"hay senin aklına!" |
Zaman Önemliydi Bir Zamanlar
“Eeee bu gün de
sabah oluyor” dedi kısık sesle yaşlı adam. “Yalnızlık kadar zor bir şey yoktur
her halde bu dünyada, hangi akşam oldu da sabahını görmedim, olacak elbette,
sabah da olacak akşam da. Yeni mi öğreniyorsun?” ağzından daha başka sözler de
çıktı ama anlaşılır değildi. Hızla kalktı oturduğu sandalyeden.
Bir an
durakladı olduğu yerde ayağa kalkınca ama kararsızlığını yenmeye çalışan bir
hali vardı suratında.
Başını salladı iki yana ve başını kaşıyarak devam etti yavaş adımlarla. Odadan çıktı, karşısındaki duvara baktı sanki ilk defa görüyormuş gibi.
Başını salladı iki yana ve başını kaşıyarak devam etti yavaş adımlarla. Odadan çıktı, karşısındaki duvara baktı sanki ilk defa görüyormuş gibi.
Bomboş bir
duvardı karşısında ve her iki yanındaki duvarlar. Soluk yeşil bir renkle boyalı
olan duvarlar kim bilir kaç yıllardır boyanmıyordu, hatırlamaya çalışır haliyle
birkaç saniye dalgın dalgın duvarlara bakarak “yoksa siz benim hapishanemin
duvarları mısınız?” dedi elini sağ yanındaki duvara dayayarak.
Belki de
hapishane duvarları sizlerden şanslıdır, arada yıllar geçse de boyarlar her
halde, sizler kadar ihmal edilmezler diye geçti aklından. Sağ yanındaki duvara
sağ elinin parmaklarını sürterek duvar boyunca ilerledi. Duvar mutfak kapısına
kadar gidiyordu. Mutfağın kapısına dayanınca eli birden çekti ve göğsünün
üzerine sürterek sallamaya başladı.
Mutfağa
girişinde daha ilk adımında bıraktı elini göğsüne sürtmeyi. Mutfağın ortasına
geldiğinde durakladı yine ve etrafa bakınmaya başladı dalgın dalgın, bir şey
arıyor gibiydi sanki ama ne aradığını bir türlü hatırlayamadı. Yemek masasına
doğru iki adım attı.
Masanın üzerinde
dağınık duran eşya ve poşetler arasından akşamdan bıraktığı demliği aldı eline
ve kapağını açıp baktı, içine çayı koyduğu silindir süzgü doluydu. Hâlbuki her
çay demleyip içtikten sonra boşaltırdı “olsun, temizlerim. Çok da önemli mi
sanki boşaltmak?” aldı demliğin içinden süzgüyü ve bankoda bulunan çöp poşetine
boşaltıp geriye koydu. Demliği de bankonun
üzerine bıraktıktan sonra su ısıtmak için su doldurdu damacanadan.
Kendince sırası vardı her işin.
Sırasını bozmak istemezdi, zaman kazanmış oluyordu
böylece kendine göre. Belki de hastalıktı, farkında olmadığı ama kendine göre
zaman tasarrufuydu yaptığı. Her işi bir sıraya koyup, öncelik sırasına göre
işlerini yaparsa biri olurken diğerini yapardı, adeta teşbih dizer gibiydi.
Su ısınırken
ekmek keserdi örneğin, ısınan suyu demliğe koyup, süzgüdeki çayı da demliğe
koyunca demlenmesini beklerken o zamanda da doğradığı ekmekleri ısıtırdı tost
makinasında. Böylece kahvaltı zamanını en aza indirmiş olurdu kendince. Zaman
önemliydi eskiden ama artık çok da önemi kalmadı, alışkanlık işte,
alışkanlıklar kolay mı ediniliyor da kolay bırakılsındı onun düşüncesine göre.
Bir an
hiddetle bıraktı yaptığı işi ve hiç ilgisi olmayan başka bir işe başladı.
“Beklesin, paşaya kelle mi yetiştirecek bu zamandan sonra; zamandan bol nesi
var bunağın?” diye çıkıştı kendine. İki yumurta aldı dolaptan. Tavaya çiçek
yağı koydu, ocağı yaktı ve kızarmasını bekledi yağın tavada. Yumurtaları kırdı
ve çatalla karıştırdı sarısını ve beyazını. Sade beyazı hoşuna gitmezdi pek
yumurtanın.
Ağzına aldığı
lokmalarını yavaş yavaş çiğniyordu özellikle. Zamanı önemsemeyecekti artık.
Zaman kendisini önemsemiş miydi de o zamanı önemsesindi bundan sonra. İnadına
zamanı oyalayacaktı aklı sıra.
Uykusuzluk
oldukça yıpratıcı olmaya başladı, “ah ah! Neydi o yıllar iki gün uyumadan
uğraşır dururdum iş güç diye de bana mı demezdim. Pelte yığını gibiyim, elim
ayağım titremeye başladı bir gün uykusuzlukta.”
Ellerinin
titrediğini fark etti yumurtaya banarken. Uykusuzluktandı. Oldukça bitkin
hissediyordu kendini de. Bir an önce kahvaltıyı bitirip yatacaktı hemen. Ayakta
duracak hali yoktu. Bir türlü inanmak istemiyordu haline ama görünen köydü
işte. Gençlikte her şeye dayanılıyor da yaşlılıkta zor görünüyordu her şey.
Daha öncelerinden iddiaya bile girebilirdi şimdiki durumlara düşmeyeceği
konusunda.
Boşuna
dememişler “büyük lokma ye, büyük söz söyleme” diye, yaşla ilgili hiçbir şey
aklına gelmemişti yakın zamanlara kadar. Her şeyin zamanı var demek ki, zamanı
gelince anlıyor insan başına geldikçe.
Son lokmasını
ağzına koydu ve yavaş yavaş çiğneyerek ayrıldı masadan. Her şeyi olduğu gibi
bıraktı yerinde, hiçbir şeye dokunmayacak, dağınık bırakacaktı bu gün.
Değişiklik olsun bakalım ne olacak. Dünya ters dönmez her halde. Kapıya gelince
dönüp baktı arkasında kalan masaya. Kafasını salladı iki yana ve hızı adımlarla
uzaklaştı mutfaktan.
Duvarların
eskimiş boyalarını kendine benzetti, kim bilir duvarlar ne kadar dertlidirler
diye düşündü. Dişlerini fırçalamak geldi aklına ve döndü tekrar geriye ve diş
macunundan nohut tanesi kadar koydu fırçanın üzerine, tam macun tüpünü
bırakacaktı ki tekrar kapağını açıp biraz daha sıktı fırçanın üzerine. “Ölçü
yok” diye mırıldandı gülümseyerek aynaya baktı.
Suratı da
oldukça bitkin ve solgun görünüyordu, aynaya baktığına pişman oldu, gözlerini
yumdu bir an. Fırçalamaya başladı dişlerini. Tokluğa aldırmayacaktı bu kez,
hali yoktu ayakta durmaya zaten. Bırakıverse kendini yatağa, uyuyup kalacaktı
sanki. Yatağa girmeye korkar bir hali vardı özellikle kış aylarında olurdu öyle
korkusu. Yalnız girmek istemezdi buz gibi yatağa, girdi mi de çıkmak istemezdi
sıcak yataktan. Deliksiz bir uyku uyumayalı ne kadar oldu, hiç
hatırlayamıyordu. Uyandığında her zaman kendini yorgun hisseder ve en fazla üç
saat kadar uyuyabilmesi de sıkıntı verirdi. Şöyle deliksiz bir uykuya neler
vermezdi ki.
Yastığa başını
koyup gözlerini yumduğu anda “akıl”
geldi aklına, bir anda karıştı kafası yine ve uykulu hali birden ortadan
kalktı. “akıl satmak, akıl satanlar, akıl alanlar, akla ihtiyacı olanlar…” bir
sürü şey geçmeye başladı ardı ardına. Şimdi gel de uyu sen diye kızdı kendi
kendine.
“hay senin aklına!..”
“demek ki satabiliyor adamlar ki çoğalıyorlar, bu da gösteriyor ki akıl almaya ihtiyacı olan çok bu dünya da yoksa nasıl ayakta kalacaklar. Satanlar akıllı bari olsalar hiç canım yanmayacak. Akılsızlar sürüsünün olduğu yerde incir çekirdeği kadar aklı olanlar kıymete biniyor işte!”
“şimdi uyu
adam gibi, sanki sen çok akıllısın da, gördük; sap gibi tek başınasın koskoca Dünya'da şu dört duvar arasında… "
"Yat aşağıya!”
"Yat aşağıya!”
Yorganı çekti kafasına ve kafası yorganın altında kaldı. Hiçbir ışık giremez oldu içeriye. Sağ yanının üstüne dönüp bebek pozisyonu aldı çabuk ısınabilmek için…
09.02.18
Halil
Gönül
Mizah anlayışınız gerçekten güzel :)
YanıtlaSilEmre Bozkuş,
Silteşekkür ederim. Anlaşılmak güzel. Yüreğinize sağlık. :)
yazıdan şunu anladım ; "bir zamanlar bu zamanları da yaşadık,bir zamanlar bunları da yaptık.." 🙂 görselle yazınız bütünleşmiş gibi,emeğinize sağlık.. 🙂
YanıtlaSilevet sevgili Ertuğrul Yıldırım, bir tür akmış zamanı süzgeçten geçirmek gibi bir şey.
Zaman değerli.
YanıtlaSilKime ve neye, nereye harcıyorsak o şekilde dönüyor, diye düşünüyorum.
bahce perim,
SilGüzel düşünüyorsunuz elbette.