Yönetici ve Güven
Malum,
karantina günleri covit-19 yüzünden.
“Evde kalın” dediler, biz de yarı aç, yarı tok kalıyoruz evlerde.
Kimseye ses edemiyorsun böyle zamanda. Bazıları var ki odalarından çıkmıyorlar.
Dünyayla bağlarını kopardılar adeta.
Şu 65 meselesi uygun bir şekilde
anlatılamadı, 65’likler alındılar bu durumdan. Bazen sitem edenlere takılıyorum
uzaktan uzaktan “ne yapsınlar, armut dibine düşer” diye. Hemen kabardı bir
komşu alçak apartmanın ilerisindeki yüksek binadan “ne demek isteyon sen?”
“Heeeeeeeeeeeeç, bi şey istemirem
men” dedim gülümseyerek. Yaşı seksenlerde falan olmalı. Meğer tanıyormuş beni,
karşılaşmışız beş, altı sene öncesinden, hatta oturup çay bile içmişiz birkaç
kişi aynı masada. Ben hatırlayamadım bir de onun için sitem etti “cezan
çoğaldı” dedi parmak sallayarak. Torunu bağırdı “dede içeri” diye. “Şu iş bi
bitsin hele, görüşeceğiz” dedi ve bastonuna yaslanarak gitti içeriye.
O gittikten sonra oturdum biraz
haberleri seyrettim, sağı solu karıştırdım hoşuma gidecek bir şeyler bulabilir
miyim diye ama yoktu kafama göre. Çekildim odama ve dizüstünü açtım. Niyetim
bir şeyler karalamaktı, içimi dökmekti asıl derdim.
Elimde kalemle yazmak daha kolay ve
akıcı geliyor bana ama yazılanları bilgisayara aktarmak oldukça zor geliyor işte
bu nedenle direkt olarak bilgisayara yazmak için zorluyorum kendimi.
“Güven” kelimesi döküldü dudaklarımın
arasından hiç düşünmediğim halde. “Neden?” diye sordum sonra kendime. İçinde
bulunduğumuz durumla ilgisi var mıydı? Evet, var galiba. İçinde bulunduğumuz
durum tam bir muamma, bilinmezlikleri çok fazla. Kimsede de yok cevap. Cevap
vermesi gerekenlerin önerisi de sabır ve dua.
Görünen o ki, ellerinden gelebilecek
fazla bir şeyleri yok, olacak olanını da onlar istemiyorlar. Başka
memleketlerin yetkilileri birinci ağızdan ekran karşısına geçip çatır çatır
konuşuyorlar eveleyip gevelemeden ve ne yapılması gerekiyorsa yapacaklarını,
kimse zarar görmeden bu zor zamanlardan çıkacaklarını, gerekli kaynağın
ayrıldığını beyan ediyorlar.
Dünya tıkıldı evlere, bazı yerlerde
kesin karantina tedbiri var, sokaklarda dolaşmak yasak. Böyle olunca da
vatandaşların ihtiyaçlarının karşılanması gerekiyor devlet tarafından. Bizde bu
durumdan kaçınılıyor sürekli. Kim ne yerse yesin, yeter ki evden çıkmasın.
Çalışmak zorunda insanlar, geçimini günlük sağlıyor birikmişi yok. Kimsenin
kulak astığı yok. Verilen sözler –kolonya, maske verilecekti- unutuldu gibi
görünüyor. Bizimkiler günü kurtarmaya bakıyorlar adeta. İşte bu durum güveni
yıkıyor.
Kendimce hayaller kurmaya başladım
pencereden dışarıyı seyrederken. Gecenin oldukça geç vakti, evlerin çoğunda
ışıklar yanmıyor, uykuda millet. Tek tük var pencerelerden görünen ışık.
Her ailenin başını sokacak kadar da
olsa bir evi olabilse, devlet tarafından verilse ucuz taksitle. Her evden en az
birinin işi olsa. Eğitim devlet tarafından karşılansa. İsteyen okusa istemeyen
çalışsa. İsteyen kendi işini kursa.
Yaşlanınca başkalarına muhtaç olmasa insan, çoluk çocuğa yük olmasa.
Sevgisiyle göçüp gitse bu dünyadan. İstekler yöneticiler ve diğer insanlar
tarafından ciddiye alınsa, dinleseler ne diyor diye merak ederek. İnsan yerine
konulsa herkes fakir zengin ayrımı yapılmadan. Kadın erkek diye de ayrım
yapılmadan aklı yerinde farklı cinsiyette insanlar olarak bakılsa devlet ve
insanlar tarafından.
İnsanlar çocuklarının eğitim ve iş
derdine düşmeseler bir ömür boyu. Biraz zaman da kendilerine ayırabilseler. En
büyük eziyet, çocukların işsiz aç açıkta kalacakları korkusudur anne ve babalar
için. Daha rahat bir yaşam sürmelerini isterler daima. Bakmazlar kendi
yaşamlarına çocukları için şu da olsun, bu da olsun derken yetmişlemişlerdir
yaşı. Ondan sonra da yaş yetmiş işin bitmiştir. Evdeysen de evin bir
köşesindesindir artık göçünceye kadar. Ayakaltında dolaşman göze batar daima.
İnsanın güven içinde yaşamını
sürdürmesi ve kendisinden sonra gelenlerinde yaşamlarının rahat geçmesini
istemek gibi garip bir durumla karşı karşıya olmak kölelik zincirlerinin kendin
tarafından bağlanması demektir.
Güven, bir kere yıkılmaya görsün,
tekrar geriye döndürülmesi mümkün olmayan bir kavramdır. Gitti mi gidiş o
gidiştir. Bizim topraklarda yaşayan
insanların devlete olan güvenleri tam olmamış anlaşılan. Bu topraklar daima kan
kusmuş, dağda, bayırda rahat edememiş insanlar. Ya devlet görevlileri, ya
beyler, paşalar, hiç olmadı eşkıyalar talan edip eziyet etmişlerdir. Çilekeştir
bu topraklarda yaşayan insanlar. Beyiyle, paşasıyla da öyledir. Hiçbir şey
dışarıdan göründüğü gibi değildir bu topraklarda. Bir gün vezirken ertesi gün
kelle gitmiştir.
Bir yönetici için güven önemlidir.
Her alanda önemlidir. Yöneticilik de güven sağlamakla olur yoksa kimse
kendisini yönetici falan saymasın. Bu topraklar bir söz icat etmiştir “çarıklı
erkanı harp.” “Sessiz atın çitmesi pek
olur.” Mutlaka kulağınıza çalınmışlardır. Şu anda yazarken aklıma geldiği için
yazdım, özellikle araştırmadım bu deyimlerin ifade ettiği anlamda başka
kültürlerde ifadeler var mı diye. Sanmıyorum da doğrusu.
Hiçbir şekilde güven veremeyen,
istese de veremeyecek durumda olan bir yönetim tarzı hâkim. Ortalık çok sessiz,
adeta korkutan bir sessizlik var memlekette. Tam anlamıyla ıssızlık hâkim.
Yönetimin durumun farkında bile değil çünkü yönetim tarağında bezi yok. Hele bu
karantina, tam karantina olmasa da zor günlerin müjdeleyicisi sanki. İyi ki
kışı bitirdi memleketin çok yeri. Kışın olsaydı ölenlerin çoğundan oldukça geç
haber olunurdu. Havalar ısınmaya başladı, odun, kömür gibi ısınma gereçleri
için masraf edilmeyecek. Gıdaya yatırım yapılabilecek.
Devletlerde, devlete güvensizliğin
temelinde vatandaşın bilgisizliği, korkuları, devletin devlet olmaktan uzak
oluşu vb. daha çoğaltılabilecek nedenler üretilebilir. Devlet ilk kez Platon
tarafından tasarlanan bir yapıdır, bir tür polis devletidir. Ama yönetimdekilerin
bilge olması düşünülür. Üzerinden geçen 2300 yılı aşkın bir sürede Polis devlet
yapısı aşılamamıştır ve yöneticiler bilge değil tam tersine “halk” denilen
geçmiş zamanlarda belli yönetim ve dini kademelerdeki insanlardan aşağıda
görülen, günümüzde de temelde bir değişiklik olmayan kitle yoğunluğu dikkate
alınarak adı demokrasi olan bir tür kelime oyunudur seçim ve demokrasi. Bazı insanlar
demokrasi, Vatan, seçim, oy vb. kelimeleri daha fazla kullanırlar ama
anlamlarını bilmeden ne işe yaradıklarını iyi bilirler. Galiba VATAN kelimesi
de yeniden tariflenmeye başlandı Covit-19 sayesinde. Nasıl mı?
Ne ilginç bir durum değil mi, barınacak, kendisini
koruyacak bir yere ihtiyaç duydular, MAĞARA'ydı. Mağara dönemi diye
adlandırıldı. Yıl 2020 Corona kol geziyor dünyada ve sınırlar kapanıyor teker
teker. İnsanlar kendilerini koruyacak, sığınacak mağara arıyorlar gene; adına
VATAN diyorlar. Mağara'dan Vatan'a evriliş mi bu?
İçimde, yüreğimde bir sızı beliriveriyor bazen
sebepsiz, olur olmadık yer ve zamanlarda. Bir iki, üç, …., derken yakaladım
yüreğimi fısıldaşırken. Meğer çocukluk aşkımla fısıldaşıyormuş benden habersiz,
beni duymasın diye. Üzüleceğimi düşünmüş, ele geçmez fırsatları duyurmanın
anlamı yok diye. İyi oldu yakaladığım fısıltılarını. İyi ki de duydum, güvende
hissettim bir an kendimi, sımsıcacık geldi dünya bu ayaz içinde. Ne covit-19
korkusu, ne fakirlik, ne de başka bir endişe, kayboluverdiler yüreğimi
dinlerken. Kısa sürdü, olsun yetti bana!..
Kolay gelsin herkese, demekten başka
bir şey gelmiyor maalesef insanın elinden. 28.03.20
Görsel: Google Görseller
İnsanlık olarak hepimiz sınavdayız.
YanıtlaSilProfösör, hâlâ sınav mı var ya, hayat boyu neredeyse her saniye sınavdaydım ya!
Sil