Kükreyen beyin |
PELTE KILIKLI’NIN KÜKREMESİ
Dün akşamdan beri “Düşünmek” ve
“Kızmak” eylemleri arasında gidip geldim sürekli. Seçim yapmak istedim bir
şeyler yazabilmek için.
“Kızmak” eyleminde karar kıldım sonunda. Çarşıya çıkıp dolaşmam da etkili oldu, insanların suratlarına baktım bol bol kalabalıklarda. Gülen surat göremedim yarım saat gibi sürede.
Bazı suratlardan da korkmadım diyemem hani, baktığımı fark etti de, kızdı mı acaba diye düşündüklerim de oldu. Kızgın olduklarını hissettim çoklarının..
Hiç kızmamış bir insan yoktur
sanırım bu dünyada. Öyle veya böyle bir şeylere kızmışızdır durmadan. Neden
kızdığımızı bile düşünmeden. Hala da devam ediyoruzdur kızmaya. Ben kendimden
yola çıkarak baktım geriye doğru. Yalnız, geriye gitmeden önce söylemem gereken
bir durum var. O da şu: Sinirlerimi yolup attım biraz, ama arsız ayrık otu gibi
namussuzlar bir türlü kökleri kurumuyor. Her baharda suyu yürümeden, yani
toprak yüzüne çıkmadan kazıp yakmanız ya da özel zehrini kullanmanız gerekli.
Ben zehir kullanmadım da bahar aylarında halletmeye çalıştım elimden
geldiğince. Şimdi dönüyorum arkama, kusura bakmayın. Memet Ali’ce – Türk gösteri
adamı, çarkıfelek sunucusu, seyirciye kıçını döndüğünde söylerdi- oldu biraz
ama idare edin artık.
En son kızgınlığımı hatırlıyorum
örneğin: Neredeyse üç dört yıl sürmüştü. Yedi bitirdi beni. Pelte kılıklı
-beynim- deseniz benden de berbattı. İkimizde ayvayı tam yemiştik de
birbirimize bile yardımımız olamamıştı. Her ikimizde ayrı bir tarafa çekiyorduk
her şeyi, bir türlü aynı yöne gidemedik. Pelte kılıklı yoluna ben yoluma. El
bile sallamıştık birbirimize. Dayanamadık sonunda birbirimize ve tekrar gözden
geçirdik davranışlarımızı ve düşüncelerimizi. İnsan beyniyle ayrı gider mi?
Diyorsunuzdur şimdi. Gitti işte hem de bal gibi gitti benimkisi. Ben de gittim.
Gide gide gittik, bir de baktık ki başlarımızı kaldırınca; çıkmaz sokakta
yüksek duvarın dibindeyiz. İşte tam da orada karşılaştık tekrar uzun yılların
sonunda. O bana baktı ben de ona. Biraz mahcup duruyordu karşımda, iki eli
arkasındaki duvara yaslı, yönü bana dönük ve gözleri yaşlıydı benim garip pelte
kılıklının. Garip dediğime bakmayın aslında. Aslan kesilir bazen başımda kükrer
durur.
İşte kızdığım zamanlarda da hep
kükremesi oluyordu tepemde ve ben kızıyordum. Nihayet anlayabildim bunu ve
artık kükremelerini iplemiyorum. Tabii bir de gelip bana sorun; nasıl
beceriyorsun? Diye.
Meğer pelte kılıklı kendi
korkusundan kükrüyormuş. Eski alışkanlığı yani, hem de ilk zamanlardaki
bebeklik korkularından geliyormuş o alışkanlığı. Hep öyle yaparlarmış
karşılarına bir şey dikiliverdiği zaman. Kükreyip önce sesle sonra da taş sopa
ne varsa ellerinde ya da ne bulurlarsa o anda fırlatırlarmış karşılarındaki
düşman belledikleri bilinmeyen nesneye. Bazen aslan çıkarmış karşılarına işte o
zaman da ayvayı yememek işin topukları yalarlarmış alabildiğine. Anlatışına
bakılırsa topukları kıçlarını dövermiş koştururken. Kaçarlarmış kaçabildikleri
kadar, Aslan arkada onlar sülalece önde. İşlerinden hiç biri de dememiş, bu da
bizim gibi hayvan, o bizden niye korkmuyor da biz tabanları yağlıyoruz önünde?
Uzunca bir dönem taban yağlamaya devam etmişler ve bir gün o soru sorulmuş
içlerinden biri tarafından. Hepsi de kara kara düşünmeye başlamışlar meydan
ateşinin etrafında. İçlerinden biri “Düşünmenin kaşınmaya faydası yok, kaldırın
kıçınızı da alet edevat yapalım, saplayalım göğsüne” demiş ve koyulmuşlar
çalışmaya. Garibim, peltem anlatırken gözleri dolu dolu olmuştu o çıkmaz sokak
duvarının dibinde. Ay ışığında fark edebilmiştim kurşuni renginden,
gözyaşlarını. Ay ışığında kurşuni oluyorlar, parlıyorlardı ışıl ışıl. Canım
acımıştı haline ve ben de yumuşamıştım, oturup konuştuk sonra kuytu bir köşede.
Önce kendisini sakinleştirdim, sakin
olmasını istedim. Bir süre benim dediklerimi yapmaya söz verdi. Biz de öyle yaptık.
Ben çaldım o oynadı bir süre, sonra da o çaldı ben oynadım. Şu aralar aramız
gayet iyi. Anlaşabiliyoruz, yakında söz yapacağız kendi aramızda bakarsınız
evlilik de görünür ufukta kim bilir?
Söz aramızda, pelte kılıklı
duymasın; gıcığım ona aslında. Adam gibi adam değil, fırıldak. Fazla güvenmeye
gelmiyor yan çiziveriyor hemen. Onun için işi sıkı tutuyorum ben de.
Kandırıyorum işte yola getirmek için. Alışıyor da, fena değil. Yirmi gün yaptırdın
mı bir şeyi, gerisi geliyor artık; iş ilk yirmi günde. Biraz aptal olduğu için
kafası basıvermiyor hemen, her şeye. Ben öyle değilimdir örneğin, leb demeden
leblebiyi anlayıveririm hemen. Pelte kılıklı da öyle olsun istiyorum ama zor
artık umudum kalmadı. Olduğu kadarıyla idare edeceğiz bundan sonra ne yapalım!
Örneğin: Bir kadın kocasına başka
erkeklerin yanında “Bak bu adam senden daha fazla kazanıyor” dedi, ne yapar
koca adam?
İlk cevap: Hemen kızar, bir tokat
çakar ağzının üstüne. Olmaz yanlış cevap ve yanlış davranış; üstelik kabaca da.
Ne der millet adama. “Yabani herif ne olacak, halinden belli zaten, ciğersiz,
beş para etmez. Kadına yazık, pek de hanım hanımcıkmış, yazık olmuş kadersize,
yanlış ellere düşmüş.” Al sana kahraman oldu karı. E be kadın, kime ne kocanın
az kazandığı çok kazandığı? Kimi ne ilgilendirir? Adamı kızdırdın işte.
Damarına bastın. Adamcağız canıyla başıyla senin ve çocuklarının, üstelik
sülaleni doyuruyor ya, bir dediğini iki etmiyor. Daha ne istersin be kadın bu cengâver
adamdan. Ben adamı tuttum arkadaşlar kim ne derse desin.
İkinci bir cevap ve davranış: Adam
karısının suratına gülümseyerek bakar, bir de kendisini küçümseyen zevzek
kılıklı herife bakar, hiç bir şey söylemeden gayet sakin -aslında içi
kaynıyordur- gülümseyerek o ortamdan uzaklaşır gider, ya da karısının kolundan
morartırcasına sıkıp çekerek çıkar, daha sakin yalnız bir köşe arar.
Adam kızmıştır kızmasına ama “Altı
sakal üstü bıyık” meselesi, ne yapsa tükürük üstüne bulaşacak, hanımı terslese,
kimin hanımını terslemiş olacak? Kendi hanımı sonuçta. Onu küçük düşürecek. Aptallığına
vermiştir durumu. Biliyor ya malını -Sözün gelişi yani. Kimse alınmasın lütfen-
ne anlatsa boştur öğrenmiştir artık durumunu. Ana evinde bulamadığını koca
evinde bulmayı düşünmüştür garibim. Buldukça da bulsuramıştır. Gözü açtır yani.
Hiçbir şey doyuramaz onu. Adam ah edip kapasını vurmuştur zamanında da aklı
başına gelmiştir vura vura. Çoru çocuğu
vardır adamcağızın, idare edecektir artık ömrünün sonuna kadar. Alın yazısı
işte. Tecrübelerle öğrenmiştir hayat okulunda her şeyi. Kimseler öğretmemiştir
daha önceleri. Tabii adamcağız “Kadınlar Merkür’den, erkekler Venüs’ten” -
miydi neydi o kitabın ismi. Amerikalıydı galiba hem de erkek bir yazardı
hatırladığım kadarıyla- kitabını da okumamış belli ki. Bir okumuş olsaydı o
kitabı zaten öğrenirdi ne olduğunu. Ben okumaya başladım ilk çıktığı yıllarda -
tabii bekârım o zamanlar- daha elli sayfa gidemeden karşı duvara çaktım kitabı.
Adam işi gücü bırakmış bir erkek yazar olarak, erkek adam olan bana küfredip
duruyor ve ben salak, mankafa da bir şey bulacağım bu kitapta diye sabredip
okumaya çalışmıştım. Sonunda da olan oldu dediğim gibi elli sayfa gidemeden,
bir de baktım benim pelte kılıklı kükrüyor, haydiii küüüt fırlattım kitabı
karşı duvara. Çat dedi çarptı kitap duvara ve boynunu burup düştü duvara sürtünerek. Bende de var biraz özür canım, sen niye
uyarsın pelte kılıklıya? O güzelim kitabın suçu ne? O kadar da ağaç telef
edildi onun için. Ve onu yazan adam da o kadar emek sarf etti, belki
hemcinslerini kurtarmaya faydası olur diye. Yardımsever demek ki adam.
Kılıbıklığı ders olarak öğretiyor. Haa aklıma geldi bakın hemen. Unutmadan
yazayım. Gelip geçiveriyor da bazen. İyi ki bu sefer öyle değil.
Amerika’da uzun yıllardır bir araştırma
yürütülmüş evli çiftler arasında. Sayıca da oldukça vardı hatırladığım
kadarıyla. Hatırı sayılır bir araştırma. Karı koca arasında mutluluk nasıl
oluşuyormuş biliyor musunuz? Bilmezsiniz elbette okumadığınız için, alınmayın
hemen canım. Kimse suçlamıyor sizi neden okumadınız diye. Çünkü ben okuyalı
otuz yıla yakın olmuştur belki de. Ailede mutlu olmanı koşulu: “kadının her
dediğine evet” demekten geçiyormuş. Sıkıysa itiraz edin erkekler. Adamlar
yıllarca uğraşmış, sabrederek çalışmış takip etmişler o kadar insanı ve alın
size dört kelimeden ibaret sonuç. O kelimeler de kocaman kocaman olsalar bari.
Kıytırık, kıçı kırık dört kelime işte. İşte de, iştesi var işte. Sıkmıyor değil
mi? Ben denedim, itiraf edeyim. Artık utanıp sıkılmıyorum, ar damarım yırtıldı
yani anlayacağınız. Her seferinde tosladım bir yerlere. Ya aç kaldım, ya yalnız
uyudum boynum bükük, ya da çayım aptes suyu gibi oldu kahvaltıda. Sıktım
birinde gene de “Bu çay ne böyle ‘imamın aptes suyu gibi?’” dedim. Nerden
aklıma geldi- mutlaka benim pelte kılıklının yüzündendir, kesin- söylemez
olaydım keşke. “Kıçın armut mu topluyor? Beğenmediysen kalk da kendin demle”
demez mi beş karış suratla. O surat zaten ödümü patlatmaya yetti de arttı bile.
Daha bir şey yapacak hal mi kaldı bende. Boynumu büktüm öksüz çocuk gibi
-görseydiniz o halimi götürür çocuk bakım evlerine teslim ederdiniz beni- ne de güzelmiş bu çay dercesine bir fırtta
bitiriverdim bardağı. Birazı da nefes boruma kaçmıştı da ölümden dönmüştüm
öksüre öksüre. İçim dışıma çıkıyordu neredeyse. Arkası da geldi tabii. “Öküz,
insan gibi çay içmeyi de bilmiyorsun!” Sıkamadı benimki tabii ki, durursam
orada daha fazla yaylım ateşi gelecek, vınnnn. Bir bahanesini bulup toz oldum
ortalıktan da paçayı kurtardım.
Dört kelime hayatınızı değiştirir
baştan sona. Amiiin. Tercih sizin, benden söylemesi. Günah benden gitti. Niye
söylemedin diye de kimse suçlayıp falan etmesin beni sonra. Kimsenin günahını
alamam. Kendiminkiler yeterince fazla zaten zar zor taşımaya çalışıyorum. Bağışlanmak
için ne yapsam acaba? Bizde de varmış galiba bağışlama, yeni başlamış. Sizden
bilgisi olan var mı bu bağışlanma konusunda. Bir ara okudum gibi hatırlıyorum
ama nerede okuduğumu, ne zaman okuduğumu bir türlü çıkarıp getiremedi benim
pelte kılıklı. Arşivler ondan soruluyor da.
Olanı bir şeye kızmıyorum artık. Çok
da önemli gelmiyor buradan bakınca tekrar onlara. Boşuna zaman ve emek
harcamışım çok yazık. Ömrümü yiyip bitirmiş kızmalar. Evvelde kramplar girerdi
bazen bana. Ya midem de veya ayaklarımda, hiç bir şey olmasa gözlerim seğirir
dururdu. Onu da felaket habercisi olarak yorardım, vay benim garip halim.
Haftalarca, aylarca... Kızgın boğalar gibi dolaşmışım ortalıkta. Şimdiki aklım
olsaydı İspanya’ya giderdim “kızgın boğa” kaydı yaptırır, bir tane de boğa
maskı taktım mı iş olur biterdi. Kaç matadoru devirirdim Allah bilir. Eminim
üçünü beşini hallederdim ya o kızgınlıkla. Kurtulmuşlar elimden demek ki. Yazgı
işte başka ne denir. Adamların yazgısında, benimle “Kızgın boğa” olarak
karşılaşmamak varmış. Allah korudu onları.
Bu kadar erkeğin kızmasından
bahsettim de kadının kızmasından bahsetmedim. Beni kadın düşmanı belleyeceksiniz
neredeyse. En iyisi suya sabuna dokunmadan idare edeyim bari. Kadınların kızdığı hiç görülmüş müdür sizce?
Belli etmezler ki erkekler gibi. Akıllılar! Erkekler ilk yaratılışından beri
hep koşturmuş oldukları için hala o alışkanlıklarını devam ettiriyorlar.
“Erkekliğin onda dokuzu kaçmaktır!” nereden çıkmış sanıyorsunuz? “İştir ayinesi kişinin, lafa bakılmaz.”
bayanlar, baylar. Nasıl kendileri koşuyorsa beyinleri de öyle koşuyor işte.
Hemen döküveriyor anında ortaya, eteğinde ne varsa buluverir hemen kadınlar
sonra da. Biraz dişini sıkıp sabretse, yumurtlamasa hemen daha iyi olacak ama
nerdee! Derken kadınlar içine atıp her
şeyi sıkış tepiş demetliyorlar üst üste. Yıllarca yapıyorlar bunu. Kaç tanesi
kocasının suratına tokat patlatmıştır? Ya da kaç tanesi gözünü morartmıştır
herifin? Ben gördüm yalnız bir iki tanecik. Birinin sağ gözü morarmıştı,
birinin de sağ kolu alçıdaydı. Banyoda ayağım kaydı düştüm falan dedi ama
klasik karısından dayak yiyen adamın yalanıdır. Yuttum sandı tabii ki. “Geçmiş
olsun” demiştim bende ona. Şimdi okursa eğer bu yazıyı vay bana. Kavga edeceğiz
gene. Sakın size soran moran olursa beni söylemeyin olur mu?
Amazon |
Amazon savaşçısı |
Kadınlar Amazon’luk dönemlerinden
beri kızgın aslında. Amazon’luk erkleri ellerinden alınınca bizdeniz
tarafından, hınçlarını alamadılar o zamandan beri. Kim demiş kızmıyorlar diye.
Hiç de kızgınlıkları geçmiş değil hala da. Baksanıza eşitlikten falan bahsedip
duruyorlar. Neyin eşitliğiymiş bu? Sahi
eşitlik dedim de bu kadın erkek eşitliği oldukça takılıyor benim pelte
kılıklıya. Ben sessiz kalıyorum da daha ortada bir şey yok. Biraz dokunsam
kozlarımızı paylaşacağız, hele bir sabredeyim biraz daha. Arkadaş eşitlik
meşitlik yok. Bizi kandıracaksınız aklınız sıra, eşitleyeceksiniz durumları,
ondan sonra da küüüüt Amazon. Başımızın etini yediğiniz yetmiyor sanki de bir
de başımıza amir mi kesileceksiniz. Allah aşkına hangi adam hanım sözü
tutmuyor. Hangi evde hanımın sözü geçmiyor. Canım cicimlerden bilmiyoruz sanki!
Ele veriyorsunuz kendinizi eyyy erkekler. Biraz çeki düzen verin kendinize. Bu
düzen böyle gitmez. Kaç erkek vardır bilen, buzdolabında ne eksik var alınacak?
Kadın bakar “Alooo Canım, ... Al da gel
akşama, geç kalma haa?” “Emrin olur hayatım, başka var mı istediğin bir
şey-pırlanta falan-? Merak etme sen hiç geç kalır mıyım? Öptüm bir tanem
bayyyyy!” vay anam bee. Adam ceketin düğmelerini de düğmeledi kesin. Eğileyim
derken başı masaya vurmuştur da zaten.
Şaka maka bir tarafa da. Şu kızma
meselesi gerçekten iş değil. Çocuğa kızarsın, ne diye? Dediğin yapılmadı diye,
yani yapılmasını istediğin şey istediğin gibi yapılmadı diye. Baban sana öyle
yaptıydı değil mi zamanında? Şimdi sen de çocuğundan aynısını istiyorsun. Bırak
çocuk kendi istediklerini ve istediği şekilde yapsın. Karışma her işine
çocuğun. Ancak sorarsa, yardım isterse söyle fikrini. Senin fikrine falan da
ihtiyacı yok onun aslında. Çünkü çağ çok ileride senden. Çocuğu yakalamaya
çalış aklın varsa. Ondan öğrenmeye çalış onun bildiklerini. Kesin senden
fazladır ben eminim.
Örneğin bilgisayarın şifresi nasıl
kırılır? Hani çocuk oynamasın diye şifre koyarsın ya, kırmıştır da haberin
yoktur eyy baba bey. Nereden haberin olacak? Söylemedi ki sana. Neden söylesin
borcu mu var sana şifre koyduğun için? Söylerse eğer, kızarsın kesin. Akıllı
yavrum benim. Afferin söyleme kırdığını. Böbürlenip dursun baban da. Kıs kıs
gülme yaramaz afacan!
Kızmak bir tür savunma mekanizmasıymış,
iletişim şekliymiş de aynı zamanda. Tercih meselesi demek ki. İster kızmayı seç
istersen yumuşaklığı. Başka yumuşaklık anlamayın ya! Basbayağı kadife
yumuşaklığı, uysallık. Akıllılık. Daha ne diyeyim. Bir olay olduğunda ya da bir şey
söylendiğinde ona karşı duyulan tepki, korkuyorsak kızgın bir savunma
geliştiriyoruz ki bize zarar vereceğini düşündüğümüz varlık korkup uzaklaşsın
bizden veya bir daha aynısını yapmasın demek istiyoruz. Bazen de her şeye
kızanlar vardır. Onları da yok sayın gitsin, idare dünyası canım sende, ne
olacak. Sakin kalabilmeyi becersek o
anda, arkasında ne olduğunu görebileceğiz aslında o davranış ya da olayın.
Ben denedim kısmen becerebiliyorum
artık kızmamayı ve daha da mutluyum. Çevreme de iyi enerji aktarıyorum.
Parkinsonlu 76’lık babam bile bana takılır oldu. “Günaydın” diye. Hiç tünaydını
yok, hep de “günaydın” var onda. Arada bir başka şakalar da yapıyor. Bir dönem
beni bile görmek istemediği zamanlar olmuştu çünkü: hemen patlayıveriyordum her
dediğine. Çoook katlandı garip babam benim.
Biraz önce Lise birde okuyan oğlum
telefon etti. Kızmadan konuştum onunla. Matematikten 01 almış. Dünyam yıkıldı
ama kızmamayı becerdim. “Hayat senin hayatın, istediğin gibi tasarlayabilirsin
hayatını, ister okulunu kır istersen 01 al sınavdan. Beni çok ilgilendirmiyor
artık” dedim. Fakat yapmaya karar verdiğim bir şey var. Bu yarıyıl tatilinde.
Sucu’da çalışacak 10 gün. Yemeğini kendisi yapacak, sofrasını kendisi kurup
toplayacak, bulaşıklarını kendisi yıkayacak, çamaşırlarını da öyle hem de
elleriyle yıkayacak. Bahçeyi kazdıracağım bel küreğiyle. Elleri patlasın, kalem
mi, kazma kürek mi? Öğrensin diye düşünüyorum. Bence yarıyıl tatilinden sonra
durumu değişecektir eminim. Çünkü her isteği, daha o istemeden yerine
getiriliyor ve hayat çok kolay onun için. Bunu da çok sevdiğini düşündüğü için
üzülmesin tosunum diye yapıyor ebeveynler.
En büyük yanlışımız: Onlara yaşama,
deneme fırsatı vermeden büyümelerini sağlıyoruz. Sonunda da bizim hatalarımız
onun hatasıymış gibi değerlendirilip tü kaka oluyorlar aile ve toplum gözünde.
Ne denilmiş zamanıyla? “Ne ekersen onu
biçersin, yel eken fırtına biçer.”
Herkese iyi ekip, iyi biçmeler dilerim.
Saygı ve sevgilerimle, çocuklara daha fazla sevgilerim ve saygılarımla. Hoşça kalın,
kızmadan yaşayın.
21.12.2016-17,57
Aydın
Halil
GönülAydın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.