Sohbet |
SOHBET
Elini şakağına dayamış “düşünmek,
düşünmek” diye sayıklamaya başladı çay bardağını masanın üzerine koyarken.
Gözleri kısık ileri doğru bakıyordu. Ben de baktım baktığı yöne ama ilginç bir
şey göremedim bir türlü. Daha dikkatli baktım o devam ederken bakmaya. Yoktu
görebildiğim bir şey. Yalnızca gelip giden insan seli vardı geniş
kaldırımlarda. Çifter şeritli geliş ve gidiş yönünün her iki yanında geniş yaya
kaldırımı ve şehir içi otobüs durağı vardı karşıda görünen. Benim gördüğümdü
bunlar yalnız. O neler görüyordu da o kadar dikkatli bakıyordu merak edip
yavaşça yanaştım yanına.
İzin isteyip oturdum yanı başına. Elini kaldırdı hemen, oturduğumu görünce ve “iki kahve” dedi bana sormadan. Misafirperverliğine saydım bu davranışını. “Ben söylemek isterdim aslında” dedim utangaç bir halde. “Ne fark edecekti, seninki daha mı farklı olacaktı, öyleyse eğer, hemen söyle?” Dedi gülümsemeye başladı gözlerimin içine bakarak. Sıcak bir gülümsemesi vardı beni kendine çeken. “Yan masada oturuyordum, yalnız olduğunuz dikkatimi çekti bir süreden beri, ben de yalnızdım!” dedim gözlerinin içine bakarak. Anlamıştı cümlemin geri kalanını. “Sohbet etmek istedin, yalnız sıkıldığın için” diye devam etti. Başımı sallamakla yetindim doğrulamak için. Ne yalan söyleyeyim sıkılmıştım epeydir otururken.
İzin isteyip oturdum yanı başına. Elini kaldırdı hemen, oturduğumu görünce ve “iki kahve” dedi bana sormadan. Misafirperverliğine saydım bu davranışını. “Ben söylemek isterdim aslında” dedim utangaç bir halde. “Ne fark edecekti, seninki daha mı farklı olacaktı, öyleyse eğer, hemen söyle?” Dedi gülümsemeye başladı gözlerimin içine bakarak. Sıcak bir gülümsemesi vardı beni kendine çeken. “Yan masada oturuyordum, yalnız olduğunuz dikkatimi çekti bir süreden beri, ben de yalnızdım!” dedim gözlerinin içine bakarak. Anlamıştı cümlemin geri kalanını. “Sohbet etmek istedin, yalnız sıkıldığın için” diye devam etti. Başımı sallamakla yetindim doğrulamak için. Ne yalan söyleyeyim sıkılmıştım epeydir otururken.
Kahveleri bıraktı kıvırcık saçlı
kara kuru delikanlı. Suratı biraz asıktı ama olsun varsın, bir sorunu vardır
herhalde! Benim garsona dikkatli baktığımı fark etmiş olmalı “Suratı asık
masıktır ama sıcakkanlıdır kerata” dedi başını biraz önce baktığı yöne
çevirerek. Sesi değişti gibi geldi o anda bana. “Yaşın kaç bey amca?” dedim
olabildiğince yumuşatarak sesimi. “60 kusur” dedi. Donuklaştı suratı birden.
“Asır dedikleri nedir ki? İşte geçti yarım asırdan fazlası” dedi arkasından
derin bir iç çekti. Bana bakıyordu iç çekerken. Kahvesinden üfleyerek bir yudum
aldıktan sonra “Şu kalabalığı görüyor musun?”
Baktım Onun baktığı tarafa “Görüyorum!” dedim bir anlam veremeden. Her
gün, her saat görünüyordu o ve onun gibi kalabalıklar.
“Benim ilgimi çekmiştir oldum olası bu
kalabalıklar, hele bir de yukarıdan seyretmek daha da ilginç gelir bana.
Neredeyse yıldızlara çıkıp oradan seyretmek isterim bazen” dedi eliyle
gökyüzünü işaret ederek. “Minare olsa da idare eder” dedi arkadan gülmeye
başladı. Ben de gülümsemeye çalıştım bozuntuya vermeyerek. Demek istediğinin ne
olduğunu anlayamamıştım. Anlamadığımı belli etmemeye çalışırken “Her birinde
bir dünya gizlidir o kalabalığın içindekilerde seninki benimki gibi. Bazıları
alaca karanlık, bazıları apaydınlık, bazıları da zifiri karanlıktır, sen fark
ettin mi hiç?” dedi kendinden emin bir tavırla. Çok iddialı konuşuyor diye
geçirdim içimden bir an. Ancak dinlemeye karar verdim söylemek istediklerini.
“O kalabalıklarda gördüğün tüm insanlar yalnız
hem de yapayalnız olduklarını bilmiyorlar belki de çoğu hiç bilemeden göçecek
bu dünyadan” dedi. Gözleri o kalabalıklardaydı sürekli. Beni bile unutmaya
başlamıştı belki de. Arkama yaslandım hem ona hem de kalabalıklara bakmaya
başladım ben de. “Nasıl yalnız hem de yapayalnızdı bu insanlar?”
“İnsanların işi gücü vardır
genellikle. Geçimini sağlamak için, hobi olsun diye falan filan. Ama
uğraştıkları mutlaka bir durum vardır. Zaman öldürürler öylece. Oldum olamadım,
doydum, aç kaldım hikâyeler hep aynıdır onlarda. Olanında da olmayanında da
değişmez bu durum. Bir türlü yetiremezler ellerindekini, hep fazlasını isterler
olanından. Doyumsuzdur senin anlayacağın insan denilen yaratık. Ne demişler?
“Babası oğluna bağlar bağışlamış, oğlu babasına bir salkım üzümü çok görmüş.”
Atasözü dediğimiz cümleler çok hoşuma gider benim oldum olası. "Halep oradaysa arşın burada." Anlatamadığın
şeyleri bir çırpıda anlatıverirler. Hep yaşanmışlıklardan damıtılıp
gelmiştirler bu güne kadar. Yazanı çizeni de olmamıştır onların ama yaşamaya
devam ederler, devam edeceklerde. İnsanların hafızası çabuk dolup boşalıyor sel
taşkını gibi. Ama zamanın hafızası çok güçlü, unutmuyor hiç bir şeyi. Doğanın
demek daha doğru belki de. Ben kendimden bakıyorum da bazen aynı o
kalabalıklardaki insanlar gibiyim. Üzerimde kılık kıyafetim, yürüyüşüm, hal ve
hareketlerim bellidir yalnızca. İçimi kimse bilemez. Her şeyini, her
düşündüğünü açabildiği bir kişi var mıdır acaba insanların? Öyle sananlar
vardır belki. Karısı? Arkadaşı? Çocuğu? Ya da herhangi bir yakını? Açsan,
açtığın kişi kırılabilir, açmasan açamamışsındır içinde kalır. Bir gün gelip çevrendekiler,
bir bir yok olup uzaklaşırlar. Aradan geçen zaman aleyhine çalışır geride
kalanın. Durumlar değişmiştir bir süre sonra. Roller de değişmiştir farkına
varmadan. Küçükler büyük, büyükler de küçük olmuşlardır. Beklentin varsa eğer
gelecekten, iyi hesaplamalısın.
Ara sıra düşünmeyi düşünmeye
çalışıyorum da kafam bulanıklaşıveriyor birden. ‘Düşünüyorum, öyleyse varım’
demiş ya hani bir düşünür. Gençliğimde benim de hoşuma gitmişti bu söz ama
ihtiyarlıkta gördüklerimden sonra tersini düşünmeye başladım. Düşündükçe yok
olduğumu anlıyorum. Her şey ters gelmeye başladı. Ayak mı uydurmakta
zorlanıyorum acaba çağa? Fark edemediğim kadar hızlı mı çağ değiştiriyoruz?
İleri mi gidiyoruz, geriye mi? Pek anlayamaz oldum ihtiyarlayınca.
Şu dünyaya baksana, insanların
birbirine yaptığına. İlerlemiş olsak bunları yapmamalı insan dediğin, insana.
Savaşlar, siyah, beyaz, gri, mor, kızıl... Daha nice renk tonlarında
ayrılmışlar İnsanlar, insancıklar. Fakir zengin, aydın, cahil, zır cahil, kul,
köle, efendi, kral, kraliçe... Ben de kralım dersem ne dersin? Deli mi? Bunak
mı? Halin belli işte, bir ayağı sallanmış mı? Hoş görürsün değil mi yaşımın
hatırına? “Ben tanrıyım” demiş adamın biri asırlar önce, hemen biletini
kesmişler adamın. Adam düşünmüş işte. Belki birilerinin anlayacağı şekilde
anlatamadı düşüncesini, belki de anlamak istemediler onu. Düşünmek deyince
kafam bulanıklaşıyor dedim ya! Bulanıklaşmaya başladı gene.
Yaşam ne kadar da zıtlıklarla dolu.
Bu gün kara denilen yarın oluyor ak. Ak
denilense kara. Hiç kimse fark etmeden gidiyor böyle. Geçmişle gelecek arasında
bir kopukluk var. Geçmişin dersleri taşınmıyor geleceğe. Belki de bilinçli
yapılıyordur birileri tarafından sen ne dersin?
Toplumların yüz yıllar
öncesinde yaşadıkları, çağa göre yeni sürüm olarak sunuluyor tekrar. Adı da
gelişmişlik oluyor. Eğitim ve üretkenlik kalitesine bakıyorsun ahım şahım fark
yok. Köyde yaşayan da insan şehirde yaşayan da. Gel gör ki köyde yaşayanların
durumlarında değişen çok az. Şehirse de öyle aslına bakarsan. En önemli gelişme
köyden şehire akın. Eğitim? Yalnızca diploma onu da alabilen ne kadardır. Bu
memleketin hala yüzde onu neredeyse okuryazar bile değil”. Gülümsedi kendi
kendine, yudum daha alırken kahvesinden. Kafasını salladı yavaşça iki yana.
“Düşünüyorum da bazen şimdiki aklımla,
yaşamımda neyi ya da neleri farklı yapardım? Yapar mıydım? Bilmem bazılarını
yapar bazılarını da yapmazdım her halde. Neden böyle lastikli söylüyorum ki?
Uzattıkça uzuyor da ondan. Böyle bir soru saçma geliyor bazen bana. Neden mi?
Eğer bir şeyi yapmışsam o gün için,
doğru olduğunu düşünmüş o nedenle yapmışımdır ve sonucunu görmüşümdür mutlaka.
Olumlu ya da olumsuz. Kendime göre dersler çıkarıp yola devam etmişimdir ve yürüye
yürüye bu günlere gelmişimdir. Şimdi o gün yaptığım şeyleri değerlendirirken
hangi ayağını unutup da bu günde değerlendireceğim acaba? Bir durum
değerlendirilirken: olay, yer -olayın olduğu yer- ve zaman -olayın olduğu
zaman- ayakları dikkate alınarak değerlendirildiğinde ancak doğru okunabilir,
aksi halde okuma yanlış olur ve farklı bir sonuç çıkar ortaya. Onun için geriye
dönüp bakışım farklıdır biraz çoğuna göre. Her şeyi o zamanında, istediğim ve
doğru olduğunu düşündüğüm için yaptım. Bu güne gelince değer yargılarım
değişmiş olabilir, değişmesi de normaldir bana göre. Zaman neleri değiştirmiyor
ki? Bu değişim istikrarlı ve temelli olmalı. Temelsiz bir değişim istikrarlı
olamaz da üstelik. Bir sonraki gelecek öncekilerle mutlaka ve mutlaka
bağlantılıdır. Saçmalamaya mı başladım sana göre?” dedi yüzüme bakarak. “Yaşlılığıma
ver. Neyse fazla sıkmayayım canını daha fazla. Hep ben konuştum sana hiç fırsat
vermedim!” Gülümsüyordu yine. Gözlerinde pırıltı belirdi bir anda. “Geçmişten
aldığım dersleri sorarsan eğer başka. Bu günkü aklımla bazı şeyleri yapmazdım
ya da farklı yapardım. Belki de çağa uymuş olurdum o zaman kim bilir? İstersen
sonraya bırakalım sohbetin devamını ne dersin? Şimdi keyifle içelim şu
kahvelerimizi.” “Afiyet olsun, ayrıca teşekkür ederim kahve için” diyerek
kahveme uzattım elimi.
Halil GÖNÜL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.