kelebek |
Tuvalete gittim küçük su dökmek için,
bir zamanlar yaptıklarımdan pişmanlık duyduğumu hissettim. “neden?” diye sordum
kendime. Cevabım mı ne oldu? Gayet basitti, kendimden tiksintiye benzer bir
duyguyla birlikte “hastaymışım, hem de çok. Rahatsızmışım…” oldu.
Gerçekliği
var bu durumun elbette. Kendimi rahatsız hissettiğim zamanlardı ama tek bir
bildiğim vardı ve aklımı, fikrimi hatta tüm bedenimi bildiğime vakfetmiştim.
Tek görevi vardı bedenimin o da hastayı ayağa dikmek ve kendine yeter bir
duruma getirebilmek. Hafıza kaybının ve halüsinasyonlarının önüne geçebilmek.
İlaçlar kullanıyordu elbette ama ilaçlar yalnızca zaman kazanmaya ve bazı
etkileri frenlemeye yönelikti. Çünkü henüz çaresi bilinmiyordu bu dünyada.
Yaptım,
dediklerimin ve hedeflediklerimin çoğunu değil hemen hemen hepsini
gerçekleştirdim. Hasta adamın hafızası, hafıza kaybı bitti. Halüsinasyonlar
azaldı, zararsız hale geldi. Önceleri görüntülü, sesli ve yönlendirir durumda
olan halüsinasyonlar önce görünürlükleri son buldu. Sonra sesleri ve muhakeme
edebilir duruma geldi olanları. Daha önce girdiği halüsinasyondan günlerce
çıkamadığı oluyordu ama artık birkaç dakika içinde hatta daha kısa sürede
çıkabiliyor kendi kendine.
Bahsedilen
durumlar beş yıl gibi bir sürede adım adım gerçekleşti, yediği, içtiğinden
tutun da yürüyüşü, nefes alışına varıncaya kadar müdahale ettim, aklımca
yetebildiğim yere kadar yönlendirdim. Pazar alışverişlerini bile kendisi yapar
oldu, bir haftalık ev ihtiyacımızı mahalle pazarından getirebiliyordu. Her ne
kadar “daha az al şunları, iki güne bir Pazar kuruluyor taze taze alırız,
gereken durumda ben alır gelirim. Bu kadar ağırlıkla iş çıkaracaksın başa” dediysem de o bildiğini yapıyor sekiz on kilo
kadar alıyordu kendince ihtiyaç olanlardan ve kendi istediği şeylerden.
Mahalle
zaman zaman yardım etmek için evin önünden ikinci kata kadar çıkarıverdikleri
olurdu. Utanırdım aslında eziyet ediyormuşum gibi anlayacaklarını düşünerek ama
kendimce çok önemli bir gerekçem vardı. Onu hayata bağlayan şeylerden birisiydi
ve hayatın içinde kalmak için gerekliydi. Daha önce elli metre ileriye
gittiğinde evi bulamayan bir durumdan şimdi şehirde tek başına arabalara
binerek dolaşabiliyordu istediği yerde ve hiç sorunsuz da eve geri dönüyordu.
Yaptı,
azmine hayranlık duymuyor, duymadı değilim. Ben kendim aynı durumda olsam
kesinlikle aynı şeyleri başaramam, mümkün değil. Altmış yılı gecik bir süre
sigara içen adam seksen yaşında sigara bıraktı bir anda. “ne düşündün de
bırakabildin?” diye sorduğumda verdiği cevap ilginçti.
“Senin durumuna
ve yaptıklarına, uğraşmana baktım da, biraz yardım etmek istedim” dedi ve “işte
bıraktım” dediği andan itibaren bir daha ağzına sigara almadı. Arada şaka yollu
istese de bir tane, dayanamayıp verdiğimde hiç yakmadan yalnızca dudakları
arasında dolaştırıp bıraktı yere. “meretin tadı durup durur, bazen çok canım
çekiyor ama içmem artık…” dediği anı hatırlıyorum. Gözleri nasıl da pırıl
pırıldı. Bemberraktılar. Şefkat ve sevgiyle bakıyorlardı bana, acıdıkları da
belli oluyordu arada.
Hasta
olmuşum farkında değilmişim. Kendimi ve kendi davranışlarımı otomatiğe
bağlamışım farkında olmadan. Dediklerim, yaptıklarım otomatikleşmiş. Neredeyse
doğru dürüst düşünme yetimi bile kullanmaz, belki de kullanamaz olmuşum.
Ne zaman mı
farkına vardım? Dedim ya beş veya altı yıl sonra. Yalnız kaldığımın ilk
yılında, yıl ortasına doğru bazı şeyler kafamın içinde değişmeye başladılar.
Hislerim, algılamalarım değişmeye başladı. Açık seçik görebiliyordum çok şeyi.
Birini görünce ötekine uzanıyor göz derken tüm hayatımı mercek altına almaya
başladım.
Mevcut
durumda rahatsızlığımı hissediyorum. Her şeyin farkında ve bilincindeyim ama
yetmiyor adımlar atmaya. Yalnızca nefes alıp bulunduğum dar çerçevede hareket
edebiliyorum sadece. Bazen de tamamen kısıtlanıyorum. Bir şeyler atıştırmak
bile angarya gelmeye başlıyor işte o zamanlar da açlığa ne kadar dayanabilirsem
o kadar dayandıktan sonra halsiz düşüp başım dönmeye gözlerim kararmaya
başlayınca kendime kızıp hemen gidiyorum mutfağa, iki, bazen üç yumurta çakıyor
tavaya ve atıştırıyorum iki yüz gram ekmek eşliğinde. Bir daha erken
acıkmayayım diye.
Bu akıl mı
benim değil yoksa beden mi bilemedim. Her biri ayrı telden çalınca böyle
cümbüşler ortaya çıkıyor işte. Traji-komik mi demek lazım bilmiyorum yoksa
zavallılık mı? Varlık içinde yokluk, imkânlar içinde imkânsızlıkları yaşamak.
Sanki bir role hazırlanıyormuşum gibi. Bazen de çok komik geliyor bana biliyor
musunuz?
02.05.18
Halil Gönül
Görsel: Google Görseller
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.