“İki kaşığı yan yana olmayacak kocanın, iki kaşığından birini mutlaka kıracaksın!”
"Veysel Taburcu Oldu" |
BÖLÜM-36
Veysel Taburcu Oldu
KAŞIK
Sultan Veysel’in yanına geçmeden hemşire odasına uğradı, işlemlerin
durumunu öğrenmek için. Bir an önce eve gitmek için can atıyordu. Heyecanlıydı
ama Hüsnü Beyi yalnız bırakıp gitmek üzüyordu bir taraftan da. Ne olur ne
olmazdı, bir ihtiyacı olursa… diye geçirdi aklından.
Hemen döndü gerisin geriye ve hızla Veysel’in yanına döndü. Düşünceli halini görsün istemediği için de yüzüne bir gülücük demeti kondurdu zoraki de olsa.
Hemen döndü gerisin geriye ve hızla Veysel’in yanına döndü. Düşünceli halini görsün istemediği için de yüzüne bir gülücük demeti kondurdu zoraki de olsa.
Öğle ziyaretinde
gelebileceklerini düşünerek kendini teselli etmeye çalıştı içten içten. Bir
türlü anlayamamıştı bu durumu, bu kadarını beklemiyordu aslına bakılırsa, ne
olursa olsun hiç olmazsa ele güne karşı bile insan olan insan duyduğunda gece
veya gündüz damlardı, bir aksilik vardı belki de hiç aklına gelmeyen… başını
sallayarak geldi odanın kapısına kadar ve yüzündeki gülücük demetiyle girdi
içeriye.
Veysel gözlerinin içine
bakıyordu Sultan’ın “nasıl ana durumu? İyi mi bari? Sordun mu ne zaman taburcu
edeceklermiş?..” oğlunun sorduğu soruları duymuyordu Sultan, sandalyeye
oturduğunda cılız sesler duymaya başladığında baktı Veysel’in yüzüne. Veysel
tedirgin olmuştu anasının halinden. Hüsnü Bey’in durumunu tahmin etmeye çalıştı,
belli ki iyi değildi, anasının suratı söylüyordu her şeyi… ısrar etmedi
sorularında. Anasının konuşmasını bekledi sessizce yüzüne, gözlerinin içine
bakarak.
Hemşirenin odaya
girmesiyle hareketlendiler Veysel ve Sultan. Daha ilk adımını atar atmaz müjdeyi
verdi hemşire, “akşama kalmadan çıkacaksınız, öğle yemeğinden sonra hallolur
tüm işlemler, işleri hızlandırmak için şunu da imzalatıp geldiniz mi sizin
yapacaklarınız bitiyor. Haydi, gelmiş geçmiş olsun.” Elindeki evrağı uzattı Sultan’a. “sağ olun, sağ olasın hemşire hanım sağ
olasın, elinize ayağınıza sağlık…” dedi kekeleyerek. Kendine gelmeye
çalışıyordu.
Elindeki evrağı düzeltip
baktı önce, Veysel’e uzattı okuyamayınca. Veysel nereye gideceğini tarif etti,
gideceği yerin ismini söyledi, aşağı kata inince bir daha sorarsın anacığım.”
Uzattı tekrar anasına evrağı.
Öğle yemeğine az bir zaman
vardı. Hemen imzalatıp gelmek için ayağa kalktı ve tedirgin adımlarla çıktı
odadan dışarıya. Anasının hali hiç de hoş değildi Veysel’e göre. Hiç böyle
görmemişti daha önce onu. Çaresizdi sanki elinden hiçbir şey gelmiyor gibiydi.
Elinden bir gelen olsa ne yapar eder yapardı mutlaka, göğü yere indirme
pahasına da olsa yapacağından emindi. Ne tür bir çaresizliği olabilirdi?..
düşüncelere daldı, Kayın pederini ziyaretinden sonra çok dalgınlaşıp
değiştiğini düşünmeye başladı. Kötü olmalıydı durumu belli ki, yoksa anası neden
o kadar dalgınlaşsın ki!..
“Tamam, oğlum, imzalattım,
getirip hemşireye verdim evrağı. Yemekten sonra çıkıyoruz.” “anacığım gel hele, neyin var senin, hiç
böyle görmedim ben seni bu zamana kadar?” elinden tuttu anasının. Veysel’in
gözlerinin içine bakan anası anlamıştı Veysel’in durumu anladığını, “yavrum,
dünürün halini hiç beğenmedim sabah gittiğimde yanına. Sanki adam vedalaştı
benimle, sana iyi bakmamı söyledi bir de, selam da söyledi sana. Bak unutmuşum
dediklerini sana söylemeyi…” duyduklarından oldukça üzülen Veysel kulaklarının
uğultusundan Sultan’ın dediklerini anlayamıyordu, yalnızca gözlerinin içine ve
dudaklarına bakıyordu, dudak okuyordu adeta. Bir süre bakıştılar üzgün üzgün.
İçi sıkılıyordu Sultan’ın. Patlayıverecekmiş gibi hissediyordu kendini.
Koridorda yemek arabasının
sesi gelmeye başladı, tabak çatal sesleri gitgide fazlalaşıyordu. İsimlerin
okunmasından yakınlarında olduğunu anladılar. “Yavrum ben yan komşuya
söyleyeyim, senin yemeğini alıversin. Ben dünürün yanına bir uğrayayım,
yemeğini yedireyim onun, bilirsin kendisi yiyemiyor, yerinden kıprayamıyor
daha.” Dedi aceleyle kalkmak istedi sultan. “tamam, anacığım tamam, sen nasıl
istersen…” diyerek elini bıraktı Sultan’ın.
Öğle ziyaretleri de
başlamıştı, koridorda gürültüler başladı. Yan komşunun getiriverdiği yemeğini
zar zor yemeye çalıştı Veysel. Bir türlü boğazından geçmiyordu lokmalar, yutmak
için zorlandığının farkındaydı ama daha fazlası gelmiyordu elinden. Bir an
bırakmayı düşündü ama anası yemediğini gördüğünde çok üzülecekti onun için
zorladı kendini, az bir şey kalırsa üzülmezdi nasılsa.
Veysel gelen bağrışma
seslerine kulak kabarttı lokmasını yutmaya zorlanırken. Sesler tanıdıktılar
sanki Fatma ve Hüsniye’nin seslerine benziyordu ama epeyce uzakta gibiydiler.
Bir an içi cız etti ve kaşık düştü elinden. İrkildiğini hissetti o an. Bıraktı
her şeyi yan tarafına ve kulak verdi gelen bağrışmalara.
Sultan Hüsnü Bey’in
yemeklerini aldı, Hüsnü Bey’in “hiç
iştahım yok” demesine rağmen. Güler yüzle yanına geçip “olmaz dünürüm, yemek
zorundasın, ölüm yok ya ucunda, her şey hallolur zamanla. Kendini koyuvermek
yok. Şimdi elinden geldiğince yemeye çalışacaksın, biraz da zorlayacaksın; aksi
halde gönlüm razı olmayacak.” Elindeki kaşığı yavaşça götürdü Hüsnü Bey’in
ağzına…
Hüsnü Bey’in zorlandığı
çok açık belli oluyordu yutkunmalarından ama Sultan’ı kırmamak için zorla da
olsa yutuyordu ağzına koyulanları. Her yutuşunda gülümsüyordu Sultan. Hüsnü Bey
farkındaydı her şeyin, sırf Sultan sevinsin diye zorlanıyordu.
“Biz biraz sonra taburcu
olacağız ama Veysel’i yerleştirir yerleştirmez ben yine geleceğim Fatma ve
Hüsniye ile tamam mı? Bir iki saati bulmaz burada oluruz, var mı evden
istediğin bir şey, gelirken getirelim?”
Bir an gözlerinin içi
parladı Hüsnü Bey’in, “sağ ol Sultan dünür, yok, bir şeye ihtiyacım yok. Sen
yeterince yoruldun gelme istersen, Veysel’in ihtiyacı olur evde, ne de olsa
yarası taze daha. Bizimkiler gelse yeter.” Gülümsedi, içten bir gülümsemeydi.
Sultan bakışından anlayabiliyordu hislerini dünürünün. “Meraklanma sen, bakarım
duruma göre…”
Halil Gönül
Görsel: Google Görseller
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.