SAYFALAR

Cumartesi, Aralık 10, 2016

MUHASEBE


zaman, aziz, arı, bal, devlet, eflatun,
Muhasebe

                                           MUHASEBE

            Kıvranan bir hal var yaşlı adamda, oturduğu yerde çok belli oluyor hali. Belli ki yaşının muhasebesini yapıyor yeniden. Ağarmış pamuk gibi olan büyümüş sakallarını sıvazladı sağ eliyle, bakındı etrafına. Sık sık yaptığı davranıştı bu ve de muhasebe.



          Yetmemişti belli ki bu günlerine kadar yaptığı muhasebeler. Çok ağır bir yaşam geçirdiği saçı ve sakalından okunuyordu. Saçlarının çoğu dökülmüş alnını tamamen ortaya çıkarmış. Hayat çizgileri vardı yol yol. Kahvesini alıp eline derin bir iç çekti, nefesini vermeden aldı yudumunu. Yavaşça koydu gene tabağına. Artık her şey yavaşladı diye düşündü kendi kendine ama bir çelişkisi vardı. Dışarıdaki hayat yavaştı belki ama içindeki, kafasının içindeki hayat çok hem de olabileceğinden çok hızlıydı, çağlayan ırmaklar, ırmakların ani düşüşü gibiydi. Her şey o kadar hızlı geçiyordu ki düşüncelerinden: bir kahve içimi süre bile çok fazla geliyordu. Yakalamaya çalışıyor her seferinde geçenleri. Tekrar ölçüp biçiyor enini boyunu her birinin.    Neden? Sorusuna bir türlü cevap bulamıyordu. Nedendi bu hali? Hata ya da hatalar mı vardı yaşamının gerideki adımlarında. Her seferinde kendine sormuştu geçmişte yaptıklarını yapmadan önce. İnce eleyip sık dokumuştu eskiden de. Her seferinde “yine aynı şeyi yaparım” demişti. Peki, neredeydi o zaman hata da,  bu haldeydi? Ne varmış halimde? Diye geçirdi içinden sonra. Kahvesini yudumladı tekrar yavaşça. Sağlığının hızla bozulduğu geldi aklına birden. Kaç sene olmuştu onu bu hale getiren. Üç bilemedin dört diye cevapladı kendini. Üç ya da dört yıl içinde çökmüştü böyle birden. Çöktüğünde yerinden kalkamayacak durumdaydı. Böyle giderse kalkamayacaktı da. Yalnızlığı çok ağır gelmişti. Altından kalkılması zor bir yük. Ağırlığıydı belki de çöktüğünde kalkmada zorlanmasının nedeni. Bu garip beden ne yapsın çökmesin de? Ne doğru dürüst yemek, ne uyku ne de işi vardı yapacak. Ne kadar da hareketliydim son dört yıla gelinceye kadar diye hayıflandı birden. Uyumaya fırsat kollardım geceleri, 24 saat yetmezdi. Bazen 48 saati bir gün yapmıştım da bana mı dememiştim! Hey gidi günler hey! Onu gülümsetmişti bu hayıflanması. Gülümsemek bile rahatlatır olmuştu kendini. Kahkahayı unutalı çok yıllar olmuştu ama yine de gülümseyebildiğine razıydı. Hiç kahkaha atmış mıydı sahi? Kim bilir? Dur dur hatırladım, atmıştım: oğlan küçükken birbirimize bakıp bakıp gülerdik gözlerimizden yaşlar gelinceye, öksürüklere boğuluncaya kadar. Hay benim aklım! Akıl da zayıfladı demek ki. Zaman siliyor muydu acaba çok şeyi. Kâğıtlardaki yazılar bile siliniyordu güneşte kaldıkça, akıl niye silinmesin? Okuyorum ama bulmaca da çözüyorum. Yabancı dille pek aram yok epeydir. Yabancı dil de en çok geliştirenmiş hafızayı. Bilimciler öyle diyor, öyle yazıyorlar. Savruluyorum işte, sonbahar yaprakları gibi. Ormanlık düştü aklına birden. Sarı kahverengi, yeşil ve daha birçok renk; tarif edemediği, adlarını bilemediği. Canlandı gözlerinin önünde uçsuz bucaksız yaylalar, baharda yeşilin her tonu. Ahhh ah! Olmamalıydı böyle. Hiç hak etmedim bu hayatı. Sahiden ne yapmıştım ben bunları hak edecek?
            Okudum en başta, o kadar kimsesizliğe, yalnızlığa rağmen okudum. Yoksulluğa direndim. Açlığa daha daha nelere de. Yoktan var oldum be! Başkaları üzülür diye ölmekten korktum üniversite de okurken. Her şeyi dişimle tırnağımla kazıdım. Kimselerden yardım, aman dilenmedim. Hırsızlık yapmadım, telef etmedim hiç bir şeyi, havayı bile. Gıdayla tükettim her imkânımı. Çocukken den beri ailem için uğraştım, daha iyisini hak ediyorlardı yaşadıklarının, onları kurtarmak istedim. Birlikte kurtulalım istedim. Yapar mıyım aynısını şimdi tekrar? Biraz düşündü işaret ve orta parmağını birlikte sürterek alnına. Sürtmenin verdiği sıcaklıkla geldi kendine. Fazla mı bastırmıştı ne? Parmakları da bildiğini yapıyordu anlaşılan söz geçirememişti. Acıtsın diye mi sürtmüştü onları. 
            Üniversiteyi bitirdiğimde az mı kız teklif etmişlerdi Almanyalılar. İllaki eğitimli, kültürlü olacaktı, inat ettim sanki bok varmış gibi. Bir elin yağda bir elin balda olurdu salak, akılsız. Düpedüz akılsızlık ettin. Kırıldı adamlar senin yüzünden babana dangalak. Yok yok doğrusuydu benim düşündüklerim. Olmazdı öyle de. Birimiz Hanya der diğerimiz Konya derdi de haftasına varmaz ayrılırdık. Ben bilmez miyim kendimi. İnadım vardı eğitimli, kültürlü diye. Yalnız bir konuda cehaletimi anladım. Her okuyan kültürlü olmuyormuş, çok geç öğrendim. Taa evlendiğimde. Okumuşun cahili çok daha kötüymüş, kurban olasım geldi bildiğim okumamış cahillere. Hiç olmazsa saftılar, saklayamıyorlardı içini dışını; kabak gibi ortadaydı al felleri. Bu da neydi böyle, hayatında ders kitabından başka bir satır bile okumamış, okumadı da. Anyayı konyayı ben öğrendim sonunda.
            Bu kelime çok kafamı kurcaladı benim, şu allı pullu “kültür.”  Fini biberi gibi bir şey sanki. Yersin içini yakar yemezsin dışını; canın çeker durur. Azı karar çoğu zarardır biberin, kararında atarsan yemeğe tat verir iştah açarmış, hem de yarayışlıymış sağlığa. Kanseri bile engellermiş, zihin de açarmış ötesi. Salla gitsin, yalandan kim ölmüş ki bu güne kadar. Kültür zor yiyecek anam, her babayiğit pişiremiyor kararında.  Pişireninkine de doyum olmuyor meretin, hele bir de kıvamında sosu olursa yanında öff be anam yeme de yanında yat. Nasıl da geçiverir hayat vızzzt diye, hiç bir şey anlamadan. Bir varmış bir yokmuş olursun bu dünyada. “aç tavuk kendini darı ambarında görürmüş” dedi fısıltıyla kafasına vurdu eliyle. Bir yudum daha aldı kahveden. Arkasına yaslanıp ufka daldı gene.
            Şu çocuk, yoldan geçen, işte işte önümden geçen. Çelimsiz, sıska çocuk. Sakal da bırakmış, saçlar jöleli. Öf anam havalar bin beş yüz. Çalımından geçilmiyor üfürsen duvara yapışacak uçup da. Şu sigara tutuşuna bak. Nasıl da çekiyor avurtlarını çökerterek. Başını kaldırıp üfledi dumanı. Daireler çizdiriyor kerata dumana, pek de maharetliymiş. Sakal da sakal olsa bari saysan sayılacak. Benim ki öyle mi ya. Pösteki gibi say sayabilirsen. Ama ağardılar artık benim ağardığım gibi. Arındım her bir şeyden. İşten, güçten, karıdan kırıdan, çoluk çocuktan, eşten dosttan, hatta hayattan. Bazen ölmek bile geliyor içimden. Gönüllü oluyorum. Gelecek çekilmez geliyor. Nasıl geçecek kalan zaman? Cevap veremiyorum. İşte o zaman gönüllü aday oluyorum Azrail’in ziyaretine. Belki daha önceleri ziyaret etmiştir de ben fark etmemişimdir. Hiç de hatırlamıyorum. Belki de gel di geldi beceremedi. Sonra da ne halt edersen et dedi bırakıp gitti. Beni defterinden silmiş olmasın? Amaan silerse silsin çok umurumda sanki. Ulan çocuk, seni de görürüz benim yaşıma geldiğin zaman; gelirsen eğer! Ah! Sen bir de benim havalarımı görseydin senin yaşlarında. Saçlarım simsiyah, küllü suyla yıkayıp bir de arkaya yatırdım mı, biraz da yana yatırıyordum canım yalan yok. Bir de tıraş olurdum,  makinaya taktığım en pahalı jiletle, hem de sinekkaydı. Tersten yönden alırdım sakallarımı. Ayna gibi olurdu dolgun gamzeli yanaklarım. Al aldı o zamanlar, sen şimdikine ne bakıyorsun sen o zaman görecektin beni. Çıkarken kahvenin önüne nasıl da salınırdım bir sağa bir sola.  O saniye yok mu o saniye hep onun yüzünden di o kadar eziyet edişim kendime. Yürürken gözümün biri onların evine bakardı şaşı gibi. Tek gözümle bakardım önüme. Eğer bir de denk gelip dışarıda görüverirsem vay halime. İki gözüm de bakardı ona ben uçarak giderdim yolda, havada asılı gibi. Hiç tökezlemiş miydim sahiden. Ohoo! Unutmuşsun besbelli, kafayı kağnının kanadına çarpıp da hafta boyunca boynuzlu gezdiğini. Küçük danaların yeni çıkan boynuzu gibiydi, ilk gün kıpkırmızı sonra da mosmor. Köydeki bütün danalar senin boynuzun modanı takip ediyordu. İmrenmemiş miydi saniyenin küçük danası. Toslamamış mıydı duvara arkanda. Dayanamadı garibim, kıskanmış besbelli. Güldürmüştün al yanaklı kiraz dudaklı saniyeni. Neydi o günler be. Sahiden ben yaşadım değil mi bütün bunları. Ulan çocuk alacağın olsun senin. Haydi, git güle güle. Demesem de gidiyorsun ya zaten. Benim ki de aylaklık, biraz da ihtiyarlıktan işte. Çekememezlik değil anlayacağın. Sana bir lafım yok, kendime hepsi de. Alınma sen. Fırsatın olursa gel yanıma otur bir iki beşlik bozarız. Sana kahve çay da söylerim. Aslında rakı söylesem daha iyi olur ama ben emekliyim hem hayattan hem de işten. Biraz ağır kaçar bana, gönlümden geçiyor ama belki bir gün inşallah.
            Kıpırdandı azıcık. Kıçı bile oynamadı yerinden. Sanki kıçının yerinden kıpırdamadığına kızmış gibi kalktı tekrar oturdu, bir daha yaptı bırakıverdi kıçını sandalyenin üzerine tekrar. Isınma hareketi mi yapıyordu ne? Fincana konan sarıca arıya takıldı gözü. Tam buldu konacak yeri meret. Sokar mokar neme lazım, az geri çekil bari. Zehiri de iyicedir bunun. Bal arısı olsa neyse. Kanatlarını çırpıştırıyor durmadan. Uçacakmış gibi. Yaşlanmış galiba bencileyin. Kaç yıl yaşarlar ki bu meretler? Bak oğlum bilemediğin bir soru daha. Ben nerden bileyim kaç yıl yaşar, anam mı doğurdu da bileyim. Böcek işte, her ne meretse. Kaç yıl yaşarsa yaşasın çok mu lazım bana? Öğrensen fena mı olurdu? Öğrendim de ne oldu bunca sene? Neye yaradılar. Nasıl doğduysam, şimdi de öğleyim işte baldırı çıplak. Elde avuçta bir emeklilik maaşı, başka da bir bok yok. Var var azıcık da kefenlik var yalan demeyeyim. Günah diyorlar. Ben bilerek günah -başkalarının hak ve hukukuna zara verme- işlediysem herkesin günahlarını sırtlanmaya hazırım. Getirsinler yüklesinler bana. Beni bile çekmekte zorlanan aha şu yorgun dizlerimle çekerim. Günah diye diye ne anamız kaldı ne babamız bellenmedik. Ana dedik baba dedik yıllardır. Baktık ki ne ana ne baba her biri. Bıraktık sonra baktık ki cıscıbıldağız. İçimizi ısıtıyormuş yalancıktan. Ne varsa kandırıp aldılar elimizden ananızız babanızız diye diye. Kıçımızda donumuzu zor kurtardık o da tehlikeye girdi. Günah ne? Uyu da büyü! Ulan yıllardır çöktüler tepemize bir türlü sıyıramadık paçayı!.. ulan moruk siyasete girdin gene. Yapma bu saate yazık kendine. Seviş seviş!  Damarım kabardı. Ulan konuştun mu siyasete giriyor. Ne boktan iştir bu? Sofra sofra, haberin var mı sofradan senin. Zeytin de gitti seyahate, hem de yurtdışına. Artık yabancı turist. Terfi etti. Bal kaymak? Nasıl bir şey o? Peynir mi? Arada bir uğruyor hal hatır sormaya sağ olsun. Kireç gibi meymenetsiz suratıyla. Acı yavan kuru soğan, keyfim yerinde olduğu zaman her şeyim tam oluyor benim. O zaman siyaset yapmıyorum. Rakı içiyorum balıkla doya doya. Orhan abi düşüyor gönlüme, Orhan Veli. Ne çileli ömürmüş be. Ne de emek vermiş yılmadan hem de alayı birden. Adamlar aç yatıp tok kalkmışlar vatan millet uğruna. Ya şu Nesin amcaya ne demeli. Gündüz kapatmışlar dergisini, gece açmış başkasını. Etrafındakiler yan çizmiş, gece dememiş gündüz dememiş uğraşmış, bağırıp çığırıp durmuş. Kavgalar etmiş benim adıma. Bu kadar yaptığı yetmemiş bir de çocuklar büyütmeye kalkmış. Anası babası üçünü besleyip büyütemez benim amcam yüzlercesini büyütüp ayıtmış. Kendininkini de Prof. etmiş maşallah. Bir de matematik. Olur şey değil. Kim uğraşır matematikle. İşte onda akılsızlık etmiş bence. Şöyle estetikçi filan yapsaymış, kasaptan hallice olsa da bak sen o zaman. Paraları sığdıracak yer bulamazdı. Sana da faydası olurdu, isterdin azıcık iki çocuk daha fazla adam ederdin. Başkalarının da hakkını yemeyelim Aziz amca, darılmasınlar. Gönüllerine sağlık. “gömüldüğüm yeri kimse bilmesin” demedin mi? İşte benim kafadan dedim o zaman. Ulan yaşarken kadir kıymet bilmeyenler mezardayken mi bilecekler? Eksik olsun ziyaretleri de duaları da. Hepsi onların olsun. Ben de istemiyorum billahi. Bir gece yarısı kimse duyup görmeden alıp götürsünler bir yere, ister uzak ister yakın ama manzarası yeşillik olsun biraz. Hiç olmasa da ot çöp biter bir yer olsun. Gerçi ben yeşertirim üstümde ama gene de onlar bilir gari. Nasıl bilirlerse öyle yapsınlar. Dur be. Şu neresiydi çok çok uzak bir yer, dağların tepesiydi. Çok ıssız. İnsanlar ne yapıyorlarmış biliyor musun? Belki duymamışsındır. İnsanlar ölen kişinin etini kemiklerinden ayırıyorlar önce. Bu işi yapan özel adamları var. Herkes yapamıyor. Heybelere dolduruyorlar çok uzak kuş uçmaz kervan geçmez tepelere çıkarıp bırakıyorlar akbabalar, kuşlar kurtlar beslensin, açlıktan ölmesin diye. Böylelikle öldükten sonra da bir işe yaramak istiyorlar. Her şey fayda üstüne kurulmuş.
            Bak işte! Fayda deyince aklım çelindi. Siyasete girecek gene. Başımıza iş miş almayalım. Edenimizle oturup kalkalım şuradan. “getir oğlum tavşankanı iki çay”  “ne ikisi bey amca, gelen mi var?” “Yok oğlum gelen melen, gelecek de yok. Bir ben bir de içimdeki var. Yarenlik edeceğiz biraz şunun şurasında, yabancım sayılmaz. Sen meraklanma hesaplar bende!” şaşırdı delikanlı. “delirdi mi ne, aman canım bana ne, iki çay dedi herif.”  siyaset deyince adamın oğlu Platon (Eflatun) geliyor her zaman aklıma taa liseden beri. Adam biliyormuş demek ki başına gelecekleri. “Devleti yönetecekler evlenmesin” demiş. Başka bir gezegenden gelmiş olabilir belki.
Tembellikten edebiyata geçebildim. Fen’e geçmeye yetmedi notlarım.   Felsefe dersinde o canım öğretmenim anlatmıştı hepsini de Descartes, Marks, Hegel… Daha nicelerini. Bir gün de biyoloji de erkek üreme organlarını anlattı yasağa ayak direyerek öğretmenimin biri. Yasaklanmış bakanları tarafından ayıp diye. Kızlar da var ya aramızda. Sanki kızların babası yokmuş gibi. Kadıncağız da sınıfın kapısını kapatıp anlatmıştı gizli gizli. Ulan nesini yasaklarsın erkek üreme organının, sende de var babanda da. Anlayamamıştım.
Darvin dayıya ne demeli? Yasaklıydı o da. Kime, ya da kimlere kötülük etti kim bilir. Kızdırmış cümle âlemi. Etrafında sahip çıkanı yokmuş herhalde engel olmamışlar bu kadar dünyayı kızdırıncaya kadar. Keşke biri fısıldasaymış kulağına geriden de yapmasaymış yaptıklarını, demeseymiş bu kadar. O zaman kızmazdı kimse ona. İşi gücü de fena değilmiş hani. Geçinip gidiyormuş işte el bebek gül bebek. Aslında adamın başını yakmışlar biliyor musunuz? O gün gitmesi gereken kişiler gitmek istememiş, zahir başlarına geleceği görmüş akıllı adamlarmış. Garibim Darvin efe limanda dolaşıyormuş gemi kalkacağı sırada ve ona haydi gel seni de götürelim gezmeye demişler. Çiçeği burnunda gencecik bir çocuk. Hevesliymiş. Defterini kitabını almış hemen atlamış gemiye. Atlayış o atlayış, almış başına işi. Don tuman da almamış yedek olarak yanına giderken heyecandan unutmuş her bir şeyi. Oralarda dağ bayır dememiş dolaşmış. Dereler tepeler aşmış. Üstü başı perişan dönmüş. Defterini doldurmuş yazıp çizerken. Defter satan mı var koskoca ıssız ormanda. Yakın ve uzaklarda da yokmuş kırtasiyeci. Defteri dolunca yazıp çizememiş artık daha fazla. Alimallah bir de harita metot defteri bulsaydı oralarda, ne olurdu o zaman bir düşünsenize! Zaten 20 yapraklı Nasrettin hoca kaplı deftere yazabildikleri bu kadar kızdırmış milleti. Haa hakkını yememek lazım keratanın. Bir satıra iki üç satır sığdırmış deniliyor. Ondan çok şey varmış o defterde. Ama anlayabilene aşk olsun yazdıklarından. Doktor reçeteleri hattat yazısı kalırmış yazısının yanında dediklerine göre görenlerin. Akıllıymış doğrusu. Genç menç ama hakkını vermiş demek ki işin. Hala kızıyorsa dünyanın yarısı. Akıllı adamdan zarar gelmez derler ama. Akıllı olduğu besbelli. Yoksa niye kıskansın dünyanın yarısı. Kıskanıyordur değil mi? Tabii ya! Kıskançlıklarından çatlıyorlar çatır çatır. Niye biz akıl edemedik diye belki de? Adamın oğlunu bilmeyen kalmadı şu dünyada, gideli yıllar yıllar geçmiş hala da vırvırı devam ediyor. Bu dünya göçüp tüm insanlar altında kalmazsa konuşulmaya devam edecekte böyle giderse. Ne kadar korkunç değil mi kızanların işi? Koydum oldu yapmış adam helal olsun be. Bi koymuş tam koymuş taşı gediğine. Ulan çok zırladın yahu, kalk artık! Gülümseyen suratı gerildi birden yaşlı adamın. Sakallarının sıkılaşmasından anladım gerilmeyi. Çaycı kendine getirdi onu. Garibin aşk rüyası görüyordu herhalde. Nasıl da mayışmıştı bir süre. Elleri kıpır kıpır, dudakları gülümsemeyle doluydu hep. Ulan ihtiyar. Az değilsin sen de! Kim bilir ne kirli çıkısındır sen? Diye içiyle savaşırken tak diye düşürdü çay tabağını garson. Düzeltip tabağı, içine tavşankanı adam çayını koydu. Önce tereddüt etti yanlış mı getirdim acaba diye, yüzüne baktı dik dik ihtiyarın. İşaret etti koy diye başıyla mendebur. İşareti alınca ister istemez koydu garson. Nihayetinde müşteriydi. Müşteri her zaman haklıdır demezler mi? O zaman koy çayı? Şeker koymadan höpürdetti çayı ilk seferinde. Bıyıkları da battı çaya. Kendi de fark etti battıklarını. Sildi sağ elinin tersiyle.

Halil GÖNÜL / Aydın


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.