Antel-Dantel Takımı
Önemli bir bilim
adamının konuşması vardır. Kalabalık tıka basa doldurur salonu. Konuşma konusu
“insan ve insanlık”tır. Oldukça sevilen ve bir o kadar da nefret edilen
birisidir, kendisinin namı insan sevmemesindendir. Saklamaz da bu düşüncesini. Ama kendisini
sevdiğini söyler her zaman. Kimileri ikiyüzlülükle suçlar bu yüzden.
Kendisi
fizikçidir, karısı da bir bilim kadınıdır ve seyirciler arasındadır. Daha
salona gireceği duyurulduğunda umulmadık bir dalgalanma görülmüştür kalabalık
salonda. Davetliler “antel-dantel
takımı”ndandır. Yani bilim ve bilgi açlığı çeken takımından. Her birisi aç
kurtlar gibidirler. Yalnızca “antel-dantel”ler değildir elbette salondakiler.
Sade, etiketsizler takımından da vardır. Kısaca ilgi duyguları biraz daha
yüksek insansılardır. Her birisi bilgi açlığı nedeniyle bir deri bir
kemiktirler, adeta birer kürdandırlar anlayacağınız.
Nihayet
beklenen an gelip çatar. Bütün kafalar çevrilir arkaya doğru. İlk kez geliyordur
bu bilim şehrine. Ufak tefek boyuyla, çevik ve hızlı adımlarla ilerler sahne
basamaklarına doğru. En ön sıraya geldiğinde yanında yürüyen kadın sola doğru
ayrılarak kendisi için ayrılmış olan koltuğa oturur. O da ufak tefek ama çevik
görünen bir hali vardır. “tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş” cümlesi
fısıldanır kulaktan kulağa.
Başka
konuşmacılar da kendisinden hemen önce yerlerini almıştır ama kendisine
gösterilen ilgiden yoksun kalmalarından dolayı kıskançlık içindedirler,
bakışlarından anlaşılmaktadır hisleri. As solist gibi sondan değil ilk sırada
konuşacaktır çünkü başka yere de vardır sözü. Yerine oturup, aceleyle önündeki
notlarına göz atarak başını kaldırır ve dinleyicileri selamlar.
“evet,
sevgisiz insanlar ve sevgisiz insanlık” salon buz kesilir bir anda ve tüm
canlılık yok olur sinekler hariç. “bir romanda şöyle söyler roman kahramanı: ‘bilim
adamları otuzbir çekedursun, insanlığı kurtaracak olan her zamanki gibi
insandan bile saymadığınız insancıklar olacaktır. Roma’da, Fransa’da, Hindistan’da,
Çin’de, …’ der.”
Etiketin Yeri
Salonda
uğultular başlar tekrar. Yanı başındaki konuk
konuşmacılar oldukça şaşkındırlar duyduklarından. İçlerinden boylu poslu
gösterişli giyimli, çember sakallı birisi ayağa fırlar, notlarını alarak
sahneden ayrılır sessizce. Ayrılan, neredeyse kimsenin dikkatini çekmemiştir.
Geldiği gibi sessizce çıkıp gitmiştir. Konuşmasını kısa keser. Çünkü her yerde
karşılaştığı gibi burada da soru yağmuruna tutulacağını düşünür. “evet, ben
yeterince zılgıtladım sizi, şimdi sırayı size veriyorum; buyurun zılgıtlama
sırası sizde. Lütfen teker teker ve kısa olsun!”
-sayın
profesör..
-Lütfen
adımla hitabedin, etiket pazarda kullanılıyor.
Kahkahalar
yükselir birden.
-Peki, sayın
pro…, pardon efendim. Neyse sorum şu olacak: merak ettim, o romanın ismini
verebilir misiniz acaba?”
-Henüz
yazılmadı.
Bir kahkaha
tufanı daha…
Başka bir
dinleyiciye mikrofon verilir:
-‘sevgisiz
insanlar ve sevgisiz insanlık’ diye başladınız konuşmanıza, ne demek istediniz?
Neden sevgisiz insanlar ve insanlık? Çifter çifter yaşıyorlar bildiğiniz gibi.
Anladığım kadarıyla siz de öyle.”
-haklısınız,
dediğiniz gibi başladım konuşmama. Çünkü insanlar sevmeyi unuttular oldukça
uzun bir süredir. Hatta ayağa dikildiklerinden beri de diyebiliriz buna. Ne olduysa
ayağa dikilmesiyle oldu o maymunun. Hayvan dediklerimiz hatta bitki
dediklerimiz canlılarda da var sevgisizlik ama insanlar kadar değil. Örneğin
bir sarmaşık. Güneşi görebilmek için
ağacın gövdesine sarılarak boğarcasına tırmanır tepesine doğru, o güçlü ağaç
baş edemez sarmaşıkla. Çareyi tepesine çıkarmakta bulur. Bunu yapar ama daha
sonrasında da kendisini kollamaya devam eder kendi güneşini kesmemesi için.
İnsana gelirsek, insan çok daha acımasız bir canlıya dönüşmüştür. Güya medeni,
medeniyetler yarattığından bahsedilir sürekli. Bakmayın bilim adamlarının o
dediklerine, otuzbir çekmekten başka bir şey değildir o ifadeler ve tespitler.
Kendi kendilerini tatmin etmekten başka bir şeye yaramaz. Eğer yaramış
olsaydılar zaten insanlar ve insanlık şimdiki durumlara düşmezdi ve bu hale
gelmezdik. İnsan denilen yaratıklar bir araya gelip daima birbirinin ümüğüne
çökmüşlerdir kendi çıkarları için… ha! şu çift meselesine gelirsek: çift olmak
ve çift yaşamak sevginin varlığını garantilemez. Sevgisiz de yaşayabiliyor
çiftler. Bakın yaşadığınız çevreye, görebileceksiniz. Hepsi de saklar,
saklamaya çalışır durumunu. Madem saklanacak şey yapıyorlar, neden yapıyorlar o
zaman? Bir ömür boyu eziyet ediyorlar kendilerine ve birlikte oldukları kişiye.
Bize gelince. –gülüşmeler, özellikle karısının kahkahası duyulur ön sıradan-
biz farklı bir yol seçiyoruz, saklayacak bir şeyimiz olduğunu sanmıyorum.
Birbirimizin gırtlağına sarıldığımız oldukça fazla olmuştur ama sonraları bu
enerjimizi otuzbir çekmekle harcamaya başladık. –gülüşmeler ve kahkahalar-
şimdi de ‘otuzbir’e takacaksınız. Yani bilimsel çalışmalara yöneliyoruz,
dikkatimizi onlara veriyoruz. Bu sayede boğazlanmaktan kurtuluyoruz her ikimiz
de.
-Kaç
çocuğunuz var?
-İzin
verirseniz bu sorunuzu eşim cevaplasın lütfen.
Otuzbir Çekmek Tek Kurtuluş
Salonda
sıcaklık artmış ve hareketlilik fazlalaşmıştır. Soru sormak isteyenler gitgide
çoğalmaktadır. Mikrofonlardan birisi elden ele geçirilerek ön sırada oturan
kadına ulaştırılır.
-sekiz tane
çocuğumuz var, dördü erkek ve dördü kızdır. Gördüğünüz gibi otuzbir çekmek
bizim için tek kurtuluştu. –kahkahalar ve alkışlar yükselir-
-efendim,
bilim adamları neden otuzbir çekiyorlar, ya da ne demek otuzbir çekmeleri? Daha
net açıklayabilir misiniz lütfen?
-elbette
açıklayabilirim. Bilim adamlarının –belirtmem gerekir ki, hepsi de değil
elbette ama büyük bir çoğunluğu- öyle açıklamaları ve icatları vardır ki ne
insana ne de insanlığa bir faydası dokunmuştur hatta tam tersine zararı
dokunmuştur. Örneğin: atomun parçalanması. Bilim adamının işidir merak etmek,
sorular sormak ve soruların peşine düşerek her birini takip etmek. Ancak atom
parçalandı ama onu silaha dönüştürdü başka bir bilim adamları da. Arkasından
nötron ve yakın zamanda da nötron bombası. Atom bombası Japonya’ya atılıp savaş
kazandı Amerika. Pekâlâ, insanlık nerede kaldı? İnsanlığı katlettiler. Bu durum
aslına bakılırsa insanın bildiği bir durumdur. Zaman zaman topluluklar
birbirini amansızca ve acımadan katletmişlerdir. Demek ki insanlar, belki de
bazı insanlar demek daha doğru ifade olacak, ilk ayağa kalkan maymundan daha
iyi mi yoksa daha kötü mü insan ve insanlık? Bilim adamlarının bir katkısı var
mı yok mu insanın iyi veya kötü olmalarında? Demek ki bilim adamlarının
yaptıkları çoğu şey insana ve insanlığa yaramıyor tam tersine zarar veriyorlar,
bilim adamları maşa oluyorlar bazılarına. Şimdi böyle bir durumda bilim
adamları kendi sorularını cevapladıkça övülmek istiyorlar elbette. En başta
kendi kendilerini övmeye başlayarak tatmin olmaya başlıyorlar. Şu “serbest
piyasa ekonomisi” icatlarına ne demeli! Bir taraftakinin yiyecek bir şeyi yok
açlıktan ölüyor, diğer taraftaki –güya medeniler- tokluktan, çok yemekten
ölüyorlar. Hiçbir kontrole tabi tutulmayan parabazlar tüm doğayı elekten
geçiriyor paraya dönüştürüyor ve savaşlar çıkarıyorlar en önemli kazanç
kaynakları silah ve ilaç. İlaç öyle faydalı sanmayın, hasta etmek için ama
öldürmeyen hastalık yaratmak için. Hasta hasta sürünsünler ki para kazandırmaya
devam etsinler. İşte, bilim adamları otuzbir çekerek tatmin oldukları sürece ne
kendilerine bir saygı duyulacaktır ne de insana ve insanlığa faydaları
olacaktır tam tersine kendileri de acımasız bir silaha dönüşeceklerdir.
Saatine
bakarak; “diğer tarafa yetişmem gerek, son bir soru lütfen!
İnsanlığı Kurtaracak İnsancıklar
-efendim, şu
insanlığı kurtaracak insancıklardan bahsettiniz, yazılmamış roman kahramanının
söyledikleri. Biraz daha açabilir misiniz? İlave olarak bilim adamı ne yapmalı
sizce?
- evet, ama
eminim bir gün yazılacaktır o roman. Üreten insanlar, seçilmişler ve zenginler
için her zaman en alt seviyedekiler olarak görülmüşler ve devlet denilen
mekanizmanın da enerji kaynağıdırlar daima. Vergileriyle koskoca ordular,
devlet çalışanlarını varlıklar içinde barındırırlar kendileri sefil olmalarına
rağmen çünkü aldatılarak ellerinde ne var ne yoksa alınır sürekli ki başlarını
kaldırıp etraflarında olan biteni göremesinler diye. Çünkü gördüklerinde isyan
edip yürüyeceklerinden korkarlar daima. Yukarıdaki kendini beğenmişlerin en
büyük korkusu tarihler boyu aynı olmuştur. O noktaya geldiklerinde oldukça
acımasız olurlar. Fransa’daki ayaklanmayı onlar yani baldırı çıplaklar,
çapulsuzlar yapmıştır alaşağı etmişlerdir yukarılarda ne varsa, Roma’da benzerleri yaşanmıştır. İngiltere’de
tekstil işçileri tekstil makinelerine saldırarak makineleri parçalamıştır ama
liderleri tutuklanıp yargılanarak çoğunluğu da cezalandırılmıştır ama korku
salmışlardır bir kere. Hindistan’da ha keza, köylüler tuz yasağını protesto
için tuz yasasını dinlemeyip tuz çıkarmaya devam etmişlerdir bir süre sonra
bağımsızlıklarına kavuşurlar İngiliz sömürgeliğinden kurtulurlar.
Çoğaltılabilir örnekler. Bütün mesele uyurgezer olan insanların uyanması ve
yüzlerine soğuk su çarpmasıdır. Gerisi kendiliğinden gelecektir. Devamı sorunuzun
cevabını da bağlayayım. Bilim adamlarının işi işte bu uyurgezer insanların
arasına karışarak onları uyandırmaktan öte bir şey değildir. Bilim adamı
ürettiğini ancak böyle ederine satabilir aksi haliyse kendisini beden olarak
satmaktan başka bir şey değildir. Fahişeler de bedenlerini satarlar gelir elde
etmek için. Yaptıkları işten zevk almazlar ama yine de yaparlar. Bilim adamının
kıymeti insanlar arasında belli olmalı, kendi sürüleri arasında değil. Çünkü
kendi sürülerinde herkes kendileri gibi melerler farklı bir ses duyulmaz.
-evet, aranızda
olmaktan mutlu oldum. Bu güzel söyleşi içinde her birinize ayrı ayrı teşekkür
ederim. Umarım sizler de memnunsunuzdur. Pek hızınızı alamadığınızı tahmin
ediyor ve görüyorum. Soruları olan oldukça fazla kişi vardı salonda ama bu
seferlik zaman kısıtlılığı koparacak bizi birbirimizden ama size açıkça söz
veririm, eğer serbest zamanlı bir söyleşi ayarlamak istenirse uygun bir
zamanımda seve seve tekrar gelirim. Gönlüm istiyor ki daha fazla söyleşebileyim
sizlerle. Çok şey öğreniyorum böylece ben de sizlerden.
Masadakilere
iyi çalışmalar dileyerek ayrılır sahneden. Bütün salon ayağa fırlayıp elleri
kabarırcasına alkışlamaya başlarlar. Arada bir çatlak “yuhhhh!” sesi de gelir
kulaklara. Karısıyla birlikte salonu terk edinceye kadar devam eder salonun
tezahüratı.
Diğer
konuşmacılar insanlığın gelişiminden bahsederler, uzayın da yakın zamanda işgal
edileceğinden, insan zekâsı sayesinde her şeyi başarabileceğini gördüğünü ve bu
zevke ulaştığını tekrarlarlar.
Salon birer
ikişer boşalmaya başlar. En son konuşmacı neredeyse boş bir salona konuşur
donuk ve cansız ses tonuyla.
Görsel: Google Görseller
Etkileyici. Bazen anlatmak istediğimizi ters köşe yaparak anlatmak daha etkili olabilir aslında.
YanıtlaSilBeyda'nın Kitaplığı, bazen evet. :)
SilGüzel ve net tespitler. Açıkçası ben de seyirciler arasında ne yapardım diye düşündüm. İlgiyle dinler, en sonunda alkışlardım.
YanıtlaSilBeyaz Yakalı, teşekkür ederim. :)
Sil