Bu gün makarnaya talim edeceğiz yine,
kafamın içinde paradokslar geziniyor; işgal ettiler her yeri, kıpırdanmaya
mecal bırakmadılar sanki. Her adımda bir engel var; kahrolsun paradokslar.
Bir savaş, cephe savaşı nasıl
kazanılır? Sorusuna cevaplar arıyordum ki, karşıma eldeki veriler çıktı, sanki
bir bilgisayar ekranındaydılar, sere serpe uzanmışlardı ortalık yerde. Hiç de
çekintileri yoktu, kazan kazanabiliyorsan, işte biz buradayız hepimiz, topumuz
tüfeğimiz ve askerimiz buradayız. Emrine amadeyiz dercesine inatla sırıtıyorlar
karşımda.
Bir baktım ki, topu topu bir kör
kurşun, bir kurusıkı tabanca, bir dolma tüfek –sağlam, çürük olduğu belirsiz-
onun da fişeği yok. Bir top mermisi, top arızalı, ateşlemiyor. Bir yaralı
asker, ayağa kalkamıyor. Bir at var
eğersiz, orta yerde dolaşıyor başıboş. Komutan yok orta yerde, nerede olduğu
bilinmiyor.
Karşıda derli toplu görünen bir
düşman silueti –gölgesi- var ve çok heybetli görünüyor. Bir an üflemek geldi
içimden, belki toz bulutudur diye ama cesaretim kırıldı sonra; ya gerçekten
düşman ordusuysa?
Cepheden kaçıp kendime döndüm, baktım
elimde ne var. İhtiyaç nedir diye düşünmedim çünkü karnımı doyurmak tek
ihtiyacım ve ayakta kalabilmek sonrasında da. Daha sonra mı? Allah kerim, hele
bu günü bir çıkarayım da, kim ipler yarını veya yarından sonrasını. Benim
derdim bu günle. Bu günü alt edip cepheyi yarmalıyım.
Elde olan, makarna, yağ, tuz, çay,
şeker. Eh, fena değil cephaneler, bu cephanelerle ben bu günü değil yarını bile
deviririm.
Bütün mesele ayağa kalkıp, kafanın
içindeki paradokslara bir tekme çıkartmak okkalısından ve neye uğradıklarını
şaşırsınlar ki onlar kendilerini toparlayıp bir araya gelinceye kadar ben bu
cephenin birazını kat ederim.
Önce yerimden kalkmanın bir yolunu
bulmam gerek, paradokslar çakmadan. Onları oldukları yerde oyalayıp kendi
yoluma devam etmeliyim, daha kurnaz taktikler geliştirip onların kafasında da
paradokslar yaratmalıyım.
Şu başım arada sırada dönmese ne iyi
olacak ama olsun, şimdi sırası değil bunu düşünmenin. Belki baş dönmesi de
paradokslardan biridir, beni engellemeye çalışıyor olabilir. Sakın pas verme,
devam, devam.
Makarnanın yanına varıp, sarmaş dolaş
oldum, ilk samimiyet göstergesiydi bu ki çabuk pişsin ve rahat gitsin
boğazımdan aşağıya, tıkar mıkar neme lazım. İyi geçinmeye bak sen. Haydi,
yavrum iş başına.
İlk cepheyi yardım sayılır, makarnayı
hallettim ve beklemeye aldım bir süreliğine. Hemen başına çöküp korkutmayayım,
ne de olsa onun da hisleri vardır. Gurur incinmesin.
İş biraz daha kolaylaştı gibi
görünüyor sanki. Açlık denilen durum mu yaratıyor bu paradoksları diye
düşünmeden edemedim masanın başından kalkmadan.
Sıra asıl cepheyi yarmak şimdi. Önce
bir su çarpalım şu meymenetsiz görünen surata. Aynaya bakasım bile
gelmiyor. Bir, iki, üç.. derken epeyce
su çarptım suratıma avuçlarım dolusu. Biraz daha iyi sayılırım. Sırada bütün
cephaneleri kuşanmak var hiç bakmadan meymenetsiz surata.
Dur, dur biraz daha bekle hele, bir
çay demle şöyle tavşankanı olsun. Birkaç bardak da yuvarla hele, o zaman daha
da iyi ve güçlü hissedeceksin kendini diyor içimden bir ses. Bana benzemediği
belli, acele ediyor bir şeyler yapmak için. Ne olursa olsun, bir şeyler yapmak
istiyor. Hareket olsun istiyor, cümbüş de istiyor ama ne yeri ne de zamanı, ne
de oynayacak halim var şu anda. Ayakta bile zor duran birisi köçeklik yapacak,
olacak iş mi bu?
Dediği doğru çıktı. Birkaç bardak tavşankanı
çay iyi geldi. İyi geldi de dikkat etmeli cephaneleri tüketirken. Bolken har
vurup harman savurmak kolay, iş tasarruflu gitmekte. Ne olur ne olmaz, yaz
gününde kar kış olur, yollar kapanır neme lazım. Tedbiri elden bırakmamak
gerekli, öyle değil mi. İş harcamakta değil harcananın yerine daha fazlasını
koyabilmek.
Kuşandım tüm cephaneleri ve çıktım
yola, cepheye doğru. Biraz karanlık başlamış ama olsun, iş yola çıkmaktaydı,
gerisi daha kolay olacaktı mutlaka.
Hareket bereket getirir demiş
eskiler, nasıl olacaksa. Bakalım göreceğiz aç hareket bereket mi yoksa ölüm mü
getirecek. Kafanın içindeki paradokslar dağılmaya mı başladı yoksa. Karşıda
görünen düşman ordusu dağılmış kendi kendine. Arada birkaç dolaşan düşman
askeri kalmış onlar da sersem tavuk gibiler başları yerden kalkmıyor.
Kurusıkı tabancaya tek kör kurşunu
yerleştirip sıktım gelişi güzel düşmana doğrultarak. Cılız bir ses geldi
karanlıklar içinden kulağıma. Dikkat kesildim ama bir daha ses çıkmadı. Düşman
mevzisine girdim cesurca, başım dik. Dolma tüfeğim sırtımdaydı, çıkarıp
doğrulttum yerde sürünen, hırıltılar çıkaran düşman askerine. Ellerini
kaldırmaya çalışırken teslim olmak için, bir seksen uzanıp kaldı yüzün koyu.
Daha da cesaret gelmeye başladı bana,
mermisiz dolma tüfeğin yaptığından sonra. Sen neymişsin be abi diyerek sarılıp
alnından öptüm bozuk, mermisiz dolma tüfeğin. Attım sırtıma tekrar uygun adım
marş dedim kendime ve düşman ordusu cephesini yarıp geçtim baştan sona. Tuzla
buz olup havaya ve toprağa karıştılar. Hepsi cesaretim sayesindeydi, haksızlık
etmek olmaz elbette makarna ve çayın sayesinde ve onların katkısındaydı bütün
maharet.
Makarna neyse de çaysız, şekersiz
olmuyor be abi. İllaki çay ve şeker. Şekersiz içerim çayı diyesim var ama olmaz
ağız tadı bozulur o zaman. İllaki damak işte. Bir tattığını bırakmak istemiyor.
28.04.2018
Halil Gönül
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.