SAYFALAR

Çarşamba, Şubat 05, 2020

Bilim adamı ve otuzbir


Antel-Dantel Takımı

            Önemli bir bilim adamının konuşması vardır. Kalabalık tıka basa doldurur salonu. Konuşma konusu “insan ve insanlık”tır. Oldukça sevilen ve bir o kadar da nefret edilen birisidir, kendisinin namı insan sevmemesindendir.  Saklamaz da bu düşüncesini. Ama kendisini sevdiğini söyler her zaman. Kimileri ikiyüzlülükle suçlar bu yüzden.

            Kendisi fizikçidir, karısı da bir bilim kadınıdır ve seyirciler arasındadır. Daha salona gireceği duyurulduğunda umulmadık bir dalgalanma görülmüştür kalabalık salonda. Davetliler  “antel-dantel takımı”ndandır. Yani bilim ve bilgi açlığı çeken takımından. Her birisi aç kurtlar gibidirler. Yalnızca “antel-dantel”ler değildir elbette salondakiler. Sade, etiketsizler takımından da vardır. Kısaca ilgi duyguları biraz daha yüksek insansılardır. Her birisi bilgi açlığı nedeniyle bir deri bir kemiktirler, adeta birer kürdandırlar anlayacağınız.
            Nihayet beklenen an gelip çatar. Bütün kafalar çevrilir arkaya doğru. İlk kez geliyordur bu bilim şehrine. Ufak tefek boyuyla, çevik ve hızlı adımlarla ilerler sahne basamaklarına doğru. En ön sıraya geldiğinde yanında yürüyen kadın sola doğru ayrılarak kendisi için ayrılmış olan koltuğa oturur. O da ufak tefek ama çevik görünen bir hali vardır. “tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş” cümlesi fısıldanır kulaktan kulağa.
            Başka konuşmacılar da kendisinden hemen önce yerlerini almıştır ama kendisine gösterilen ilgiden yoksun kalmalarından dolayı kıskançlık içindedirler, bakışlarından anlaşılmaktadır hisleri. As solist gibi sondan değil ilk sırada konuşacaktır çünkü başka yere de vardır sözü. Yerine oturup, aceleyle önündeki notlarına göz atarak başını kaldırır ve dinleyicileri selamlar.
            “evet, sevgisiz insanlar ve sevgisiz insanlık” salon buz kesilir bir anda ve tüm canlılık yok olur sinekler hariç. “bir romanda şöyle söyler roman kahramanı: ‘bilim adamları otuzbir çekedursun, insanlığı kurtaracak olan her zamanki gibi insandan bile saymadığınız insancıklar olacaktır. Roma’da, Fransa’da, Hindistan’da, Çin’de, …’ der.”

Etiketin Yeri

            Salonda uğultular başlar tekrar.  Yanı başındaki konuk konuşmacılar oldukça şaşkındırlar duyduklarından. İçlerinden boylu poslu gösterişli giyimli, çember sakallı birisi ayağa fırlar, notlarını alarak sahneden ayrılır sessizce. Ayrılan, neredeyse kimsenin dikkatini çekmemiştir. Geldiği gibi sessizce çıkıp gitmiştir. Konuşmasını kısa keser. Çünkü her yerde karşılaştığı gibi burada da soru yağmuruna tutulacağını düşünür. “evet, ben yeterince zılgıtladım sizi, şimdi sırayı size veriyorum; buyurun zılgıtlama sırası sizde. Lütfen teker teker ve kısa olsun!”
            -sayın profesör..
            -Lütfen adımla hitabedin, etiket pazarda kullanılıyor.
            Kahkahalar yükselir birden.
            -Peki, sayın pro…, pardon efendim. Neyse sorum şu olacak: merak ettim, o romanın ismini verebilir misiniz acaba?”
            -Henüz yazılmadı.
            Bir kahkaha tufanı daha…
            Başka bir dinleyiciye mikrofon verilir:
            -‘sevgisiz insanlar ve sevgisiz insanlık’ diye başladınız konuşmanıza, ne demek istediniz? Neden sevgisiz insanlar ve insanlık? Çifter çifter yaşıyorlar bildiğiniz gibi. Anladığım kadarıyla siz de öyle.”
            -haklısınız, dediğiniz gibi başladım konuşmama. Çünkü insanlar sevmeyi unuttular oldukça uzun bir süredir. Hatta ayağa dikildiklerinden beri de diyebiliriz buna. Ne olduysa ayağa dikilmesiyle oldu o maymunun. Hayvan dediklerimiz hatta bitki dediklerimiz canlılarda da var sevgisizlik ama insanlar kadar değil. Örneğin bir sarmaşık.  Güneşi görebilmek için ağacın gövdesine sarılarak boğarcasına tırmanır tepesine doğru, o güçlü ağaç baş edemez sarmaşıkla. Çareyi tepesine çıkarmakta bulur. Bunu yapar ama daha sonrasında da kendisini kollamaya devam eder kendi güneşini kesmemesi için. İnsana gelirsek, insan çok daha acımasız bir canlıya dönüşmüştür. Güya medeni, medeniyetler yarattığından bahsedilir sürekli. Bakmayın bilim adamlarının o dediklerine, otuzbir çekmekten başka bir şey değildir o ifadeler ve tespitler. Kendi kendilerini tatmin etmekten başka bir şeye yaramaz. Eğer yaramış olsaydılar zaten insanlar ve insanlık şimdiki durumlara düşmezdi ve bu hale gelmezdik. İnsan denilen yaratıklar bir araya gelip daima birbirinin ümüğüne çökmüşlerdir kendi çıkarları için… ha! şu çift meselesine gelirsek: çift olmak ve çift yaşamak sevginin varlığını garantilemez. Sevgisiz de yaşayabiliyor çiftler. Bakın yaşadığınız çevreye, görebileceksiniz. Hepsi de saklar, saklamaya çalışır durumunu. Madem saklanacak şey yapıyorlar, neden yapıyorlar o zaman? Bir ömür boyu eziyet ediyorlar kendilerine ve birlikte oldukları kişiye. Bize gelince. –gülüşmeler, özellikle karısının kahkahası duyulur ön sıradan- biz farklı bir yol seçiyoruz, saklayacak bir şeyimiz olduğunu sanmıyorum. Birbirimizin gırtlağına sarıldığımız oldukça fazla olmuştur ama sonraları bu enerjimizi otuzbir çekmekle harcamaya başladık. –gülüşmeler ve kahkahalar- şimdi de ‘otuzbir’e takacaksınız. Yani bilimsel çalışmalara yöneliyoruz, dikkatimizi onlara veriyoruz. Bu sayede boğazlanmaktan kurtuluyoruz her ikimiz de.
            -Kaç çocuğunuz var?
            -İzin verirseniz bu sorunuzu eşim cevaplasın lütfen.

Otuzbir Çekmek Tek Kurtuluş

            Salonda sıcaklık artmış ve hareketlilik fazlalaşmıştır. Soru sormak isteyenler gitgide çoğalmaktadır. Mikrofonlardan birisi elden ele geçirilerek ön sırada oturan kadına ulaştırılır.
            -sekiz tane çocuğumuz var, dördü erkek ve dördü kızdır. Gördüğünüz gibi otuzbir çekmek bizim için tek kurtuluştu. –kahkahalar ve alkışlar yükselir-
            -efendim, bilim adamları neden otuzbir çekiyorlar, ya da ne demek otuzbir çekmeleri? Daha net açıklayabilir misiniz lütfen?
            -elbette açıklayabilirim. Bilim adamlarının –belirtmem gerekir ki, hepsi de değil elbette ama büyük bir çoğunluğu- öyle açıklamaları ve icatları vardır ki ne insana ne de insanlığa bir faydası dokunmuştur hatta tam tersine zararı dokunmuştur. Örneğin: atomun parçalanması. Bilim adamının işidir merak etmek, sorular sormak ve soruların peşine düşerek her birini takip etmek. Ancak atom parçalandı ama onu silaha dönüştürdü başka bir bilim adamları da. Arkasından nötron ve yakın zamanda da nötron bombası. Atom bombası Japonya’ya atılıp savaş kazandı Amerika. Pekâlâ, insanlık nerede kaldı? İnsanlığı katlettiler. Bu durum aslına bakılırsa insanın bildiği bir durumdur. Zaman zaman topluluklar birbirini amansızca ve acımadan katletmişlerdir. Demek ki insanlar, belki de bazı insanlar demek daha doğru ifade olacak, ilk ayağa kalkan maymundan daha iyi mi yoksa daha kötü mü insan ve insanlık? Bilim adamlarının bir katkısı var mı yok mu insanın iyi veya kötü olmalarında? Demek ki bilim adamlarının yaptıkları çoğu şey insana ve insanlığa yaramıyor tam tersine zarar veriyorlar, bilim adamları maşa oluyorlar bazılarına. Şimdi böyle bir durumda bilim adamları kendi sorularını cevapladıkça övülmek istiyorlar elbette. En başta kendi kendilerini övmeye başlayarak tatmin olmaya başlıyorlar. Şu “serbest piyasa ekonomisi” icatlarına ne demeli! Bir taraftakinin yiyecek bir şeyi yok açlıktan ölüyor, diğer taraftaki –güya medeniler- tokluktan, çok yemekten ölüyorlar. Hiçbir kontrole tabi tutulmayan parabazlar tüm doğayı elekten geçiriyor paraya dönüştürüyor ve savaşlar çıkarıyorlar en önemli kazanç kaynakları silah ve ilaç. İlaç öyle faydalı sanmayın, hasta etmek için ama öldürmeyen hastalık yaratmak için. Hasta hasta sürünsünler ki para kazandırmaya devam etsinler. İşte, bilim adamları otuzbir çekerek tatmin oldukları sürece ne kendilerine bir saygı duyulacaktır ne de insana ve insanlığa faydaları olacaktır tam tersine kendileri de acımasız bir silaha dönüşeceklerdir.
            Saatine bakarak; “diğer tarafa yetişmem gerek, son bir soru lütfen!

İnsanlığı Kurtaracak İnsancıklar

            -efendim, şu insanlığı kurtaracak insancıklardan bahsettiniz, yazılmamış roman kahramanının söyledikleri. Biraz daha açabilir misiniz? İlave olarak bilim adamı ne yapmalı sizce?
            - evet, ama eminim bir gün yazılacaktır o roman. Üreten insanlar, seçilmişler ve zenginler için her zaman en alt seviyedekiler olarak görülmüşler ve devlet denilen mekanizmanın da enerji kaynağıdırlar daima. Vergileriyle koskoca ordular, devlet çalışanlarını varlıklar içinde barındırırlar kendileri sefil olmalarına rağmen çünkü aldatılarak ellerinde ne var ne yoksa alınır sürekli ki başlarını kaldırıp etraflarında olan biteni göremesinler diye. Çünkü gördüklerinde isyan edip yürüyeceklerinden korkarlar daima. Yukarıdaki kendini beğenmişlerin en büyük korkusu tarihler boyu aynı olmuştur. O noktaya geldiklerinde oldukça acımasız olurlar. Fransa’daki ayaklanmayı onlar yani baldırı çıplaklar, çapulsuzlar yapmıştır alaşağı etmişlerdir yukarılarda ne varsa,  Roma’da benzerleri yaşanmıştır. İngiltere’de tekstil işçileri tekstil makinelerine saldırarak makineleri parçalamıştır ama liderleri tutuklanıp yargılanarak çoğunluğu da cezalandırılmıştır ama korku salmışlardır bir kere. Hindistan’da ha keza, köylüler tuz yasağını protesto için tuz yasasını dinlemeyip tuz çıkarmaya devam etmişlerdir bir süre sonra bağımsızlıklarına kavuşurlar İngiliz sömürgeliğinden kurtulurlar. Çoğaltılabilir örnekler. Bütün mesele uyurgezer olan insanların uyanması ve yüzlerine soğuk su çarpmasıdır. Gerisi kendiliğinden gelecektir. Devamı sorunuzun cevabını da bağlayayım. Bilim adamlarının işi işte bu uyurgezer insanların arasına karışarak onları uyandırmaktan öte bir şey değildir. Bilim adamı ürettiğini ancak böyle ederine satabilir aksi haliyse kendisini beden olarak satmaktan başka bir şey değildir. Fahişeler de bedenlerini satarlar gelir elde etmek için. Yaptıkları işten zevk almazlar ama yine de yaparlar. Bilim adamının kıymeti insanlar arasında belli olmalı, kendi sürüleri arasında değil. Çünkü kendi sürülerinde herkes kendileri gibi melerler farklı bir ses duyulmaz.
            -evet, aranızda olmaktan mutlu oldum. Bu güzel söyleşi içinde her birinize ayrı ayrı teşekkür ederim. Umarım sizler de memnunsunuzdur. Pek hızınızı alamadığınızı tahmin ediyor ve görüyorum. Soruları olan oldukça fazla kişi vardı salonda ama bu seferlik zaman kısıtlılığı koparacak bizi birbirimizden ama size açıkça söz veririm, eğer serbest zamanlı bir söyleşi ayarlamak istenirse uygun bir zamanımda seve seve tekrar gelirim. Gönlüm istiyor ki daha fazla söyleşebileyim sizlerle. Çok şey öğreniyorum böylece ben de sizlerden.
            Masadakilere iyi çalışmalar dileyerek ayrılır sahneden. Bütün salon ayağa fırlayıp elleri kabarırcasına alkışlamaya başlarlar. Arada bir çatlak “yuhhhh!” sesi de gelir kulaklara. Karısıyla birlikte salonu terk edinceye kadar devam eder salonun tezahüratı.
            Diğer konuşmacılar insanlığın gelişiminden bahsederler, uzayın da yakın zamanda işgal edileceğinden, insan zekâsı sayesinde her şeyi başarabileceğini gördüğünü ve bu zevke ulaştığını tekrarlarlar.

            Salon birer ikişer boşalmaya başlar. En son konuşmacı neredeyse boş bir salona konuşur donuk ve cansız ses tonuyla.     

Görsel: Google Görseller

4 yorum:

  1. Etkileyici. Bazen anlatmak istediğimizi ters köşe yaparak anlatmak daha etkili olabilir aslında.

    YanıtlaSil
  2. Güzel ve net tespitler. Açıkçası ben de seyirciler arasında ne yapardım diye düşündüm. İlgiyle dinler, en sonunda alkışlardım.

    YanıtlaSil

Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.