüksekteki en pahalı papağana
uzatarak bir ayağını çekmiş ve İngilizce konuşmaya başlamış, diğer ayağını
çekmiş Almanca konuşmaya başlamış derken müşteri hem şaşırmış hem de
meraklanmış elini uzatmış papağana doğru: “peki iki ayağını çekersem…!”
cümlesini bitirmesine fırsat vermeden papağan cevabını yapıştırmış: “Düşcez ulen
enayi düşcez!” demiş ve müşteri mosmor kesilmiş sinirinden: “terbiyesiz,
saygısız…” söylene söylene yürüyüp kaybolmuş Pazar yerinde.
Meğer papağan
benmişim arkadaşa göre; benim şiveme ve biraz Almanca biraz da İngilizce bilmeme
taş attı anlayacağın; uyarlamış fıkrayı. Epeyce gülüşmüştük anlattığında.
12/
Görsel: Google Görseller
Güzel bir paylaşım olmuş :)
YanıtlaSilBu arada son yazımda sizi mimledim :)
Sevgili Mücahit Doğan, teşekkür ederim yorum ve mim için. Bir kaç gün için telaşlı olacağım babamın sağlık raporu için, Manisa, Alaşehir, Aydın derken cuma gün için biteceğini düşünüyorum işimin. biter bitmez ilk fırsatta mim'i hazırlayacağım. Pazar dahil yazılarımı planlamıştım önceden.
SilSa
YanıtlaSilsa
Sil