“İki kaşığı yan yana olmayacak kocanın, iki kaşığından birini mutlaka kıracaksın!”
İlk Defa Gelen, Yıldızlı Komutan
Gelen jandarmaları
karşıladı muhtar, yanlarında giden köy azası da vardı. Birlikte gelmişler. “Buyurun”
diyerek yol gösterdi jandarma komutanına muhtar. Odasına doğru yürüdüler
birlikte hiç konuşmadan.
Jandarma komutanı çok sert
görünüyor diye düşündü muhtar. Hiç gördüğü bir komutan da değildi üstelik. Bir
iş var bunda diye aklından geçerken kapıyı açmaya çalıştı el yordamıyla. Kafası
yukarıda ve sert komutanda takılıydı. Bir iki denemeden sonra gıcırdatarak açtı
muhtarlık odasının kapısını.
İçerisi oldukça ağır bir
nem kokusuyla doluydu. “aç şu pencereyi de muhtar, öldürecek misin sen bizi”
dedi emredercesine sertçe. “hemen açarım komutanım, olur mu öyle şey,
estağfurullah.” Hemen pencereye yüklendi. Önce camlı kanadı açtı daha sonra da
kepengin mandalını çıkardı ve itti tahta kepenk kanadını pencerenin.
Durduğu yerde bile zorla
ayakta durmaya çalışan tahta, dört köşe bir masanın etrafındaki tahta
sandalyelerin sağlam olup olmadığını test etmek için yarım metre kadar kaldırıp
pat diye vurarak test etti komutan,
sonra da elinde sağlam durduğunu görünce oturdu sandalyeye.
Yanında esas duruşta
bekleyen çavuşa sağ elini uzattı muhtarın gözlerinin içine delercesine
bakarken. Çavuş sırtındaki çantadan büyük ve kalın bir defter ve kalem çıkarıp
uzattı komutanın uzanan eline doğru. Komutan eline değen defteri ve kalemi
kavrayarak koydu önüne ama gözleri halâ muhtarın gözlerinde dikiliydi.
Muhtar alabildiğine
tedirgin olmuştu ama ne olup biteceği konusunda da hiçbir fikri yoktu.
Düşünmeye çalışsa da beceremiyordu düşünmeyi. Bir türlü de gözlerini
kurtaramamıştı komutanın gözlerinden.
Muhtar irkildi bir an,
komutanın rütbesi omuzundaydı, üç tane de yıldız vardı ve parlıyordu ışıl ışıl.
Bu köye hiç böyle rütbeli komutan
geldiğini hatırlamadı bir an hızlıca düşününce. Çocukluğuna kadar gitti ama
takılmadı hiç hafızasında böyle bir şey. askerlikten bu tarafa omuzda rütbe
görmemişti.
Muhtar yutkunmaya başladı
yüzbaşı komutana bakarken. Bir çocuk gibi hissediyordu kendini. Bir bokluk
olduğu belliydi, öğrenecekti az sonra. “Muhtar, eğri otursak da doğru
konuşacağız şimdi. Sakın köyünü korumaya falan kalkma, anladın mı beni. Ne
biliyorsan açıkça anlatacaksın bana. Baştan anlaşalım. Ben açık sözlüyümdür ve
bir sorduğumu bir daha sormam. Zorunlu kalırsam da başka türlü sorarım. Umarım
anlamışsındır beni.”
Muhtar boncuk boncuk
terlediğini hissediyor ama elleri gitmiyordu alnına silmek için. Yutkunarak
nefes aldı arkasından. Dili damağına yapışmış konuşmak için zorluyordu kendini.
“Saklayacak neyimiz olur komutanım, sizin ne demek istediğinizi iyi anladım ama
sizi bu kadar kızdıran şeyin ya da olayın ne olduğunu anlayamadım. Hele anlatın
ya da sorun da anlayalım. İnanın bana ne elimden gelirse yaparım. Size yardımcı
olmak benim vazifem…”
Komutan hiç gözünü
kırpmadan muhtarın gözlerinin içine bakarak izlemeye devam ediyordu. Muhtarın
ürküntüsünü hissetti ve daha da baskılamaya çalışarak ellerini masanın üzerine
koyduğu defter ve kalemin üzerine sertçe vurduğunda “pat” diye cılız bir ses
çıkardı ellerinin içiyle birlikte defter. Masanın tahtası da ses verdi “gıcırt”
diyerek.
Görsel: Google Görseller
eyvah yüzbaşı soruları sorana kadar muhtarın işi bayağı zor olcak gibi..😀emeğinize sağlık..🙂
YanıtlaSilErtuğrul Yıldırım,
Silevet, öyle görünüyor. :)
Teşekkür ederim. :)