Not
Her birimiz hayatımızın değişik
zamanlarında zor sorularla karşılaşmışızdır. Bazılarımız çözmüşlerdir,
bazılarımız uzun uğraşlar sonunda çözmüşlerdir bazılarımız ise pes etmişlerdir.
Bahsetmek istediğim konu ise bu soruyu çözmeye çalışırken kafamızın içinde
dolaşanlar ve kendi kendimize çıkarmaya çalıştığımız dersler.
Benim
hatırladığım birkaç durum var. Üniversite yıllarındaydı, kosinüslü bir soruydu. Genellikle sınavlarda çıkar ama çözen öğrenci sayısı az
olurdu. Günlerce uğraştım yüksek matematik yazılısı öncesinde ama uyanıkken
çözemedim bir türlü. Sınavdan bir gün öncesi rüyamda çözdüm soruyu. Hemen
kalkıp uykulu gözlerle kâğıda döktüm. İnanasım yoktu ama bir gerçek de önümde
duruyordu işte. Uykum kaçtı heyecandan. Defalarca kez kontrol ettim, doğruydu
çözüm. Sınavda da çıktı aynı soru ve ben de çözebilen azınlık arasına dâhil
oldum.
Hatırladığım
başka bir durum ise üniversite bitirme tezi çalışmamdı. Bir gurup olarak
çalışıyorduk. Yapı statiği ile ilgiliydi çalışmamız. Testere dişi gibi dizilmiş
fabrika yapılarının deprem, rüzgâr, ısı etkisi vb. tüm doğal etkilere karşı
sistem elemanlarının içinde oluşan iç kuvvetlerin hesaplanmasıydı.
Nihayetinde
kısa sayılabilecek bir sürede teslim ettik bitirme projemizi. Övünerek
söylemeliyim ki tam puan almıştık yani yüz üzerinden yüz.
Benim o
zamanlar düşündüğüm şey ise her işin başında çözüme doğru yol alırken aklımdan
geçenlerdi. Basit sorular ve bulunan cevaplar. Zaman kaybetmeden not almak gibi
basit şeylerdi. Eğer işin başında notlar alınmaya başlanırsa izlenen yol ve
çözüm net bir şekilde belgelenebilecek sonraki gelenlere önemli bir kaynak
olacaktı. Ama ihmal ettim notlar almayı ve belli bir süre sonra da unutmaya
başladığımı gördüm. Zor olan yanları unutmuyordum ancak asıl çözüme götüren
basit soru ve cevapları unutmuştum hem de bir daha hatırlanamayasıya.
Düşünüyordum ama olmuyordu bir türlü.
Şimdilerde
de yazma hakkında düşünmeye başladım. Bazen “ne belalı işmiş” diyorum bazen de
kolay demek geçiyor içimden her ne kadar inanmasam da. Ama emin olduğum bir şey
var o da yazmak. İstediğim gibi yazmak. Bir sürü kitapta yazılanlar dikkate
alınırsa ve piyasada konuşulanlara yazılıp çizilenlere bakılırsa okur da var
işin ucunda. Doğru, okur da var. Okur çeşit çeşittir. Her biri farklı kişilik
ve farklı hikâyeler severler. Hangisine göre yazmalı? Bence hiç birisine göre.
Neden mi? Yazan benim çünkü ve kendi istediklerimi yazmak istiyorum. Ancak öyle
rahatladığımı hissediyorum. Benim yazdıklarımın da okuyanı bulunabilir elbette,
bulunmayabilir de.
İnsanlar
yaşamlarında daima alışkanlıklar ediniyorlar ve alışık olduklarını yapmak daha
kolay geliyor. Alışkanlıklarını kolaylıkla değiştirmek istemiyorlar.
Değiştirmiyorlar da ne oluyor? Yerlerinde sayıyorlar en fazla. Geriye
gittiklerinin bir farkında olabilseler kendilerini tokatlarlar eminim, hem de
iki yanağını birden.
Önce hevesle
başlanır bir işe. Sonra bir şeyler çıkar ortaya. Arkasından beğenilmeyen
yanları görülür ve değişiklik yapmak istenir derken devam eder gider bu durum. Kendime
göre değil de bir başkalarına göre yazarsam eğer bir gün gelip onlara
beğendirebilecek bir şeyim kalmaz. O zaman ne yapacağım? Ya hiçbir şey ya da
değişeceğim, düşüncelerimi, yaşama bakışımı, kısaca kendimi baştan yaratıp yeni
bir pozisyon alacağım. Olur mu? Bilmiyorum. Benim bildiğim kendim olmak ve
kendimden bir şeyler katarak bir şeyler yazmak. Önce kendime beğendirip
sonrasını okura bırakmak tercihimdir.
Bu konuda
uğraşmaya başladığım zamanları düşündüğümde düşüncelerimin değiştiğini
görüyorum kendimde. Kendime sorduğum soru: nasıl yazayım ki istediklerimi
aktarabileyim? En son düşüncem: yalın kelimelerden oluşan cümleler kurabilmek
yönünde. Kolay olmadığını da görüyorum. Uğraşacağım sadece. Elimden geldiğince.
Çünkü en anlaşılabilir olmak bu yoldan geçiyor. Herkesin anlayabileceği
cümleler. Çünkü okuyucu her eğitim seviyesinde olabilir.
Kim bilir
belki günlük hayatta da aynı şeyler oluyordur. Biz yaşadığımız süre içinde
binbir soru sorup cevaplıyoruz bilincinde bile olmadan. Ancak bazıları
beynimizde bir yerlerde yazılmış oluyor. Bir yerlerde de işe karışıp sorunların
çözümünde fayda sağlıyorlar. Neyse ki ellerimizin yerine beynimiz bazı notlar
alıyor daima. Yoksa hayatımız hep bir döngü içinde geçer aynı şeyleri sürekli
yapar dururduk.
Beyin ilginç bir organ. Tam olarak çözülmüş, anlaşılabilmiş değil. Bu yüzden çözemediğimiz şeylerin cevabını başka yerlerde arıyoruz. O rüyanızda çözdüğünüz sorudan bahsediyorum. Benzer durumların olduğunu biliyorum.
YanıtlaSilYazmak konusuna gelince; bence insan yazdıkça okudukça kendini geliştirir. Yalın yazmak okuru rahatlatsa da edebi bir dil kullanmak okurun düşünmesini, hayal kurmasını ve bunlardan zevk almasını sağlar. Yapılan betimlemeler ve türlü sanat oyunları yazının kalitesini arttırır. Elbette bunun ölçüsü okuru sıkmamaktır. Yazarken okurun neden zevk alacağı düşünülmemeli. Eğer yazdığınızı kendiniz beğeniyorsanız bu yeterli. Bir de boş yazmamalı yazar bana göre. Okur onun bilgisinden, tecrübesinden ve yaşadıklarından kensdinde bir şeyler bulabilmeli.
Hafızaya çabuk giren şeylerin çabuk unutulduğunu, zor olanların, zorlukla öğrenilenlerin akılda kalıcı olduğunu ben de müşahade ettim:)
Kaystros Tyrha, güzel yorumunuz için teşekkür ederim. :)
Silcosinüslü yıllarda bende çok not alırdım.O Dönemler belki sınav ihtiyaç için not alırdım fakat şuan gündelik yaşamı planlamak için not alıyorum
YanıtlaSilfakat yaşlılık olsa gerek not aldığımı da unutuyorum
Sibel ÖZER, not almak belki de zamanı bir yerlere kazımaktır, bir gün gelip birinin eline takılır nasıl olsa. :)
Sil