Nefretin anası sevgidir |
Nefretin anası sevgidir dersem büyük
bir laf mı etmiş olurum acaba? Böyle bir cümle kurmama sebep ne onu da tam
bilmiyorum aslında ama kurdum işte. İçgüdü mü desem, laf salatası mı desem
bilmiyorum. İşin doğrusu bildiğim her şeyi de unuttum, karışık bir durum. Bir
anda her şey birden gaz oluveriyor işte. İşte, işte işte. Bir sürü bilinmezlik
demek “işte.”
Ha, nefretin
anası sevgidir sözüne gelirsem, doğaçlama yapacağım şu an. Uzun boylu
düşündüğüm bir şey değil sadece gün boyu Cuma diye yaşadığım günün 23.55’inde
Perşembe olduğunu öğrendim bilgisayarı açınca. Önce inanamadım, tekrar baktım
bilgisayarın saat ve tarihine. Doğruydu. Acaba bilgisayarın ayarlarında bir
arıza mı var diye düşünerek telefonun tarihine baktım aynısıydı, doğruydu yani
Perşembe oluşu. Bir gün ileride yaşamışım gün boyu. İyi mi yaptım kötü mü
yaptım onu da bilmiyorum. Yani içinde bulunulan güne ayıp etmişim es geçerek.
Alınmış olabilir. Aynı günü iki kez yaşamak ise farklı bir deneyim olacak benim
için. İlk defa deniyorum bu durumu. İleride yaşamak ve yerinde saymak. Tezat
değil mi?
Sevgi ve
nefret de öyle, tezat. Hiç sokakta gördüğünüz veya birkaç kez merhaba dediğiniz
bir kişiye kızar mısınız? Daha net bir ifadeyle, nefret eder misiniz? Belki
sevmiş olabilirsiniz kılık kıyafetinden veya elektriğinden etkilenmiş
olabilirsiniz ama nefret edemezsiniz değil mi? Çok saçma olurdu eğer öyle
olsaydı.
Hiç
tanımadığımız kişi ne ilgilendirir ki bizi. Sadece şekilsel bir durumdur tıpkı
karikatür gibi. O günü veya o anı anlatan çizgidir o kadar. Karikatürler bizi
güldürü, düşündürür bazen de kızdırabilirler sadece ama nefret ettirmezler
kendilerinden.
En derin
yarayı her zaman sevdiklerinden alır insanlar. Sevdiklerinden başkasının açtığı
yara basit bir çizgiden ibarettir ten üzerinde. Bir an cız der ve biter.
Unuturuz kısa sürede. Hele birkaç gün geçince üzerinden unutulur gider hiçbir
iz bırakmadan. Sorulsa bile bir an düşünürüz belki de hatırlayabilmek için.
Sevdiklerimiz
yaraladığında açılan derin yaralar iyileşmez bir türlü. Ancak o yaraların
acısını bastırabilmek için nefret denilen bir merhem vardır, ondan süreriz
yaranın üzerine bolca. Yaranın derinliğine göre her an olarak yazılır
reçetesinde. Bazılarında günde üç kez falan diye yazar ama hafiftir o yaralar.
Nefret
merhemi ne kadar bol sürülürse yaraya o kadar hızlı kapanır gibi görünür ama
kapanan yara değil sadece kanamanın hapsedilmesidir. Kan içeriye akar sürekli.
Kimseler de farkına varmaz artık kan akmayınca. Oldu da bitti maşallah der
gibidir aynı.
Nefret
merhemi gizli cepte taşınır daima. Krizle karşılaşıldığında saklı gizli
sürülmeye devam edilir gelecek günlerde, aylarda, yıllarda hatta yüzyıllarda.
Sevginin açtığı yara ancak nefretle kapanır gibi görünür sadece. Gerçekte hiç
kapanmayan bir yaradır. İşte bu yüzden nefretin kaynağı yani anası sevgidir
diye geçti aklımın bir ucundan.
Bu yüzden
sevgi olduğu sürece nefret de olacaktır daima. Nefret ve sevgi kardeşler, ikiz
kardeşler hem de. Daha da ilerisi tek yumurta ikizleri gibi. O yüzden dikkatli
olunmalı daima. Sevgi mi taşıyoruz, yoksa nefret mi bilinemeyecek belki de.
Hani bazen
yalandan kızgınlıkla bir anda nefret duyguları fışkırtılır ya, ilk anda gerçek
değillerdir ancak üstüne gidilmez, altı oyulmazsa o nefretin, gerçek bir nefret
olmaya adaydır daima. İnsanlar birbirini tanıdığını düşünerek rahat davranmaya
çalışırlar. Ancak hiç de tanımıyoruz belki de. O gördüklerimiz günü birlik
yaşamımızın desenleridir belki de. İyi bir ressam elinden çıkmazlar çoğunlukla.
Bakan göze göre görünümleri de değişir. Bence siz iyi birer ressam gözüyle
bakın yaşamın çizgilerine.
Görsel: Google Görseller
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.