SAYFALAR

Pazartesi, Kasım 28, 2016

BAŞLAMAK

                BAŞLAMAK

“Başlamak için hiçbir zaman geç değildir, yeter ki başlamaya cesaretin olsun.”
Çoğunlukla bir şeyler düşünür ve tasarlarız fakat bir türlü başlayamayız. Sürekli erteleriz. Hep sebeplerimiz vardır. Önceliklerimiz vardır bir türlü sıra gelmez.  Yaşam kavgası dediğimiz yarışta ertelediğimiz şeyler o kadar çoktur ki, inanılacak gibi değildir.
Ben de kendimi genellikle bu tarzda görüyorum, ne zamandan beri diye düşündüğümde?” Her zaman”,  cevabını yapıştırıverdim.  Peki, bu soruyu ne zaman sordum?” Atmışına merdiven dayadığımda.”  Neden bu kadar geç? Ve de soruya sebep olan etkenler ne idi?
Kesin cevabım; artık kaybedecek ve korkacak bir şeyim kalmadığında, ölümün ayak seslerini hissedip ve ölmekten korkmadığımda hatta ölmeyi çok istemeye başladığımda, ölüm benim için kurtuluş olacak diye düşünmeye başladığımda ve yaşama tutunmak için kafamdaki dolaşıp duran bin bir tür düşünceyi, analizi, kini, nefreti, kırgınlıkları, acı ve korkuları kafamdan atabilmeyi istiyorum. Gecede geceyi, gündüzde de gündüzü yaşamak istiyorum. Çok basit iki seçenek, ya ölmeyi ya da yaşamayı seçeceğim.  Her şeye rağmen yaşamayı seçmeyi düşünüyorum. Bunun için de yazmayı seçtim. Çok doluyum, bir şekilde yükümü boşaltım öyle gideceğim. Bu benim için aynı zaman da terapi olacak. Başlamak için kendimde cesaret buldum. Geç sayılmaz, öyle değil mi sizce de?
Her an, geçmişte kalır. Biz ya geçmişte yaşarız ya da gelecekte. Hiçbir zaman için de bulunduğumuz  an’ı yaşamayı beceremeyiz çünkü düşünmeyiz.
Pişmanlıklarımızla, kin veya kızgınlıklarımızla geçmişte yaşamayı seçeriz, intikamlar, hınçlar almayı düşünür planlarız. Yapmayan var mıdır sizce? Bence yoktur. Bu bahsedilen ve benzeri duygular bizi bir türlü bu güne getirmez ya da başka bir ifadeyle bu güne gelebilecek enerjiyi tükettikleri için güçsüz düşmüşüzdür.  Artık yolda emekleyerek ya da sürünerek hız alıyorsunuzdur. Bunu hiç fark edemeyeceksiniz belki de ya da bir mucize olup ölümle tanışma fırsatı bulup da yaşamda kalırsanız dank etmiş olacaktır.
Gelecekte yaşarız. Ya da öyle olduğunu düşünürüz. Hayal, planlar, kendimize gösterdiğimiz hedefler, kariyer, para kazanmak vb. şeyler bizi bu anı yaşamadan üstünden atlayarak yarınlar için hatta çok uzak yılları yaşarız. Aslında ölümümüzü hızlandırırız. Bir türlü şu anla ilişkilendiremeyiz, beceremeyiz bir türlü; hayatımız hep robotik koşuşturmaya dönüşür, bir ileri bir geri ya da “Değirmenci Ali'nin kör beygiri” gibi dolanıp dururuz kendi etrafımızda.
Geçmişten ders alabilseydik şu anlarımızı da yaşamayı seçerdik eminim. Dersler çıkartamadığımız ortadadır. Dünya'nın hali de bunu zaten gösteriyor. Dünya tarihi içinde hep savaşlar vardır. Ya tanrılar savaşır ya da tanrılar adına insanlar. Aslına bakarsanız hiç de ilgisi yoktur tanrılar ya da tanrıyla, uydurmacadır hepsi. İktisat, ekonomi yani çıkar savaşıdır. Güçlüler kendileri arasında savaşır ama güçlüler kazansa da kaybetse de her zaman kazanırlar. Tanrılar ya da tanrı her zaman çıkarlara alet edilmiştir. Çünkü zavallı kurbanları uyutmanın ve güçlüler için savaşmaları ve ölmeleri başka türlü sağlanamaz.  Bu konulara şimdilik fazla girmeyeceğim.
Uzunca bir süredir aklımın erdiği elli yılı gecik süreyi üç veya dört yıl gibi bir sürede analiz etmeye çalıştım. Bulduklarım bana ilginç geldi. Kat ettiğim yolların topoğrafisini çıkardım. Yaşanılan zamanlarda düz gibi görünen alanlar bile ne kadar yamaç ve dikmiş meğer yeni fark ettim. Uçurumun her an kıyısında olduğumu hiç fark etmemişim. Yürüyüşüm büyük cesaret gerektiriyormuş. O zamanlar fark etsem ya yolu değiştirir ya da uçurumun birinden aşağı yuvarlanırdım korkudan.
Biliyor musunuz? Yaşamımın kırklı yıllarında okuduğum bir bilgi beni çok şaşırtmıştı. “insan denilen yaratık ilk beş yaşında genetik olarak kişiliğinin yüzde doksan üç ile doksan beşi oluşuyormuş, hayatı boyunca aldığı eğitim kişiliğine yüzde üç ile beş oranında etkiliyormuş.” Genler çok önemli bir faktör olarak ortaya çıkıyor.
Genler ile ilgili bilgiler de bunu doğrular nitelikte, çünkü genlerimiz hala yaşadığımız çağa göre en ilkel dönemlerdeki yaşam tarzlarını geliştirememişler. Korku, savaş, öldürme, yaşamda kalmak için ya da kazanmak için öldürmeyi seçiyorlar. Bu da bir gün geldiğinde genler ve bu genlerin yarattığı gelecek ile savaşmak zorunda kalacağı, genler bu gelişim hızıyla giderse kaybedecekleri kesin görünüyor. Bir tür akıllı yaratık robotlar kazanacaktır.
Zaferler, yaratılan düşmanları yenerek kazanılmıştır. Yaşamın her kesitin de de düşman yaratılmıştır. Düşman ve düşmanlıkları yaratarak denge kurulmaya çalışılmıştır. Yaratılan düşmanlıklar büyüyüp yaratıcılarını tehdit etmeye başladığında da yok edilmeye çalışılmış ve bazen de yaratıcılarını yok etmişlerdir. Düşman egemen olmuş, bir süre sonra kendisi hükümran olduğunda kendisi de düşman ve düşmanlıklar yaratma yoluna gitmiştir.
Ancak genler gelişimlerini hızlandırıp, artık korkularını bertaraf edip paylaşımcı ve uzlaşmacı bilgeliğine ulaştığında, çok şey değişip çok farklı olacaktır her şey. 
 Aynı anne ve babadan olan çocukların farklı yapılarda olması da bunu açıklıyor bence.
Genler çok bencil. Hep çoğalmak ve güçlü olmak üzerine kendilerini geliştirmek zorunda kalmışlar ve bu günlere gelmişler. Yaşlarına bakıldığında dünyanın yaşıyla aynı yaştadırlar. İlk zamanlarına göre tabii ki çok gelişkinler. Her şey güçlü olup çoğalmak üzerine kurulu ve kendi aralarında da iletişimleri mutlaka var olmalı ki dünyanın öbür ucundaki ile iletişim kurabiliyorlar.
Halil Gönül / Aydın

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.