"Affet beni, Al Çocuk!" |
İntihar
etmeyi düşünerek geliyordu kaldırımın kenarına kadar, arabalar trafik ışığı
yeşil yandığında alabildiğine hızlanıyordu. Kaç sefer gelip keşfini yapmıştı
durumun.
Nerede, kendini hangi tip arabanın önüne bırakıverecekti? Hepsinin tek tek hesabını yapmıştı aylardır. Hesabına göre kendini önüne attığı araba farkına varıncaya kadar sürüklemesi epeyce olurdu, ezilirdi kafası, kemikleri un ufak olurdu; kurtulması söz konusu bile olmazdı.
Nerede, kendini hangi tip arabanın önüne bırakıverecekti? Hepsinin tek tek hesabını yapmıştı aylardır. Hesabına göre kendini önüne attığı araba farkına varıncaya kadar sürüklemesi epeyce olurdu, ezilirdi kafası, kemikleri un ufak olurdu; kurtulması söz konusu bile olmazdı.
Bütün
hesapları aylardır ince ince yapan beli kambur, saçları sakalları beyazlamış ve
uzamış olan adam bir anda fikrini değiştirip “hayır, ölmeyeceğim, fikrimi
değiştirdim; daha fazla riyakârlık görmek istiyorum, nereye kadar gidecek çok
merak ediyorum” diye mırıldanarak sertçe döndüğünde olduğu yerde, yaşama inatla
sarılıp ve ölüme isyan edercesine karşı çıktı.
Ölüm
neydi ki sanki çok önemli bir şey miydi? Bir anda yok olup gidiyorsun işte,
nesi matah bir şeymiş, ölmüyorum, ölmeye de niyetim yok ey Azrail. Gel al
alabiliyorsan beni! İsyanlar vardı içinde, kendi kendine de isyanı vardı.
Ölüm,
seveni olanlar için önemli belki ama benim kimsem mi var da öleyim, arkamdan ne
arayanım ne de özleyenim olacak, üzülen kimsem yok çünkü varsa da ben
bilmiyorum, tanımadım bu güne kadar. Ölmek senin neyine, sürün işte ve sürünüp
de şahlananları gör işte, neden inat ediyorsun ki ölmek için. Bırak başkalarına
ölümü, ölümü, ölmeyi çok seven, isteyenler var nasılsa, bırak bir an önce ver
sırayı onlara… eğlence zamanı, eğlenme zamanı!.. Kendince söylene söylene asker rap raplarıyla devam etti yoluna.
O
kadar çok riyakârlık vardı ki çevresinde nefes almakta zorlanıyordu aralarında.
Bulaşmak istemedikçe üstüne üstüne geliyorlardı her biri de. Merhaba bile demek
istemediğini ilk düşünmeye başladığında bir an midesi bulanmıştı, anımsadığında
o günleri, kendinden utanıyordu biraz önceye kadar ama artık utanmayacaktı,
utanması gereken kendisi değildi çünkü çok geç farkına varabildi.
Bu
kadar riya ve riyakârın arasında konuşmamayı başarabilmek oldukça iyi bir
meziyet, hatta delirmek dalga boyu değiştirmek gibiydi kendisi için. Bir tür
frekans değişikliğiydi. Neden kendisini koruduğu hakkında sorunun cevabı
kendisi için çok basitti aslında. Kendisine olan saygısındandı tabii ki.
Kendisine saygısı olmayandan başkasına saygı nasıl beklenir ki? Önce kendisine
saygısı olmalı insanın sonra çevresine.
Issız
bir dağ başında yaşama isteği var ama bunu şimdilik başarabilecek gücü kendinde
bulamıyor veya şüphe duyuyor en azından. Zorunlu değil şimdilik eğer zorunluluk
hissederse yapardı da. Artık kimseyi sakınmıyor kimseden de sakınmıyordu, ar
damarı mı koptu ne? Her ne olduysa oldu, iyi de oldu. Daha rahat hissetmeye
başladı kendisini. Kimsenin gözlerine bakma zorunluluğu hissetmiyor, kimseden
de gocunmuyordu. Bir anda bütün yükü düşüvermişti kendisi istemeden. Kendisine
sorsalardı belki de indirmek istemeyeceği yükler kalacaktı sırtında, böylesi
daha iyi oldu.
“Sahiden
neden böyle bir şey düşünmüştüm ki ben? Neyi çözecektim kendimi yok etmekle?..”
mırıldanarak yürümesi çevresinden geçenlerin dikkatini çekmişti ama onun hiç de
umurunda değildi kimse. Dünya bir anda boşalmıştı adeta, hele şehir bomboştu. “hahayyyyt,
heyt be! İşte bu, şimdi olduğum yer hoşuma gitmeye başladı!” ellerini ve
kafasını tuhaf manevralarla hareket ettirerek ilerledi kalabalığın içinden yara
yara. Herkes yol açmaya başladı, neredeyse selam durası geliyor hergelelerin
diye geçirdi içinden.
Hiç
kimse kendi kendinden fazla deli olamaz, aştın mı kendini başka bir boyuta
taşınıyorsun adeta. Ben her şeyi, herkesi duyuyorum ama beni hiç kimsenin
duyamaması ne hoş. Zaten duymaları için de kimseye ihtiyaçları yok aslına
bakılırsa; sadece kendilerini dinler onlar. Başkalarını duymaya başladıklarında
bazıları girecek delik arıyorlar neredeyse veya kendilerini kandırmayı tercih
ediyorlar.
“Vay
be! Bunların derdiyle dertlenip onlar için mi kendimi feda edecektim ben. Ne kadar
da aşağılayıcı! Şunlara bak birer böcek bile değil, mini minnacık birer nokta
her biri, ne kadar da abartmışım meğer. Birçok noktacığı bir araya topladığında
bir şekil oluşturuyorlar, yapboz gibi. Boz yeniden yap, bir daha boz yine yap
devam edip giden bir oyun bu.
16.01.2018
Halil
Gönül
Görsel: Google Görseller
Ölüm, seveni olanlar için önemli... Ne kadar da doğru. Çok beğendim bu yazınızı.
YanıtlaSilİrem E.
Silteşekkür ederim. :)
neyse mutlu son oldu :)
YanıtlaSilSevgili deeptone,
Silyaşamın içinde o kadar çok mutsuz son var ki, yazılanların içinde bari değiştirelim şu durumu. Öyle değil mi? :)