İlk Örnek, Türkiye
Bir
süre önce tesadüfi olarak rastladığım bir haber okumuştum gazete ve internet
haberlerinde, bir öneriydi bu fikir “Dünya Devleti Kurulmalı” diyordu. Öneren de
ünlü fizikçi Stephen Hawking. Başka uyarıları da vardı.
Bu
haberleri okuduktan sonra hafızamda yaşam boyu edindiğim bilgileri alabora
ettim ve paçalladım tekrar tekrar. Gelişen teknolojileri ve yaşamım boyunca
bildiğim gelişmeleri değerlendirdiğimde ne kadar hızlı yol aldığımıza şaşırdım
bir anda. Daha dün elimizde radyodan ve siyah beyaz televizyondan başka bir şey
yokken şimdi dünyanın öbür ucuyla ve uzayın oldukça uzak uçlarıyla iletişim
halindeyiz. Robot teknolojisi ve genetik çok hızla ilerliyor.
Bu
yazımda çok uzatmak istemiyorum düşündüklerimi ve kestirmeden gideceğim
genellikle. Bilim kurgu filmlerini izlemiştir hemen hemen herkes ve merak da
etmişizdir genellikle. Bilim kurguların bir amacı da toplumu yavaş yavaş
hazırlamaktır olacak ve oluşturulacaklara. Çünkü insan denilen varlık
alışkanlıklarının dışına oldukça zor çıkar ve bu durum genlerinde kodludur o nedenle
çok yavaştır değişip gelişmesi. Çünkü ayakta kalma yani yaşama içgüdüsü ağır
basar ve değişime karşı dirençlidir.
İnsan
denilen varlık hep de deneme yanılma yoluyla öğrenip adım atmıştır genellikle. Bilim
bu süreç içinde çok fazla katkıda bulunamamıştır. İnançlar hâkim olmuştur
toplulukların geneline bu nedenle inançları değiştirmek de çok kolay değildir. Yüz
yıllar içinde inançlar küçük adımcıklar halinde belli belirsiz değiştirilerek
toplumlar birilerinin istedikleri doğrultuda sürüklenmeye çalışılmıştır.
İnançlarda
ateş, su,… derken çok tanrılara ve çok tanrılıktan da tek tanrılığa doğru
evrilmiş bu günlere kadar gelmiştir. Tek tanrılık inançlar da bölünmeler
halindedir günümüzde. Görülen şekliyle hiçbir toplum inançsız bir yöne sürüklenememiştir.
Daima inanç argümanı kullanılarak yola devam edilmiştir. İnanç dünyası kendi
arasında değişik zamanlarda çatışma halinde olsa da aslında çatışmaları bile
aynı yöne doğru hareket etmektedir. Çatışmaların kökeninde ekonomi yatmaktadır
çünkü.
İçinde
bulunduğumuz zaman içinde durumlar biraz daha netleşmeye başladı bence. Haçlı savaşlarından
bu yana toplumlarda oldukça kısmi farklılıklar olmuştur. Dünya ekonomisi
neredeyse aynı nabız içinde atmaktadır. Uluslararası para birimlerine
baktığınızda, borsalara baktığınızda, forex piyasalarına baktığınızda bu durumu
görebilmek mümkündür. Dünya Bankası -IMF- kurulmuştur epeyce zaman önce. Görünürdeki
amacı; yardım etmek olan bu bankanın derdi dünyadaki dolanan paraya yön verebilmek
ve kontrol edebilmektir. Parayı kontrol eden de diğer her şeyi kontrol etme
imkanına sahip olacaktır. Yani yeni bir tanrı yaratılmıştır aslında adı da “Para”
dır bu tanrının. Bu da tek tanrıdır ve her şeye hâkim görünürdedir günümüzde.
50
yaşlarında ve üstündeki insanlar genellikle insanın parasal değeri yoktur diye
düşünür ve bu bir onur meselesidir öyle düşünenler için. Yani satılık değildir, bedel biçilemez
kendilerine. Yapması gereken işlerini ellerinden geldiğince doğru ve en iyisini
yapmaya çalışırlar.
Bir
zamanlar Cumhurbaşkanı olan Turgut Özal bu duruma açıklık getirmiş ve “Her
insanın bir bedeli vardır, benim memurum işini bilir” diyerek kapıyı
aralamıştır. Çünkü kendileri de ekonominin içinden gelen birisiydi ve iktisat
bilimiyle yoğrulmuştu yıllarca. Satın alamadığın bir şeyi yönetemezsin de aynı
zamanda.
Hawking,
uyarıyor ve gelecekteki akıllı robotlar bizi yani insanları yok etmesin diye
Dünya devleti öneriyor. Dünya devletinde neler olacağını düşündüm ve aklımda
canlandırmaya çalıştım bir süredir. Neler
olabilir peki? Düşünmeye çalışalım hep birlikte.
Bence
Dünya Devleti kurulacak. Kimler olacak bu devleti kuranlar veya öncülük
edenler? Tabii ki şu andaki en gelişmiş ülkeler. Ekonomik gücü olan ülkeler. Başta
Amerika, Rusya, Çin, Japonya belki Hindistan, IMF,… çoğaltılabilir
elbette. Hindistan dedim çünkü:
bilgisayar yazılımı konusunda ileride olan bir ülkedir günümüzde.
Bir
de inanç sistemi gerekiyor bu devlete. Çünkü dünyada yaşayan insanların büyük
bir ağırlığı öyle veya böyle inandığı bir sistem var. Hıristiyanlık, Müslümanlık,
Budizm... ve başkaları. Bu inanç sistemlerinin bir potada eritilerek yeni bir
inanç sistemi oluşturulmalı zaman içinde. Hangisine yakın veya uzak olmasının
önemi yok yalnızca büyük bir çoğunluğu sürükleyebilsin yeter bu anlayış için.
Tarihi gelişimi analiz ettiğimde bunu görüyorum ben.
Olur
mu peki böyle bir şey? Elbette olur, ancak oldukça uzun bir zaman istiyor. Olsun
zaten onlarında fazla bir acelesi yok bu konuda. Bu birlik nasıl olacak? Köklü yapılar
önce sarsılacak, sonra parçalanacak daha sonra da tekrar yoğrulacak ayrı ayrı
küçük devletler çıkacak ortaya. Uydu gibi olacaklar bir çekim gücünün etrafında
dolanıp duracaklar çekim gücü onları yok edene kadar.
İşte
orta doğu: orta doğu hem inanç sistemlerinin yatağı hem de ekonomi açısından
bir denge merkezi. Şimdi yapılan orta doğunun tamamen parçalanıp tam anlamıyla
kontrol altına alınabilen birer küçük devletler topluluğu haline getirilip uydu
yapılmaya çalışılacak. Çoğu halloldu bu arada. En köklü olanlarından İran ve
Türkiye var bu bölgede. Hem inanç açısından farklı genel durumda hem de
stratejik açıdan önemli.
Peki
nasıl halledecekler İran ve Türkiye’yi? Yıllardır çocukluğumdan beri şöyle
hatırladıklarıma bakıyorum da epeyce yol alınmış bu konuda. Şah gidip yerine
Humeyni’nin gelmesi toplum içinde bir şok yaşanmasına yol açtı zaten. Zaman içindeki
Irak-İran savaşları ve etnik din anlayışı ile yönetim tarzı, karşı anlayışı
veya farklı anlayışta olanların ayrışıp kutuplaşması ortadadır. Ayrıca ambargolar toplumu sık boğaz etmek
amaçlıdır.
Gelelim
Türkiye ve İran ilişkilerine. İran Türkiye arasındaki ilişki etnik Şii Sünni
anlayışı temelinde şekillenmeye başladı Suriye politikası meselesinde. Biz zaten
Suriye’de güdümlü hareket ettiğimiz için gelecekteki tuzakları göremediğimiz
için daldık içeriye. Hem içeride hem de
dışarıda izlediğimiz basit ve önünü göremez bir politikayla yalnızlaştık ve
yalnızlaştırılıyoruz git gide. Yakın gelecekte İran ile savaşa tutuşmazsak gerçekten
çok sevineceğim. Ama bunun garantisi yok şimdilik. Neden yok? Oraya geleyim.
Rusya
kendini güçlü kılabilmek için Ortadoğu ve kendi bölgesinde yakın ve iyi
ilişkiler kurmak zorunda bir süre daha. Kendi ekonomik durumunu düzlüğe
çıkarana kadar. Dolayısıyla Ortadoğu’da söz sahibi olabilmesi için İran,
Türkiye gibi Ülkelere daha da yakın olmalı ve İran ile Türkiye arasındaki inanç
sisteminin çatışmasını engellemek ister elbette. İran ve Türkiye de görünürde
-dostlar alışverişte görsün- bile olsa mümkün olduğunca çatışma ve kısır
çekişmelerden uzak durmaya çalışacaktır. Taa ki zamanı gelinceye kadar. İşte o
zaman geldiğinde eğer bilimsel güç oluşturamamışlarsa parçalanıp aynı Ortadoğu gibi
uydulaşacaklardır. Bu konuda yeni inanç anlayışları da katkıda bulunacaktır
elbette.
Peki
yeni Dünya Devleti’nde inanç, günümüzdeki hangi inanç sistemine yakın
olacaktır? Elbette Hıristiyan inançlarına yakın bir inanç sistemi olacaktır
diye düşünüyorum. Çünkü en eskilerden birisidir ve dünya da ağırlıktadır.
Müslümanlığa gelince: Müslümanlık ve Müslümanlığa yakın anlayışın yaşadığı
ülkelerde gelişme yok denecek kadar az olanı da yeterli değil. Bilimsel alanda
ve çağın gidişine ayak uydurabilecek durumda değil. Zaten inançlar içinde
boğulmuş başka bir adım atabilirliği de yok. Bilimsel veri ve düşünceler sinek
vızıltısı kadar bile ses veremiyor ya da dinlenilmek istenmiyor. Toplumlarını idare
etmeye çalışanlar da bu durumu kullanarak eğitim sistemlerinin altını oyuyorlar
ellerinden geldiğince. Bir memlekette eğitim olmadan hiçbir yere varılmaz. Hele
de bu çağda. Hala daha aya bile gidildiğine inanmayan yığınlarla insan olan bir
toplumda, nereye kadar gidilecek. En fazla uçaklarla çıkılan yüksekliğe kadar
çıkılabilir elbette. Dolayısıyla Müslümanlık ve onun yakındaşları olan inanç
sistemleri de tehlike içindedir günümüzde, gelecek durumlar düşünüldüğünde.
Şimdi
şu Yeni Dünya Devleti’ne bir bakalım: Dünya devletini kurdular. Peki bu yeni
dünya devletinde yöneticiler kimler olacak, bürokratlar kim olacak? Yine durumu
anlamak için şöyle bir hafızalarımızı yoklayalım, uzay filmlerini ve bilim
kurgu filmlerini. Robotik canlılar olacaktır ön planda. Neden robotik canlılar?
Robotik canlılar, bildiğimiz robotlar olacak, verileri çok hızlı bir şekilde
değerlendirerek duygudan arındırılmış kararlar verecekleri için yönetimin söz
sahibi olacaklar. Başta yönetici görünen birkaç insan da onların verdiği
kararlara uyacaklar ve aynı yönde kararlar onaylanacak uygulamaya geçilecektir.
Onları yönetebilir mi insanlar? İlk bakışta
insanlar yarattığına göre kendi yarattıklarını elbette kontrol etme becerisi de
ellerindedir diye düşünmek daha kolay ve isabetli bir karar gibi görünüyor. Bence
bu bir yanılgı olacaktır. Neden peki?
Tarihe
baktığımızda, tarihi verilerin büyük bir çoğunluğu içinde bulunulan zamanlarda
değiştirilmişlerdir ve bilgiler çelişkilidir. Biz insanların çoğunluğu da buna
dikkat etmeyiz zaten edenlerinde sesi soluğu duyulmamaktadır. Toplumların geneli
avcılık zamanlarından beri geçim derdindedir, karnı doyduğuna bile şükreder
haldedir. Günümüzde bile kimin Tanrı’dan şikâyeti vardır başına gelenlerden
ötürü? Yoktur çünkü onun inancına göre bir sınava tabidir ve bu sınavdan en çok
acıyı yaşayarak başarıya ulaşmak amacındadır. Peki Tanrı sadist midir? Sorusunu soran var mı? Yok.
Çünkü günah işlediğini düşünür böyle bir soru ve şüphe duyarsa. Peki, Tanrı ben sadist değilim diyor mu? Demiyor çünkü bildiğimiz bir canlı olmadığı
için kullarıyla konuşamaz, ancak kişilerin inanç odalarındadır varlığı. Yani fiziksel
bir durumu yoktur. Pekâlâ, Geleceğin Dünya Devleti’nde bu tarz insanların akıbeti
ne olacak?
Dünya İnsanı |
Gelecekte
bu tarz insanların akıbeti, yer işlerini yapan ve bakımsız ve teknolojisiz
kaldığı için çöplükler içinde yaşayan, yiyeceğini çöplüklerden temin eden başı
boş yaratıklar olarak bildiğimiz Dünya üzerinde yaşam savaşı verirler ve
sınavdan geçmeye çalışırlar her halde.
Duygu
durumundan arınmış robotikler insanları anlayabilir mi? Anlayamayacakları kesin
neden mi? Çünkü duygu durumu henüz bilimsel anlamda çözümlenebilmiş tanımlı bir
şey değildir henüz ve çözümü de çok zor görünüyor. Her insanın kendi yaşamına
göre şekillenen bir duygu durumu var ve bu duygu durumu o kişiyi yönlendiriyor.
Kararlarında etkili oluyor. Fakat son zamanların Türkiye’sine baktığımızda
bizde biraz duygu durumundan arınmışlık epeyce yol almıştı ki şu son anayasa
referandumu tekrar ortaya çıkardı duygu durumunun varlığını.
Ana
yasa referandumunun son verilerine görebeyaz yakalılar ve mavi yakalılar durumunun ayrışması ortaya çıktı geç de olsa.
Peki, beyaz yakalılar kimdir? Beyaz yakalılar tariflere göre: Eğitim durumu,
yaşam durumu ve ekonomik durumu toplumun genelinden iyi olanlar. Kısaca,
üretimin, ticaretin merkezi olan yerler, karnı daha zengin gıdalarla doyanlar,
biraz da mürekkep yalamış olanlardır. Nihayet 15 yılda kulaklarına kar suyu
kaçtı da tepelerinde taşıdıkları beyin denilen pelte kılıklıyı biraz rahatsız
ettiler düşündükleriyle ve kararları hayır oldu.
Gelelim
mavi yakalılara: Mavi yakalılar, karnı zor doyan, alt birim işlerde çalışan,
eğitim durumu zayıf olan kesimlere verilen isimdir.
Gördüğünüz
gibi ayrışmada ne dini inanış ne de kılık kıyafet meselesi var, açlık tokluk ve
eğitim durumu var. Bu da gösteriyor ki eğitimin yüksek ve kaliteli olduğu
toplumlar daha da ileriye gidecek.
Şimdi
bu mavi ve beyaz yakalıların neleri dikkate alarak referandumda karar
verdiklerine.
Araştırmacılara bakılırsa; evet
verenler Cumhurbaşkanı’nı sevip ona inandıkları için oylamaya sunulan içeriğe
hiç bakmadan duygusal karar verdiler.
Hayır
verenler ise; oylanacak içeriğe bakarak, neyin ne olduğunu anlayıp, gelecekte
neler olabileceğini görmeye çalışarak karar verdiler. Diyorlar.
Pekâlâ
size göre hangi verilen karar daha doğru olur?
Şimdi
asıl bombayı patlatıyorum: Hawking tarafından düşünülen ve önerilen Dünya
Devleti’nin ilk örneği Türkiye’dir. Gelişmelere ve olaylara bakalım hep
birlikte.
Bir
idari sistem anayasası yazıldı ve halk oylamasına sunuldu 16 Mart 2017,
oylamalar yapıldı ve sandıklar açılmaya başlanacak, Türkiye’de seçimlerin
koruyucusu ve aynı zamanda Türkiye’de adalet dağıtan teraziyi tutan kurum Hukuk’un
bir üyesi Yüksek Seçim Kurulu Başkanı açıklamasını
patlatıyor. Sandıktan çıkan ve üzerinde Yüksek Seçim Kurulu’nun Mührü olmayan
oylar geçerli sayıldı.
Arkasından itirazlar başlıyor,
tepkiler oluşuyor açıklamaları devamında geliyor, neler söylüyor? Akşama doğru tekrar açıklama yapılıyor. İlk itirazlardan biri yapılıyor ve ilçe seçim kurulu kararını veriyor.
Şimdi
sormak istiyorum vicdanlara ve duygu durumu formatlanmamış ya da formatlanmış olanlara yani insanlara; “Yüksek
Seçim Kurulunda iktidar partisi üyesinin teklifi üzerine ve bazı diğer parti temsilcilerinin itirazı
olduğu açık olan, o güne kadar dikkat edilmesi gerektiği konusunda
bilgilendirilen ve öğretilen bir kuralın bir anda böyle bir değişikliğe
gitmesi, bu kararı alması duygu durumuyla, vicdanla, insanlıkla, görevini
layıkıyla elinden geldiğince doğru ve iyi yapmakla, başkalarının hak ve
hukukuna saygı duymakla nasıl açıklanabilir.
Bu
durum tamamen robotik, duygu durumundan arındırılmış robotik insansı varlığın
davranışına benziyor. Hiçbir duygu durumu olmaksızın yazılımlarında kodlanan
bilgileri değerlendirerek karar veriyor. Yaşasın ilk Dünya devleti İnsansılarını yaratmışız. Dilim
sürçmedi “İnsansılar” derken, başka örnekler de var çünkü. Çoğaltmak mümkün ama
benim anlatmaya çalıştığım başka bir şey, onun için bu örneklere girmek
istemiyorum fazla.
Asıl
mesele bu kişi ve kuruluşlar değil elbet. Asıl mesele geldiğimiz çağdaşlık ve
medeniyet seviyemiz. Ben aday gösteriyorum şu Dünya Devleti önerisini ortaya
atanlara, gelip Türkiye’yi incelesinler; bu işi nasıl başarmış bu memleket? Örnek alsınlar, biraz daha geliştirip Dünya’ya uygulasınlar. Boşu boşuna zaman
kaybetmesinler ve dünyalar kadar da masrafa girmesinler akıllı robotik insansılar
yaratmak için. Alın size hem duyguları var hem akılları hem vicdanları hem inançları
hem sevgileri- hem de ölesiye-var, bir denileni iki dedirtmiyorlar, vur dedin
mi göz yaşına bile bakmadan öldürüyorlar ve de işin en ilgincini de başarıyorlar;
yaptıklarının doğru olduğuna inanıyorlar ve durumu açıklayan inandırıcı
sandıkları açıklamalarını da yapıyorlar. “Halkın kutsal oylarının boşa
gitmemesi adına bu kararı aldık” diyebiliyorlar. Vallahi ağlayacağım şimdi,
gözlerim yaşlarla doldu biraz daha devam edersem boşalacak yaşlar.
Burada
olaylara kesinlikle yanlı bakmadan bir referandum olayında sergilenen durumları
değerlendirmeye çalıştım. Benim düşüncem ve isteğim “Hayır” yönündeydi. Kızgın ya da kırgın falan da değilim. Umutsuz
hiç değilim ama çok üzülüyorum yaşananlara memleket adına ve insanlık, vicdan
adına. Yaralanan vicdanların yarası tamir edilemez ve bunun da sinyalleri
ortada. Beyaz yakalılar durumun gidişini beğenmemeye başladı biraz geç olsa da.
Bundan sonraki dönemlerde kim ne derse desin biraz daha içeriğe bakarak
değerlendirecek ve kararlarını vereceklerdir. Yani uyuyan dev gözlerini açtı denilebilir. Türkiye’nin
gencecik Cumhuriyeti kendine gelmeye başladı her ne kadar tavizler verilmişse
de bu durum bir deneyim ve yoklamaydı sanıyorum ve sınava tabi tutulmuştu
toplum genç Cumhuriyet tarafından. Böylece
anlaşılıyor ki karar vermede bilgi önemlidir. Atatürk dememiş miydi, “Hayatta
en hakiki mürşit ilimdir, fendir” diye. Alın size canlı ispat, günümüz ve 16 Mart
2017 anayasa referandumu.
İnanıyorum,
bu günlerden sonraki gelecek günlerin bir kısmı sıkıntılı olsa da daha uzun
gelecekte Türkiye güzel günler yaşayacak. Bu kadar sarsıntılar toplumlarda
olağan sayılabilecek kapasitedeki durumlardır. Türkiye benim inandığım ve
gördüğüm haliyle medeniyet dersini Atatürk’ den almış ve tökezleyerek yürümeye
çalışmaktadır. Zamanla adımları hızlanacak ben buna inanıyorum gerçekten.
Hoşça
kalın, sevgi ve saygıyla hep birlikte nice yıllara.
18-04-2017
Halil
Gönül
Görsel:Pixabay.com
Yazınızı baştan aşağı okudum. İlginç görüşler var. En çok katıldığım nokta: Robotlaştırıldığımız. Her yönden... Ben, umarım o sistemden çıkmayı umut ediyorum...
YanıtlaSilKöleleştirmenin farklı bir boyutu olmalı... Arkeoloji Ve Sanat Dergisinin Efendiler Ve Köleler konulu baskısını okumanızı öneririm. B
Yalnız; dinler konusunda bir birleşme olacağını düşünmüyorum. Dinler çatışması her yönden devam edecektir.
Merhaba, Sevgili 'bahce perim'
SilSöz konusu derginin sayısını bulup okuyacağım, şimdiden merak ettim, eminim ilginç bilgiler olduğundan.
Dinler konusunda da haklısınız şimdiki ve yakın geçmiş-500, 1000 yıl- zamana bakıldığına göre. Aslında dinlere bakıldığında her biri kendinden öncekilerin devamı şeklinde geliyor ta ki tek tanrı inancına dönüşünceye kadar. Hz. İsa ve Hz. Muhammed'e kadar. Bu iki dinde de insan kutsandı ve önemli varlık halini aldı. Daha açık bir anlatımla İnsan tanrılaştırıldı sanki. Humanizm öğretisiyle de devam ediyor. Şu zamanda hiç tanrı şunu veya bunu yaptı diyen bir idareci görünmüyor. şu devlet başkanı veya bu devlet başkanı yaptı oluyor. Tanrı izin verdi veya vermedi de yok. Evet uzun bir süre daha çatışma devam edecektir ben de eminim.
Şu anda ateşe tapınmayla veya putperestlikle bir çatışma var mı? Bence yok çünkü: Artık çok gerilerde kaldılar, tarih gömdü o inanç sistemlerini. İçinde bulunduğumuz teknoloji ve bilinç düzeyi sebep sonuç ilişkilerini çözmüş durumda. Hala benzer düşünceleri olan yok mudur? Olabilir, ama dikkate değer değil sayı olarak.
Hoşça ve mutluca kalın, sevgi ve saygılarımla.