"Çiğ köfte ziyafeti" |
Karılar Parka, Kocalar Tepeye
“Alo, kız
Fatoş, haydi sen de çık, biz çıkıyoruz Zeliş –Zeliha- ile.”
“Dur, dur
kız, acelen ne, nereye çıkıyorsunuz?”
“Kız, ne
çabuk unuttun, yer kalmadığını geç kaldığımızda. Parka, parka.”
“iyi, siz
yer kapadurun, ben de benimkini postalayıp geliyorum hemen.”
“Haaa
Fatoooş, gelirken nevaleni de getirmeyi unutma tamam mı?”
Kadınlar
kendi aralarında anlaşıp her zamanki gittikleri parka değil de bu sefer başka
parka gitmeyi kararlaştırdılar kendi aralarında. Kocalarının ilk anda
akıllarına gelemeyeceği yerlerden biri olduğunu düşünerek.
Kocaları da
kendi aralarında kararlaştırarak felekten bir gece çalmayı planladıklarının
farkında değillerdi. Felekten bir gece çalmak, onlara göre sakin bir meyhane
köşesi veya yerleşim yeri dışında çalı dibinde oturup dertleşmekti.
Uzun
zamandır bir araya gelememişlerdi. Anlatıp, içlerini dökecek çok şeyleri vardı
anlaşılan.
Asım, arabasında taşırdı her zaman
mangal takımını. Diğerleri de gelir veya buluşurlar nevale alırlar ve birlikte
çıkarlardı tepeye. Tepe, şehri ayaklar altına alır, geceleri ay ışığında biraz
sönük de kalsa sokak lambaları ve evlerin ışıkları; rengârenk olurdu her zaman,
lale bahçesi derlerdi onlar bu manzaraya.
Her zaman
oturup derin derin bir iç çektikten sonra Asım: “Şu lale bahçesi, ömrümü yedi,
ömrümü!” derdi de derinlere dalardı bir süre. Anlardı zeki ve Seyfo –Seyfi-
yine dolu olduğunu, patlayacağını. Çok zaman da ondan gelirdi teklif. Bazen
“atlayıp gelin hadi” derdi, acele ettirirdi herkese.
Bu gün çiğ
köfte yapacaktılar el birliğiyle. Asım’ın eline su dökülmezdi ya köfte karma
konusunda, olsun yine de ucundan bucağından yardım ederlerdi işte. Kan ter
içinde kalasıya kadar yoğurur bulgur ve eti, kıvamını aldığını hissettiği an
küçük birer parça hazırlar üç parmağı arasında ağızlarına sokardı
arkadaşlarının, ilk testti bu onun için. Eğer bununu kıvıran biri varsa tekrar
başlardı bir fasıl daha geçmek için.
En sonunda
hazır derdi diğerleri de öyle dururdu yoğurmaktan. Aslına bakılırsa köfte
yoğurmuyor da başka bir şey yoğururdu sanki. Derin derin dalar giderdi bu işi
yaparken. Bu arada diğerleri çay bardaklarına rakıyı doldurur ve ağzına
tutuverirlerdi bardağı, elleriyle kirletmesin diye.
Bu gün
hızlıydı hepsi de, bardaklar bir dolup bir boşalıyordu daha köfte
hazırlanırken. Arada Seyfi marul ve diğer yeşillikleri halletmeye çabalıyordu.
Zeki durmadan acı koyuyordu yoğrulan köfte hamurunun içine. Bol acılı
severlerdi her zaman çiğ köfteyi.
Arada itiraz eden olduğunda: “Oğlum,
ağzının tadını bilecen, şööle attın mı boğazını yakıp geçecek bu meret,
annamazsın sen” derdi, bazen de sarhoş numarasına yatar fazladan kaçırırdı
acıyı. İşte o zaman terlemenin dibine vururlardı hep beraber.
“Ellerin dert görmesin Aso-Asım-,
valla konuşturdun yine bu gün. Macun, macun oldu mübarek.” dedi Zeki. Marul yaprağından bir parça aldı
ve irice bir köfte yapıp sardı ve Asım’ın ağzına koydu “aç bakayım yavruuum,
hadi sıkılma AAAA de bakayıııım…” gülüştüler bunun üzerine açtı ağzını,
arkasından çiğnedi yavaş yavaş. Tadını almak ister gibiydi.
Gece oldukça ilerlemek üzere yola
çıkmış ve hızla yol alıyordu tepede. Havadan sudan konuşup durdular ama efkâr
bastığı belliydi söylenen şarkı, türkülerden.
Çevrede başkaları da vardı ve sesler geliyordu koro halinde.
“ah ah, ah be dünya. Sen bilir misin
sen, aksesuar olmayı bilir misin be yalan dünya. Aksesuarım ben aksesuar, anlayacağın
aksesuar kocayım.” Bardağı aldı yavaşça
ve fondipledi birden.
“Dur oğlum dur, yavaşla biraz artık, tabutta
götürmeyelim seni bu sefer. Vallahi Fatoş abla ağzımıza eder, yüzüne hasret
kalırız sonra.”
Asım’ın dili zor dönüyor gibiydi,
konuşmak için oldukça çaba göstermesinden belliydi. “Gidin işinize beee,
karışmayın bu gün bana, ister tabutta götürün isterseniz atıverin bir çalı
dibine; fark etmiyor artık, dayanamıyorum, dayanamıyorum be..”
Asım ilk kez böyleydi, hepsi de çok
şaşırmıştı bu durumuna. Yılların arkadaşıydılar ama hiç de sızlandığını, şikâyet
ettiğini hele de karısından dert yandığını hiç duymamışlardı. Kendileri arada
bir karılarının dedi kodusunu yapmışlardı ama o zaman bile kendilerini
susturmuştu Asım: “susun beee, karı gibi sızlanıp durmayın karşımda. Ulaan ne
biçim erkeksiniz siz, iyiyse de kötüyse de karınız o kadınlar sizin, anladınız mı
beni. Dedi kodu edecekseniz de gidin başka çalı dibine, benim yanımda etmeyin
yeter ki” derdi. Dedikoduyu hiç mi hiç sevmezdi.
Ellerindeki bardakları yerine koydu
birbirlerine bakarak zeki, Seyfi. Dikkatlice baktılar Asım'ın suratına ay ışığı
altında. Gözleri yumulu, başı yukarıda, yıldızlara çevrilmiş halde, yaş taneleri
boncuk boncuk yuvarlanıyordu yanaklarından aşağıya.
1/2
Devam edecek...
2/2 gelsin...
Görsel: Google Görseller
Çok sürükleyici bir hikaye olacak gibi. Asım'ın ne sıkıntısı varmış karısıyla bakalım, bekleyelim. :)
YanıtlaSilİrem E.,
Silfazla bekletmeyeyim, öyle değil mi. :)