Çocukluktaki direnç
tatlı kız
Merhaba
tekrar, Sevgili Misafirler.
Bir
Pazar gözleminde daha buluşmak üzereyiz. Bu yazımı yazmadan önce biraz
demlenmeye bıraktım düşüncelerimi. Fazla sürmedi bir gün kadar oldu. Kararsız kaldığım
konu: Aydın'a, Pazartesi 10 Nisan 2017 günü saat 18’de Sayın Başbakan’ın
gelecek olması ve güvenlik tedbirleriydi. En sonunda kısmen de olsa yazmaya
karar verdim birlikte.
Her
zamanki gibi öğleden sonra çıktım çarşıya ve biraz oturup kahvede, çay-kahve
içerken birkaç kişiyle sohbet edip sonra dolaşmaya başladım alışveriş için. Bu hafta
pazar yeri çok daha tenha görünüyordu, ortalık çok sakindi.
Nedeni açıktır buralarda bu durumun. Daha önceki yazılarda da belirttiğim gibi; güzel ilkbahar havaları insanları çoluk çocuk, eş dost olarak doğanın kucağına bırakırlar kendilerini veya sahile doğru akın etmişlerdir mutlaka.
Nedeni açıktır buralarda bu durumun. Daha önceki yazılarda da belirttiğim gibi; güzel ilkbahar havaları insanları çoluk çocuk, eş dost olarak doğanın kucağına bırakırlar kendilerini veya sahile doğru akın etmişlerdir mutlaka.
Alışverişimi
bitirdikten sonra fazla kalmak istemedim Pazar içinde çünkü sıkıldım
sakinlikten. Evde bekleyen Parkinson rahatsızlığı olan babam için sac pide
yaptırmak için pideciye uğramaya karar verdim, o tarafa doğru yöneldim sokağın
öbür ucundan.
Pidecinin
yanına geldiğimde ellerimde poşetler “Kolay gelsin” deyince “Buyurun, oturun
biraz” dedi pideci kadın. Hemen tezgahının yanı başında duran bir sandalye
vardı oturdum oraya. “Beş tane var, bunlardan sonra hazırlayıvereyim
sizinkileri” deyip işine koyuldu. Yapacak bir şey yoktu, beklemeye başladım…
Genç
bir aile yaklaştı tezgâha doğru ve birkaç adım kala 4-5 yaşlarında şirin bir
kız çocukları olan bu genç ailenin babası tatlı kızıyla tartışıyorlardı. Anne de
onları izleyip arada bir gülümsüyordu kızına. Kız sac pide istiyordu ve baba da
“Olmaz” diyerek itiraz ediyordu kızına, gayet ciddi tavrıyla. Ailenin yanında
olan iki genç misafirleri kendilerinin istemediğini söyleyince anne için bir
adet ve kız için tartışmalı durumda olan siparişleri vardı.
Şirin
kızla babasının tartışmaları beş dakika kadar sürdü bu arada. Ben de onları
izliyordum. Sonucu her ne kadar tahmin etsem de merakla beklemeye başladım. Arada
gülümsemekten kendimi alamadım bu tatlı tartışma ve pazarlığa.
Kızla
babası ve arada annesi de katılarak çok çetin bir pazarlık yapıyorlardı. “Hepsini
bitireceksin ama” diyordu baba, şart koşmuştu. “Tamam, yiyeceğim” dedi cici
kız. Baba pideci kadına bakarak “Otu bol
olsun birinin” dedi gülümseyerek.
Durum
anlaşılmıştı bana göre: Cici kız yemek seçiyordu demek ki ve sebze, yeşillik
türü olanlardan yemiyordu pek fazla. Genç anne ve babanın derdi kızlarının yeşillik
türü bir şeyler yemesi için hayır diyerek adeta onun damarına basıp
tetikliyorlardı.
Benim
asıl dikkatimi çeken şey ise: Çocukların istediklerini elde etme konusunda ne
kadar ısrarcı ve ne kadar da çetin bir pazarlık yapma azimleriydi. Çok çaba
sarf edip sonunda istediklerini elde ediyorlar ve bu yolda hiç yılgınlık
göstermiyorlar.
istediğimi elde ettim |
Bu
durumu genelledim biraz düşünürken. Aslında tüm çocuklarda aynı bu durum. Zamanla
karşılaştıkları olumsuzluklar ve şiddet bu dirençlerini kırıp boyunlarını
bükerek hayallerinin arkasından bakmak zorunda kalıyor bazıları çok zaman. Ailenin
bu konuda etkisi oldukça fazla görünüyor. Çocukla birlikte çetin uğraşılara
devam ederek bir şekilde anlaşmanın bir yolunu bulanlarda bu durum törpülenerek
cesaret ve kendine güvene dönüşüyor; gelecek yaşamlarında da devam ediyor. Aksini
de düşünmek mümkün tabii ki. Aksi durumda ise pasif, edilgen ve ürkek bir
kişilik oluşuyor adımlarını atarken korku ve tereddütlerle atıyor. Genellikle çevre
baskısı dediğimiz durumdan dolayı etkilenip bir türlü kendini gösteremiyor. Ancak
başkalarını onaylamakla kendini buluyor.
Bu
konuyu fazla uzatmayacağım. Sonuçta benim pideler hazır oldu ancak “Benimkisinin
iki tanesini cici kıza verin” dedim cici kıza bakarak, sevindi. Amacına ulaşmıştı
tatlı kız ve ailesi. Biraz soğuması için bekletmeye karar verdiler. Kız kararlı
görünüyordu bitirmeye.
Ben
de hazır olan pideleri alıp geri dönüş yolculuğuna başladım…
Geleyim
pazartesi günü alınan güvenlik önlemlerine. Memlekete, Bu Memleketin Başbakanı
gelecek ve ortalık, yer, gök polis kaynıyor sabahın köründen itibaren. Her taraf
barikatlarla çevrili, barikatlardan giriş çıkışlar yoklamalı. Yalnızca miting
meydanının yakın çevresi değil yaklaşık bir kilometre kadar çevresinde benzer
durum var. Polisler her köşe başında öbek öbek toplanmış, öğle vaktinde
karınlarını doyurma derdinde. 100 metrelik gidilecek yol olmuş bir kilometre
civarında; barikatlar arasında dolaşa dolaşa bul bulabilirsen gideceğin yeri. Bir
saat kadar dolaştıktan sonra oraya buraya gideceğim yere vardım sonunda.
Sanki
işgal edilmiş ortalık. Yaşlı bir kadın elindeki Pazar arabasını indirivermeleri
için -ineceği 70 kadar basamaktan -çevresindeki insanlardan yardım istiyor ama
ne duyan oluyor ne de bakan. Herkes kendi telaşı içinde ve bir an önce ulaşmak
istediği yere ulaşma derdinde. Tutuverdim Pazar arabasının ucundan ve indirdik
basamaklardan aşağıya. Daha sonrasını kendisi çekerek götürdü artık. Ben de
kendi yoluma devam ettim.
Kiminle
konuştuysam laf arasında, herkes de yaşlısı genci şikayetçiydi bu durumdan. Genç
bir kız “Sabah işe gelirken zor buldum yolumu ve geç kaldım yarım saat kadar”
demişti servisi önüme koyarken.
Merak
ettim “Acaba siyasetçiler bu durumu fark ediyorlar mı? Ya da durumun bu kadar
vahim olduğunu fark ediyorlar mı? Kendilerinin vatandaştan fersah fersah
uzaklaştığının farkında mı? Pek sanmıyorum onların bu veya bu gibi soruları olacağını
veya bu gibi şeyler düşüneceğini. Onların düşündüğü kendileri ve kendi
dertleri. Başkasından, vatandaştan onlara ne sanki. Görünen köy kılavuz
istemiyor gibi.
Sizlerin
ne düşündüğünü bilemiyorum doğrusu. Bana çok çok abartılı geliyor bu durum. Halkın
arasında bisikletlerle veya sade bir vatandaş gibi hiç ayrıcalık istemeden
dolaşan bakan ya da başbakanlar görebilecek miyiz acaba?
Umudumuzu
kaybetmeyelim yine de bizler. Günler çok şeye gebe; öyle değil mi sizce de? “Gün
doğmadan neler doğar” demiş eskiler. Bir bildikleri vardı elbet ki söylediler bu
sözleri. Damıtıla damıtıla bin bir süzgeçlerden geçerek bu günlere kadar gelen
bu sözler bence önemli ve kıymetli.
Sonuç
itibariyle; insan odaklı olmayan şeylerin ömrü kısa oluyor. Yaşamları her ne
kadar şaşalı olsa da uzun ömürlü olamıyorlar maalesef. İşin sevindirici tarafı
bu bence.
Şimdilik
hoşça ve mutluca kalın.
11-04-2017-1305
Halil
Gönül
Görsel:Pixabay.com
Çocuklar konusunda haklısınız, bazen biz uyuyoruz bazen de onlar. Başka türlü ya edilgen ya doyumsuz kişiler yetişiyor. Bugün de buradaydılar. Seçim yasağı diye bir şey yok mu anlamadım. Bir hafta kala propagandaların bitmesi gerekiyor.
YanıtlaSilTeşekkür ederim nazik ziyaretiniz ve kıymetli yorumunuz için, Sevgili "bahce perim." Haklısınız, "Ya edilgen, ya da doyumsuz" oluyorlar, aradaki dengeyi kurmakta zorlanıyor ebeveynler; duygularına yenik düşüyorlar ve çok sevdiği varlıklara bilmeden zarar veriyorlar böylece.
SilMemlekette çok şey değişti uzun zamanlardır, bir ben var, bir de ben var; hep de ben var oldu sistem. Size saçma gelecek cevabım ama maalesef bazılarına var bazılarına yok. Üzgünüm!
Bazen kendimi fantastik bir dünyada yaşadığımı hissediyorum.
YanıtlaSilNe yazık ki ben de benzer şeyler hissediyorum, ama başkalarının fantazi dünyalarında yaşıyorum gibi; kendime ait hiç bir şey yok sanki. Haz alamamaktan şikayetim var.
SilYuval Noah Harari'nin "Homo Deus" kitabını okuyorum şu anda, aslında bizim düşündüğümüz şeyleri çok güzel açıklamış bilimsel düzeyde ve İnsan denilen yaratığın "ne deyus olduğunu" daha iyi anlamaya başladım. Bu kitap da Fantastik dünyanın nasıl ve kimler tarafından hangi amaçlarla oluşturulduğunu anlatıyor, dahası da var henüz oralara gelmedim.
Sil