SAYFALAR

Perşembe, Mayıs 17, 2018

Pişmanlık

kelebek
Pişmanlık; neredeyse her nefes bile pişmanlık.

                Tuvalete gittim küçük su dökmek için, bir zamanlar yaptıklarımdan pişmanlık duyduğumu hissettim. “neden?” diye sordum kendime. Cevabım mı ne oldu? Gayet basitti, kendimden tiksintiye benzer bir duyguyla birlikte “hastaymışım, hem de çok. Rahatsızmışım…” oldu.
            Gerçekliği var bu durumun elbette. Kendimi rahatsız hissettiğim zamanlardı ama tek bir bildiğim vardı ve aklımı, fikrimi hatta tüm bedenimi bildiğime vakfetmiştim. Tek görevi vardı bedenimin o da hastayı ayağa dikmek ve kendine yeter bir duruma getirebilmek. Hafıza kaybının ve halüsinasyonlarının önüne geçebilmek. İlaçlar kullanıyordu elbette ama ilaçlar yalnızca zaman kazanmaya ve bazı etkileri frenlemeye yönelikti. Çünkü henüz çaresi bilinmiyordu bu dünyada.
            Yaptım, dediklerimin ve hedeflediklerimin çoğunu değil hemen hemen hepsini gerçekleştirdim. Hasta adamın hafızası, hafıza kaybı bitti. Halüsinasyonlar azaldı, zararsız hale geldi. Önceleri görüntülü, sesli ve yönlendirir durumda olan halüsinasyonlar önce görünürlükleri son buldu. Sonra sesleri ve muhakeme edebilir duruma geldi olanları. Daha önce girdiği halüsinasyondan günlerce çıkamadığı oluyordu ama artık birkaç dakika içinde hatta daha kısa sürede çıkabiliyor kendi kendine.
            Bahsedilen durumlar beş yıl gibi bir sürede adım adım gerçekleşti, yediği, içtiğinden tutun da yürüyüşü, nefes alışına varıncaya kadar müdahale ettim, aklımca yetebildiğim yere kadar yönlendirdim. Pazar alışverişlerini bile kendisi yapar oldu, bir haftalık ev ihtiyacımızı mahalle pazarından getirebiliyordu. Her ne kadar “daha az al şunları, iki güne bir Pazar kuruluyor taze taze alırız, gereken durumda ben alır gelirim. Bu kadar ağırlıkla iş çıkaracaksın başa”  dediysem de o bildiğini yapıyor sekiz on kilo kadar alıyordu kendince ihtiyaç olanlardan ve kendi istediği şeylerden.
            Mahalle zaman zaman yardım etmek için evin önünden ikinci kata kadar çıkarıverdikleri olurdu. Utanırdım aslında eziyet ediyormuşum gibi anlayacaklarını düşünerek ama kendimce çok önemli bir gerekçem vardı. Onu hayata bağlayan şeylerden birisiydi ve hayatın içinde kalmak için gerekliydi. Daha önce elli metre ileriye gittiğinde evi bulamayan bir durumdan şimdi şehirde tek başına arabalara binerek dolaşabiliyordu istediği yerde ve hiç sorunsuz da eve geri dönüyordu.
            Yaptı, azmine hayranlık duymuyor, duymadı değilim. Ben kendim aynı durumda olsam kesinlikle aynı şeyleri başaramam, mümkün değil. Altmış yılı gecik bir süre sigara içen adam seksen yaşında sigara bıraktı bir anda. “ne düşündün de bırakabildin?” diye sorduğumda verdiği cevap ilginçti.
            “Senin durumuna ve yaptıklarına, uğraşmana baktım da, biraz yardım etmek istedim” dedi ve “işte bıraktım” dediği andan itibaren bir daha ağzına sigara almadı. Arada şaka yollu istese de bir tane, dayanamayıp verdiğimde hiç yakmadan yalnızca dudakları arasında dolaştırıp bıraktı yere. “meretin tadı durup durur, bazen çok canım çekiyor ama içmem artık…” dediği anı hatırlıyorum. Gözleri nasıl da pırıl pırıldı. Bemberraktılar. Şefkat ve sevgiyle bakıyorlardı bana, acıdıkları da belli oluyordu arada.
            Hasta olmuşum farkında değilmişim. Kendimi ve kendi davranışlarımı otomatiğe bağlamışım farkında olmadan. Dediklerim, yaptıklarım otomatikleşmiş. Neredeyse doğru dürüst düşünme yetimi bile kullanmaz, belki de kullanamaz olmuşum.
            Ne zaman mı farkına vardım? Dedim ya beş veya altı yıl sonra. Yalnız kaldığımın ilk yılında, yıl ortasına doğru bazı şeyler kafamın içinde değişmeye başladılar. Hislerim, algılamalarım değişmeye başladı. Açık seçik görebiliyordum çok şeyi. Birini görünce ötekine uzanıyor göz derken tüm hayatımı mercek altına almaya başladım.
            Mevcut durumda rahatsızlığımı hissediyorum. Her şeyin farkında ve bilincindeyim ama yetmiyor adımlar atmaya. Yalnızca nefes alıp bulunduğum dar çerçevede hareket edebiliyorum sadece. Bazen de tamamen kısıtlanıyorum. Bir şeyler atıştırmak bile angarya gelmeye başlıyor işte o zamanlar da açlığa ne kadar dayanabilirsem o kadar dayandıktan sonra halsiz düşüp başım dönmeye gözlerim kararmaya başlayınca kendime kızıp hemen gidiyorum mutfağa, iki, bazen üç yumurta çakıyor tavaya ve atıştırıyorum iki yüz gram ekmek eşliğinde. Bir daha erken acıkmayayım diye.
            Bu akıl mı benim değil yoksa beden mi bilemedim. Her biri ayrı telden çalınca böyle cümbüşler ortaya çıkıyor işte. Traji-komik mi demek lazım bilmiyorum yoksa zavallılık mı? Varlık içinde yokluk, imkânlar içinde imkânsızlıkları yaşamak. Sanki bir role hazırlanıyormuşum gibi. Bazen de çok komik geliyor bana biliyor musunuz?
02.05.18
Halil Gönül
Görsel: Google Görseller

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.