İki
gündür evden çıkmıyorum. Kendime otoriter davrandım. “çıkacaksın oğlum, yoksa
zorla ve yaka-paça çıkarırım.” uyku
düzenim bozuldu, bazen kırk sekiz saatte üç veya dört saat; kesik kesik, birer
ikişer saat de uyanarak uyuyorum. Derin uykuya bir türlü dalamıyorum. Derin
uykunun özlemini ve uyandıktan sonraki dinç ve dinlenmiş halimin özlemini öyle
çok duyuyorum ki; hani derler ya “dünyaya bedel” aynen öyle benim için de derin
uykuya dalıp, dinlenmiş uyanmak “dünyaya
bedel.”
Beynim
hiç durmuyor hissediyorum. Evham, kaygı,
ağırlıklı kişisel ve çevresel etkenler beynimi sürekli kemiriyor.
Son zamanlarda beynimi yormak için okumayı seçtim. On beş saat civarında aralıksız okuduğum zamanlar oldu, beynimin ön kısmının keçeleştiğini hissediyorum böyle zamanlarda, enerjim ilk dört saat den sonra düşüyor verimliliğim azalıyor. Öyle olmasına rağmen okumak için zorluyordum kendimi. Okuduğum kitaplar ilgimi çeken konular olduğu için de bıkkınlık vermiyor. “uyumak istiyorum, uyumak” diye bağırmak geliyor içimden.
Son zamanlarda beynimi yormak için okumayı seçtim. On beş saat civarında aralıksız okuduğum zamanlar oldu, beynimin ön kısmının keçeleştiğini hissediyorum böyle zamanlarda, enerjim ilk dört saat den sonra düşüyor verimliliğim azalıyor. Öyle olmasına rağmen okumak için zorluyordum kendimi. Okuduğum kitaplar ilgimi çeken konular olduğu için de bıkkınlık vermiyor. “uyumak istiyorum, uyumak” diye bağırmak geliyor içimden.
Pelte-kılıklı |
Pelte
kılıklıyı azarlarken kahvaltıda yavaş kalmışım, çayımı yudumladığımda fark
ettim. Çay ılıklaşmış. Kahvaltıyı hızlı bir şekilde tamamladım. Masayı
topladım; çünkü benden başka toplayacak kimse yok, çaydanlığı, şekeri ve çay
bardağımı alarak salona geçtim. Bir bardak çay daha doldurdum, keyfini çıkarmak
istiyorum çayın, aynı zamanda da biraz daha kendimi toparlamak istiyorum. Yakın
gözlüğümü taktım, göz kaslarımın biraz gergin olduğunu fark ettim, pelte
kılıklıya inat, okumakta olduğum kitabı elime aldım, kaldığım yerden devam
etmeye başladım. Çay da bir rahatlık sağladı. Pelte kılıklı ya taviz vermeyeceğim,
bu gün elimden kurtuluşu yok.
Okumak;
bu zamanlarda, beni rahatsız eden sorunlardan uzaklaşmak için seçmiş olduğum bir
yöntemdir. Açıkçası pelte kılıklı ile bir savaştır. Pelte kılıklı sürekli
sorunlara yöneltiyor dikkatimi. Başka
bir şey aklımdan geçmiyor ve ağır bir depresyon yaşıyorum, Birkaç yıldır.
Sorunlar kendi dışımda gelişiyor ve benim yaşamımı alt üst ettiler. Zorunlu
kararlar aldım, yaşamım da alt üst oldu. Şartlara uyum sağlamak ve mevcut
durumu kabullenemiyorum bir türlü. Bu zayıf durumdan faydalanan pelte kılıklı
da beni yerden yere vuruyor, hem de hiç
aman vermeden. Mücadele etmeye çalışıyorum ancak çok yetersiz kalıyorum, zaman
zaman hiç cephanem kalmıyor, cephanem olmamasına rağmen, diş ve tırnağımla başa
baş uğraşıyorum. “yeneceğim bir gün o pelte kılıklıyı, siz de göreceksiniz
bende!”
Saat on
yedi ye beş var, kitabı bırakıp duş
alayım ve dışarı çıkayım. Bu gün ihmal yok. Üç gündür çıkmadım. Hem biraz
yürüyüş yapmış olurum, yeni açılan parka gideyim diye düşündüm. Pelte kılıklı;
“bırak duşu, kitabını okumaya devam et” diyor. “yemezler yavrum, ben duşa
gidiyorum, ister gel benimle istemezsen sen otur burada, in tepemden.”
Duşa
giderken hala şüphe duyuyordum kendimden, beynimle inatlaşıyordum. Çünkü pelte
kılıklıya güvenim hiç denecek dereceye geldi, beni elden ayaktan düşürdüğünü
gördüm, zaman zaman üç ay gibi bir süre evden dışarıya adım atamadığımı gördüm,
elden ayaktan düşme tabirini ben bizzat yaşadım. Bu zamanlar da ve hala da, Parkinson
rahatsızlığı olan yetmiş altı yaşında Babam evin günlük ihtiyaçlarını
hallediyor ve ayakta birlikte kalabiliyoruz.
Tıraşımı
oldum, duşumu aldım, dişlerimi fırçaladım. Bunları yapabildiğim için,
çocukların bayramlar da sevindiği gibi seviniyordum, kendi kendime de “abartma
oğlum” diyordum, “istersen her zaman yapabilirsin” diye empoze ediyordum,
isteyip de yapamadığım zamanları çok biliyorum. Bu gün gerçekten dışarıya çıkabileceğim,
buna inanmaya başladım artık. Fazla zaman geçirmeden evde hemen kendimi ne
yapıp edip dışarıya atmam lazım, diye düşünerek hemen yatak odasına geçtim,
bornozu çıkardım, dış kıyafetlerimi giyindim, aynaya bakmaya gerek duymuyorum
uzun zamanlardır, gene bakmadan, kel kafamdaki kısa olan saçımı elimle geriye
doğru ve yanlara doğru düzelttim. Hava sıcak, sandaletlerimi giydim, sigara,
çakmak, cüzdan ve telefonumu aldığımdan emin olmak için kontrol ettim. Ha evin
anahtarını unutmuşum, kapıda kalmamak için dönüp el çantamdan dış ve iç kapının
anahtarlarını aldım. Babamın kulakları yavaş duyduğu için zil sesini duyamıyor,
uzun süre zil çalınması gerekiyor.
Yaşasın!
Çıkıyorum evden, artık bu saniyeden itibaren beni pelte kılıklı bile
durduramaz. Forum Aydın yakının da
tekstil park yeni açılmış, oraya gitmek istiyorum. Kendimi ceza evinde uzun
süre yatıp çıkmış gibi hissediyorum, ayaklarım benim değil, misafir gibiler,
oldukça yabancılar bana, çok istekli değiller yürümeye, gözlerim derseniz; uzun
süredir kitap okumaktan dışarıda odaklanmada zorlanıyor, uyuşukluk hali
hissediyorum, uykudan yeni uyanmış gibi, akşamdan kalma bir halim var, fark etmeme
rağmen kendimi toplamakta zorluk çekiyorum. Beynim hep birkaç probleme odaklı,
arada bir derin nefes alma ihtiyacı hissediyorum “hadi canım, yürü be, bırak
salakça davranmayı, sen bu değilsin, ölüyorsun yavaş yavaş, salma kendini
artık, yapılacak şey yok, senden kaynaklı değil bütün bunlar, önüne bak, durumları kabullen, hiç kimse isteyerek
zor durumlar yaşamak istemez hele böylesini! Adamcağız (babam) isteyerek mi Parkinson
oldu, bellek zayıflığını Ya da halüsinasyonları kendisi mi istedi?
kabulleneceksin içinde bulunduğun şartları, artık kendi ihtiyaçlarını kendisi
görebiliyor, günlük ev ihtiyaçlarını, yürüme amacı ile halledebiliyor. Bilinci
de fena değil, senin yaptığın yemek yapmak, çamaşır yıkamak; çamaşırı da Makine
yıkıyor, bırak zırlamayı da kabul et, emeklisin artık, emekli maaşına talim
edeceksin bundan sonraki yaşamında, hiç ileri hayallerin olmayacak. Kabullen kabullleeeeeen!” kendime bunları
söylerken, hiddetlendiğimi hissettim. “ucunda ölüm yok ya demişti eski hanım,
yenisi henüz olmadı. Adımlarımın hızlandığını fark ettim, görenler de adam
kafayı kırmış demişlerdir içlerinden. Hiçbir şey umurumda değil artık, hani denilir
ya; “dünya yanıp ayakucuna gelse yerinden kalkmaz, sigarasını yakar” diye aynen
ben kendimi bu tarife uyduruyorum çoğu zaman, Hiçbir şey umurum da değil, dünya
yanmış, yıkılmış, ters dönmüş, beni ilgilendirmiyor. Ben zaten yanıyorum ve
yandım yanacağım kadar. Yıkılsın isterse; kendimi zaten ölü gibi
hissediyorum, ölüm pek bir şey ifade
etmiyor, benden götürebileceği bir şey kalmadı.” özet olarak depresyon boktan
bir rahatsızlık, pelte kılıklıyla anlaşamıyoruz, burnunun dikine dikine “domuz
doğrusu” gidiyor, beni de sürüklüyor, bu yüzden pelte kılıklı ile iyi arkadaş
olamıyoruz, sürekli çatışma halindeyiz. Beni bitirmek, yok etmek istiyor, ben
de o'na inat ayak diretiyorum. Sen mi? Ben mi? Haydi bakalım hodri meydan. Açıkça;
saklamıyorum kendinden, meydan okuyorum, yola gelinceye kadar o mu? Ben mi?
Kozlarımızı paylaşacağız önümüzdeki zamanlarda, belki sizler de görürsünüz.
“Oğlum
etrafına bak be, bırak ne hali varsa görsün şu pelte kılıklı, parka gelmişiz.”
park karşıda göründü. Şehirler arası yoldan dikkatlice karşıya geçtim, trafik
ikindi saatlerinde oldukça yoğun oluyor.
Park da self-servis hizmeti var, sipariş için kasaya doğru yöneldim,
önüm de iki kişi var, “buyurun efendim”
dedi kasaya bakan genç bayan, “bir
kaşarlı tost, iki çay ve bir su “ dedim.
Bedelini
ödedim, sipariş fişi verdi, hemen yanın
da siparişlerin müşteriye verildiği kuyruğa geçtim. Önüm de beş kişi var, bekledim, benim siparişlere sıra geldiğinde,
küçük bir tepsi için de aldım, oturulacak masalara yöneldim, etrafa bir göz
attım, boş masa aradım, oldukça kalabalıkmış, hiç beklemiyordum. Karşıda bir
boş masa gördüm, elimdeki tepsiyi bıraktım masaya ve çevreye göz attım, otuz
kadar masa var, ileri taraf da piknik yapanlar var, mangal kokusu geliyor, oturdum sandalyeye, biraz masaya doğru
yanaştırdım. “kaşarlı tost ile çay içmek
hoşuma gider, çayın biri tost için, ikinci çay keyif çayı oluyor, eğer fazla
soğumaz ise.”
Park alanı
ve çevresi oldukça geniş, kırk elli yaş belki daha fazla yaşta kızılçam
ağaçlarıyla kaplı. Bu arazi cumhuriyetin ilk yıllarında kurulan Sümerbank
tekstil fabrikası, cumhuriyetin ilk
sanayi hamlelerinden sayılır. Uzun yıllar hizmet vermiş, on yıl veya on beş yıl
öncelerinde hükümetin özelleştirme yasası gereğince özelleştirilmiştir.
Özelleşmesinden sonra hizmet şekli değiştirilmiş ve içi boşaltılmış, ölüme
terk edilmiştir. Yerel belediyenin uğraşıları sonunda şu zamanlarda en azından
bir kısmı park ve piknik alanı olarak halka açılmıştır. Bir sohbet esnasında,
çalışan bir delikanlıdan vakıf arazisi olduğunu öğrendim, bu nedenle alanda ki
virane olmuş eskiden lojman, atölye ve idari bina olarak kullanılan binalara
hatta ağaçların bir dalının bile sit koruması altında olması nedeniyle
dokunulamadığını söylemişti. Sohbet benim, yürüyüş sahası, bisiklet yolu ve
spor kompleksi olarak düzenlenirse çok kullanışlı olacağı üzerine bir önerimden
çıkmıştı.
İki
saat kadar oturdum, hava kirliliği yok, on beş, yirmi metre boyundaki çam
ağaçları altında saf oksijen insanın başını döndürüyor, oldukça rahatlatıyordu.
Benim pelte kılıklım bile hoşlanmıştı bu durumdan. Hava kararmaya başladı ve
hafif bir rüzgâr da başladığı için serin olmaktan çok biraz üşütmeye başlamıştı
beni. Kalktım, hemen bitişiğinde bulunan forum avm'ye doğru yöneldim, beş
dakika yürüme mesafesinden sonra avm'ye geldim. D&r Kitabevi’ne girdim, öce girişteki dergilere
göz attım, bilim ve teknik aradı gözlerim, bulamadım, ileri doğru yürüdüm,
indirimde olan kitap reyonuna yöneldim, bayram arifesindeyiz, kitabevinin
bayram süresince (kurban bayramı, idari tatille birlikte dokuz gün oldu) kapalı
olacağı geçti aklımdan, şu aralar kitap okuyarak depresyonu atlatmayı
düşünüyorum, bu nedenle on kadar kitap seçmeliyim diye düşündüm, bir saat kadar
dolaşarak, tarih, psikoloji, anı ve deneme yazıları olmak üzere klasik dahil on
tane kitap seçmişim. Kasaya gelip kitapları bıraktığım da görevli orta
yaşlardaki entel görünümlü, kulakları küpeli, çember sakallı adam, dikkatlice
bana baktı “bu yaşlı adamın bunları kendine mi? Yoksa başkasına mı aldı? Sorusu
geçti sanırım aklından, çünkü inanılmazlık oluştuğunu sezinliyordum, yapmacık
bir gülümsemeyle yüzüme baktı “buyurun, kartınız var mı? Dedi. Var dedim,
verdim d&r kartını. Kartı geçirdi, kitapların fiyatlarını okuttu ve yüz
seksen TL. Dedi nakit ödedim, bayram boyunca okuyacak kitabım olmuştu.
Yaklaşık
on gündür, geceli gündüzlü toplamda on
veya on iki saati bulan bir okuma temposu tutturdum, bu durum beni fazla
sıkmıyor, tam tersine, dikkatimi sorunlarımdan uzaklaştırarak, kitaplardaki
konulara yoğunlaştırdığı için, pelte kılıklıyı da oldukça yoruyor bazen yeter
artık diye isyan ettiğini ve bu kadar da değil dediğini hissediyordum, kafamın
üst kısmı(üst beyin) hafifçe keçeleşmiş gibi hissediyorum, bu durumda ara
veriyordum.
Kitaplarla
birlikte eve geldim, kitapları salonda tekli koltuğun üzerine bıraktım, yatak
odasına elbise değiştirmek için girdim, tekrar salona gelip üçlü koltuğa
oturduğum da üzerim de bir yorgunluk ve bitkinlik vardı, çok uykum gelmeye
başlamıştı, oturunca da iyice ortaya çıktı, saf oksijenin etkisi diye düşündüm
ve hemen yan olarak koltuğa uzandım, bir anda çok uzun süredir olmadığı şekilde
uyuya kalmışım, uyandığımda; hava iyice kararmış, sokak lambalarının ışıkları birinci
normal katta olan dairenin salonunu aydınlatıyordu, balkon kapısını serin olsun
diye sürekli açık tutardım, mahalle de
el ayak çekilmiş, oynayan çocukların sesleri yoktu, saate baktım, 9.20’yi
gösteriyordu. Vay be dedim kendi kendime, kendimi rahat hissediyordum, hiç
olmazsa biraz dinlenip dinçleşmişim. Hoşuma gitti. Pelte kılıklıyı yokladım, şikâyeti
bırakmış yola gelmiş gibi duruyordu, uslanmış haylaz çocuk gibi, puskun
duruyordu ama bana yutturamayacak, artık onun ne menem bir yaratılışta
olduğunu anlamıştım, işi gücü benim zayıf anlarımı yoklayıp, kendine rahat
gelen bildiği turşuları kaşıklayacak, bana kulak asmayacağı anları fırsat
olarak kollayacaktı. Bundan sonra yağmacı Hasan'ın böreği yok, benim
istediklerim olacak, aksi halde tepemin üstünden atıveririm, (sıkıysa yap da
görelim dedi pelte kılıklı). İşte böyle zaman zaman çatışıyoruz, bazen onun
dediği bazen de benim dediklerim oluyor, böylece çok samimi olmasak da birlikte
aynı vücutta, tabii ki ben onun hamalı olarak geçinip gidiyoruz işte. Geçinmeye
de mecbur olduğumuzu sanırım ikimiz de anladık. DNA denilen yaratık da öyle
diyor zaten “sıkıysa anlaşmayın, dünya zindan olur sana” diye bana fısıldıyor,
ben de kendime “oğlum aklını başına al, akıllı ol, sakin ol, sinirle adım atma,
ölç biç, ince ele sık doku, yalnız başınasın, bak tepen de, içinde bin bir
düşmanın var, pelte kılıklıyla çok fazla çatıştığında başına gelecekleri
kestirebilmen mümkün değil, hallediverirler el birliğiyle, çerezleri olursun”
dedim.
Halil GÖNÜL / Aydın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.