Adalet Sarayına
Dilekçe
Önce
düşünmeye karar verdiğinde dilekçe işini, nelerle karşılaşabileceği sorusu
değerlendirmeye değerdi ama değerlendirmenin de kendisi için anlamlı değildi.
Kaybedeceği kadar kaybetmişti zaten. Aklını bile kaybetmeye yakındı bu aralar,
belki de kaybetmişti çoğunun değerlendirmesine göre. Ne de olsa her şeyi
başkaları değerlendiriyordu.
Kızgınlık
ve korku içinde bocalamalarına son veremiyordu ama acele de davranmak
istemiyordu. Kim için, ne için yapacaktı yapmak istediklerini? Bu sorusuna
verebileceği cevap yoktu ama cevap vermek gerekliydi her soruya. Bu yüzden
cevabını hazırladı. Tutarlılık var mıydı, yok muydu sormayı düşünmeden “hiç,
hiç kimse… Yalnızca eğlence olsun diye, aklımı oyalamak için, kendime iş alanı
yaratmak için…. Gibi cevaplar sıraladı aklında.
Her
akla gelen yapılmalı mıydı? Gerekliyse evet diyordu aklı ama kendisi emin
değildi aklının cevabından. Aklıyla da ayrı düşmüşlerdi bir süredir. Herkes
yoluna gidiyordu duruma göre. Yolları bazen kesişiyor bazen de ayrılıyordu.
Çoook uzaklardan el salladıkları olurdu arada bir.
Gıcık
bir gülümseme oturmaya başladı buruşuk, kavlamış dudaklarına. Gıcıklık olsun
diye yapmayı düşünüyordu elbette düşündüklerini. Her ne kadar gördükleri
kendisini fazlaca eğlendirmese de kendisi için bir nevi kurtuluş olacaktı içeri
atılmak. Karda, kışta dışarıda aç, susuz ve evsiz daha kötüydü. Hiç olmazsa üç
öğün yemek ve sıcak bir yatak sahibi olabilirdi düşündüklerini yapmakla. Aklını
sevmeye başladı, iyi çalışıyordu şimdilik, yağı tuzu yerindeydi anlaşılan.
Doğru dürüst karnının doyması bile işe yaramıştı.
Dilekçe
için kâğıt ve kalem gerekliydi. Doğruca adliye sarayına gidip isteyecekti
ihtiyacı olanları ve oracıkta dilekçesini yazıp verecekti adalet sarayına.
Koşturmaca gitti. Daha kapıdan girerken aradılar her yanını ama arayan
kokusundan rahatsız olmalıydı ki, “geç, geç” dedi burun kıvırarak ve
küçümseyerek. Hiç önemsemedi çünkü alışkındı bu tavırlara. İki adım atıp sağına
soluna baktı önce ve danışma yazan camlı bölmeye gitti. Hafifçe eğilerek camın
açık yerinden içerideki meymenetsiz suratlı şişko kadına bakarak “bana kâğıt ve
kalem gerekli.”
Demez
olsaydı, ters ters baktı meymenetsiz şişko kadın, hakkında düşündüklerini mi
hissetmişti ne? Hemen bir zile bastı vee polis damladı arkasında. Neler olup
bittiğini hiç anlamamıştı. Kötü bir şey de çıkmamıştı ağzından ama içinden
geçeni de bilebiliyor anlaşılan bu adalet sarayı ve içindekiler. Hepsi de mi
meymenetsizdi acaba. Öğrenmenin bir yolu olabilir miydi? Bilmiyordu şimdilik.
Bodruma
doğru götürdüklerini düşünüyordu. İki izbandut polis yaka paça almışlardı bir
şey söyleme keyfiyetinde bile bulunmamışlardı kendisine. Ne suç işlediği
hakkında. Bir süre yürüdüler. İzbandutlar hırlaşıyorlardı kendi aralarında
anlayabildiği ifadeler değildi. “siyasi”
dediklerini zar zor anlayabilmişti uğuldayan kulaklarıyla. Nedense
basamakları indikçe kulaklarındaki uğultu artıyordu.
Karanlık
bir odaya girdiklerinde “çat” diye bir ses duyuldu ve güçlü bir ışık gözlerini
kamaştırdı. Bir süre hiçbir şey göremedi olduğu yerde çakılıp kaldı tavşan
misali. Demek ki bunlar tavşan avlamayı iyi bilenlerdendi. Sesler ve hırıltılar
arttı ve Zafer’i demir bir sandalyeye oturttular ite kaka. Elleriyle gözlerini
kapatarak oturdu istenilen yere. Ellerini gözlerinden çekip bakmaya uğraştı ama
her taraf bembeyazdı, arada gölgeler dolaşıp duruyordu etrafında.
Ne
olacağı konusunda çok fazla endişesi vardı o anda. Kendisini hiçbir işe yaramaz
bulurken demek ki bazıları işe yarar zararlı biri olarak görüyorlardı bu durum
çok açık seçikti. Kendisinden korkulan bir yan vardı. Gururu okşandı bir an.
Göğsünü şişirerek nefes aldı birkaç kez. Arkasından gür bir sesle “neredeyim
ben, siz kimsiniz, neden getirdiniz beni buraya?”
“biz
cehennem zebanileriyiz, senin celladın olarak görevliyiz, eğer sorularımıza
doğru cevaplar verirsen seni affedebiliriz.” Dedi gürleyen bir zebani. Gürleyen
zebaniden sonra başka bir zebani sulu bir şeftali yermişçesine ağzının suyunu
şapırdatarak çekip “burası cehennemin dibi, senin cennetin olacak biraz sonra
ya da cehennemin olmaya devam edecek. Bizler buranın bekçileriyiz.” Diyerek
sandalyesinin bacağına bir tekme salladı.
“buraya
niye geldin? Bomba nerede? Nereye koyacaktın bombayı? Kâğıt, kalemi ne
yapacaktın? Kimlere haber ulaştıracaktın? Örgütün adı ne? Merkeziniz nerede?
Sen hangi hücreye dahilsiiiin?” her sorudan sonra kademe kademe arttı sorucunun
sesi. Gök gürlüyor gibiydi. Arada şimşekler çakıyordu ama bir türlü yıldırım
düşmüyordu. Yıldırımlar düşmesini o kadar çok istemişti ki o anda. Her biri
kavrulacaktı gözlerinin önünde yerlerde kıvranacaklardı cazır cazır
yanarlarken. Seyretmesi fena olmazdı yani..
Komiklik
yapmak istediği oldu bir an ama kim anlayacaktı ki, anlayan yoksa komiklik
yapmanın da bir anlamı olmadığına karar verip bir süre daha sessiz kaldı
oturduğu yere iyice yerleşerek. İnatla arkasına yaslandı tiyatro seyredermiş
gibi. Oyuncular çok güçlü ve komiktiler kendisine göre. Bir komedi seyrediyordu
adeta. Gülümsemesi dudak uçlarında belli olmuş zebani ve bekçiler görebiliyor
olmalılardı. Yüz ifadelerini görebilmeyi çok istiyordu ama mümkün olamıyordu
güçlü ışıktan gözleri kamaşıyor, açamıyordu gözlerini. En iyisi kapalı tutmaktı
gözlerini. Karanlık daha rahatlatıcıydı ve daha sakin.
Sorulanları
düşündü. Hepsini hatırlayamadığından toplu cevap vermek istediğinden gırtlağını
kazıdı “dediklerinizden hiçbir şey anlamadım sayın zebaniler ve bekçiler.
İsterseniz bir daha sorun ama tek tek. Aklım pek çalışmaz benim. Ayrıca size
teşekkür etmek isterim sorduklarınız için. Ben kendimi bir şeye yaramaz görüp
hissederken sizlerin soruları bir şeye yarayacak halde olduğumu gösteriyor ve sizin
korktuğunuzu anlıyorum. Korkun öyleyse. Benden korkun. Biraz sonra gök
gürlemesi başlayacak ve seller sellere kavuşacak. Şu hava gelen yerlerden sular
basacak burasını. Ne yapacaksanız acele edin şimdi” dedi arkasından kahkahaları
bastırdı ortalığı çınlatırcasına. Kahkaha sesleri yankı yaptıkça geniş
alanlarda kalabalık varmışçasına yükselerek geri dönmeye başladı kahkaha
yansımaları. Bir an sessizlikten sonra gök gürültüsü duyulmaya başladı.
Yarım
saati bulmadı ki sorular arka arkaya gelirken tekrar, önce ışık söndü. Gök
gürültüsüyle birlikte aydınlanmalar oluyordu karanlığın bazı yerlerinde.
Suların şırıltısı başladı sonra. Koro halindeydiler kulağa hoş geliyordu
çıkardıkları melodiler. Zebanilerde panik başlamıştı “ermiş, ermiş,
lanetlendik” diyordu bazıları ve kaçışmalar başladı birden. Kendisini
unutmuşlardı. Bu durumu fırsat bilerek el yordamıyla duvarı bulup duvarı takip
ederek kapıyı bulup uzun koridor boyunca koşturdu. Su sesleri koridordan da
geliyordu. Gözüne takılan ilk ışığa doğru ilerledi Zafer.
Şansı
yaver gitmişti, ışığın olduğu yer yukarı katlara çıkan merdivendi. Hızla
tırmandı merdiven basamaklarını. Heyecan sarmıştı bir yandan da. Hiç bu kadar
heyecanlandığını hatırlamıyordu uzun sürelerdir.
Yukarıya
çıktığında hafif bir karanlık vardı ama göz görüyordu. Uzaktan meymenetsiz
şişko kadını gördü bir an ama emin değildi. Hızla yaklaştı danışma yazan yere
ama kimseler yoktu. Çıkıp gitti sonra arkasına bile bakmadan.
Birkaç
gün geçmişti ki eline gazete parçası alıp göz atmaya başladı. Bir an şaşırıp
kaldı okuduklarından. Adliye sarayına arka arkaya yüzlerce yıldırım düşmüş, ölü
ve yaralı sayısı bilinmiyor. Su baskınında da çok fazla ölü ve kayıp olduğu
haberi vardı. Bodrum katlarına ulaşılamadığını ayrıca yazmışlardı. Bir anda
donup kaldı olduğu yerde. Rüya gibiydi adeta. Kıçını çimdikledi, suratına
okkalı tokatlar yapıştırdı. Acı duyuyordu emindi uyanık olduğundan, aklı da
gayet yerindeydi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.