bebek |
Hâkim açıkça
barışmalarını ve birbirlerine bir fırsat daha vermelerini istediğinde karısı
başladı ağlamaya. Bu durumu gören hâkim daha da ısrarlı davranmaya başladı
Zafer’e. Duruma acıyan Zafer kabul etti hiçbir saygısı kalmadığını belirterek.
Hâkim elindeki dilekçeyi işleme koymayarak kaldırdı. Boşanma isteği ortadan
kalkmış oldu böylece.
Zafer’in elleri
terlemeye başladı duyduğu sıkıntıdan ötürü. Bir türlü kabullenemediği şeyler
vardı bu evlilikte. Ne yaptıysa olamadılar, olamıyorlardı bir türlü. Karısına
hiçbir şey anlatamadığını düşünmesi de ayrıca kaygılandırıyordu. Karısı her
zaman bildiğini okuyan tiplerdendi. Bir an tamam dediği şeylerde dahi bildiği
gibi yaparak dediğiyle ters düştüğünün farkında olamıyor ya da kasıtlı
davranıyordu.
Yalanlar
girmişti bir kere araya. Yalan güveni yok eden en önemli zehirdir. Bir daha
geri gelmeyecek olan güven duygusunun yerine koyulabilecek hiçbir şey yoktur.
Güven yerine güvensizlik koyulunca da hiçbir anlamı kalmıyordu birlikte
yaşamanın Zafer için.
Derken
kazara olduğu söylenen bir çocukları olmuştu ama zafer kaza bahanesine
inanmıyordu. Karısının silah olarak kullanabileceği bir durumdu çocuk.
Kendisini oldukça rahatsız etmeye başladıysa da karısını ikna edemedi
hamileliğini sonlandırmaya. “benim altıntopum olacak bu çocuğum” diyordu her
seferinde.
Zafer’in
çocuklara karşı büyük bir zaafı vardı ve bu durumu çok iyi biliyordu karısı.
Zafer her şeye rağmen insani olarak bakıyor ve insani açıdan yaklaşıyordu her
şeye. Sevgi, saygı ve güven yoktu karısına karşı ama çocuk için katlanmayı
denemeye karar vermişti kendince. Aynı evde iki yabancıydılar adeta. Durum böyleyken
çok daha güçlüydü karısının eli. Yalanlarını çok daha söyleyebilir duruma
gelmişti artık. Bununla da yetinmeyerek başkalarının yanında birlikteyken
Zafer’i de şahit göstermesi çok sıkıntıya sokuyordu. Zafer ne yapacağını, nasıl
davranacağını bilemez duruma gelmişti sadece zoraki gülümsemekle geçiştirmeye
çalışıyordu durumları. Diğer insanlar da farkındaydılar durumun. Zafer’e için
için acıdıkları belli oluyordu.
Her koyun kendi bacağından asılır
felsefesine sarılıyordu Zafer. Utansa da durumlar için yapılacak fazla bir şey
yoktu laftan anlamaz karısı için. Tek bildiği ve uğraştığı şey kendisine
“sensin” desinlerdi. Aslında insanlar pohpohlamayı severler olacakların keyfini
sürmek için ama Zafer’in bu duruma fırsat vermeyen davranışları engel oluyordu
keyiflerine.
Zafer bir karar aldı kendince. Artık karısıyla dışarıda da birlikte
olmayacaktı onun yalanlarına alet olmamak için. Epeyce bir süre öyle yaptı. Hiç
olmazsa insanların alaylı, acıyan, küçümseyen bakışlarıyla karşılaşmıyordu
artık. Bu saatten sonra da boşanmak çok insafsızlık olacaktı dışarıdan bakanlar
için ve zafer insafsızlıkla, acımasızlıkla ve gaddarlıkla suçlanıp
küçümsenecekti. Bu durumun altından kalkmak oldukça zordu Zafer için. Çocukla
bir daha görüşemeyebilirdi.
Aradan geçen zamanlar iki yabancıymış
gibi geçip gitti. Çocuğun doğması yükü oldukça ağırlaştırdı zafer için. Bütün
ağırlığını çocuğun varlığına yöneltmiş, çocuğun varlığıyla kendisini teselli
etmeye yoğunlaşmıştı ama arada olan olaylar çok daha yıkıcı olmaya başlamıştı. Çocuk
arada intikam aracı olarak kullanılmaya başladı kısa sürede. Bu duruma da
katlanılması gerekiyordu bir süre daha.
Zafer yeni bir karar alarak çocuğun
belli bir yaşa gelmesini düşünmeye başlamıştı. Ancak çocuğun anlayabileceği
yaşa gelmesini bekleyecek ve bu süre içinde mümkün olduğunca karısıyla
sürtüşmeye girmeyecekti. Sofrada yemeğini yiyip okumaya vermeye başladı
kendisini. Çocukla vakit geçirmeye çalışıyor ve çocuğun ortamdan
etkilenmemesine özen gösteriyordu. Ancak her fırsatta bir bahane yaratılarak
ortamı buz gibi yapmaya yetiyordu karısının sözleri ve davranışları.
“yasakçı baba” sözünü ilk duyduğunda
çocuğundan, başı dönüp çileden çıkmıştı ama ağzını açıp da bir şey söylememişti
Zafer. Yasakladığı şeyleri düşünmeye
itti bu durum. Babasının yasak koyduğu şeyleri anası yasak olarak görmüyordu ve
çocuğa şirin görünmeye çalışarak kendisi tarafına çekme taktiğinden
kaynaklanıyordu. Öyle de oldu, çocuk babasından uzak durmaya başladı. Yalnızca
istekleri açısından yaklaşıyordu. Çocuğun isteklerini yerine getirse bir türlü
getirmese bir türlüydü. Her iki durumda da kötü pozisyonda kalıyordu.
Çok yorulmaya başlamıştı olanlardan.
Çocuk pahalı şeyler istiyor, Zafer “hayır” diyor ancak çarşıya çıktığında
alınmış oluyordu çocuğun istediği etiketli eşya. Gereksiz bir durum olması bir
yana çocuğun kişiliği de etkilenmeye başlamıştı durumlardan.
Yemek, sofra adabıysa başlı başına
bir sorundu. Çocuk sofrayı önemli bir araç olarak kullanmaya başlamıştı. Yemek
yemeyerek tüm dikkatleri üzerine çekerek isteklerini karşılattırmaya
çalışıyordu. Zafer: “sofrada yemek yenilmezse diğer yemek zamanına kadar
yiyecek yok” dediğinde “tamam” diyen karısı, Zafer’in mutfaktan uzaklaştığını
fırsat bilerek çocuğa yiyeceği abur cubur şeyler vererek onun isteklerinin
yerine getirilmesini sağlıyordu.
Çocuğun istekleri bitip tükenmez hale
gelmeye başladı daha küçük yaşlarda. Çocuk bir türlü tatmin edilemiyordu.
Sofraya zamanında gelmiyordu özellikle. Yemek zamanı geçtikten sonra gelip
anasına sırnaşıyor ve yemek yemek yerine özel şeyler yaptırıyordu anasına ve
anası da isteğini yerine getiriyordu çocuğun.
Zafer gelecek göremez olmuştu içinde
bulunduğu durumlardan. Çocuğa çok büyük zararlar veriliyordu ve kendisinin bu
evdeki varlığı da bu işi körükler hale dönüşmüştü. Kısaca evde olmaktan daha
iyi olacağını düşünmeye başlamıştı çocuğun gelişimi açısında. Hiç olmazsa baba
bahanesi ortadan kalkacak ve durumun çoğunun belki de düzelmesine yol açacaktı
yokluğu.
Çok zalimce geliyordu ilk aklına
geldiği zaman ayrılık. Bir süre çocuğu alıştırmak için durumdan konuşmaya karar
verdi. Çocuk yavaş yavaş alışmalıydı babasının yokluğuna. Hiçbir şey
istemiyordu giderken, yalnızca ceketini alıp çıkmayı aklına koymuştu. Her şeyi
çocuğun geleceği için düşünmüştü zaten. Öyle de olmalıydı her şey çocuğa kalmalıydı
mal, mülk olarak. Bu yüzden karısıyla kavgaya girmek istemiyordu. Zaten de
dayanabilecek hali kalmamıştı psikolojik bakımdan.
Bir gün öğle vakti karısına açtı
durumu. Ayrılmak istediğini ve savaşa girmek istemediğini söylediğinde karısı
çocuğu alarak evden çıkıp gitti. Akşama doğru geldiğinde tanıdığı kişinin
yerine bambaşka birisi gelmişti adeta. Daha da yabancıydı, üstelik suratına
bakılacak gibi de değildi. “sen ayrılırsan ben de ayrılırım” zihniyetindeydi.
İnata inattı taktik.
Dilekçe anlaşmalı olarak imzalandı
hiç konuşulmadan ve bir celsede boşandılar. Çocuk okuldaydı Zafer’in evi terk
ettiği zaman. Aynı bölgede kalmayı düşünmedi zafer, başına gelecekleri
düşündükçe başını belaya sokmak istemediğinden oldukça uzaklaşmayı seçmişti.
İstanbul çok büyük bir kentti, diğer ucuna gitmesi birkaç şehir uzaklaşması
demekti zaten.
Bir defasında telefon geldi eski
karısından. Çocuğun eğitimiyle ilgili bir durumdu. Eğitiminin sağlanmasını
isteyen zafer, bu konuda her türlü fedakârlık yapılmalı diye düşünürken
karısının çok da umurunda olmadığı yönündeki beyanı çileden çıkmasına yetip de
artmıştı bile.
“Şunu çok iyi bil ve kafana sok.
çocuğun üniversite eğitimi alması için gerekirse bütün malı mülkü satacaksın.
Ben bunun için bıraktım her şeyi. Bu nedenle mal mülk savaşına girmedim
seninle. Eğer bunu yapmazsan kendini topun ağzında bil ve namlunun ucundasın,
ona göre düşün taşın. Ayağını denk alsan iyi olur. Bu saatten sonra yaşamaya
değecek hiçbir şeyim yok, bir pislik temizlemiş olurum dünyadan, o kadar.” Telefonu
kapatan zafer tir tir titriyordu. Dediklerini aklı almıyordu. Çıldırmış gibiydi
ve gözü hiçbir şeyi görmüyordu.
Uzaklaşmakta ne kadar haklı olduğu
ispatlanmıştı o anda. Eğer ulaşılabilecek bir yakınlıkta olmuş olsaydı
kesinlikle belaya bulaşmış demekti. Bir daha benzer bir duruma düşmemek için
eski karısının telefon numarasına engel koydu. Açmayacaktı daha. Konuşmayacaktı
çünkü: o kadar yıllar boyunca konuşulamayan kişiyle bundan sonra daha da
konuşulamazdı zaten konuşmaya çalışmak demek mezar kazmak demekti.
Bütün vücudunun titrediğini hisseden
zafer duygularından uzaklaşmanın yollarını aramaya başladı. Ayağa kalkıp
koşturmaya başladı var gücüyle. Beş yüz metre kadar olan düz mesafede gidip
geliyordu durmadan. Maratona hazırlanır gibiydi adeta. Kan ter içinde kaldı,
nefes nefeseydi kalbi yerinden fırlayacakmışçasına güm güm vuruyordu bağrını.
Tereddütlüydü tekrar oturmaya.
Bir süre ayakta kaldı, teri yavaş
yavaş kurusun diye kültürfizik hareketleri yapmaya başladı. Dikkatini bir başka
şeye yöneltmeye uğraşmaya başladı. Çocukluk aşklarına sığındı yine. Sırt üstü
bıraktı kendini ve gözlerini yumdu. Çocukluk aşkıyla kaçamak yapmış oldukları
saçak altındaydılar. Çocukluk aşkı tir tir titriyordu heyecanından. Elini tutup
azıcık sıkınca rahatladı, nefesleri normale dönmüştü. Kulağının dibinde
hissediyordu o daracık saçak altında, çocukluk aşkının ılık nefesini.
Görsel: Google Görseller
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.