SAYFALAR

Pazartesi, Nisan 17, 2017

Çiçeği burnunda Mühendislik anılarımdan bazıları-bavul-dolusu-kitap

Bir koca bavul dolusu mesleki kitap
"çiçeği burnunda mühendis"

                Yıl 1984 mart veya nisan ayıydı, bir uzun zarf verdi postacı elime ve imzamı istedi. Taahhütlüydü gelen zarf. Merakla aldım zarfı ve imzayı çaktım kara kaplı defterine postacının.
                Askerden geleli birkaç ay olmamıştı henüz ve birkaç devlet memurluğu sınavına katılmıştım. Askerlik havasını yeni yeni atmak üzereydim üzerimden. Heyecanla açtım zarfı ve içinden çıkardım katlanmış kâğıdı, okumaya başladım.  “… tarihinde görev yerinizde olmanız gerekmektedir aksi halde atamanız geçersiz sayılacaktır” ifadesi beynimden kızgın sular döktü birden.
                Görev yeri Van'dı ve benim en geç iki gün içinde görev yerimde olmam isteniyordu. Sevinemedim atandığıma, üzülemedim de. Bir garip oldum o anlarda. Sersem tavuk gibi tekrar tekrar okudum yazıyı, tarihine baktım tekrar tekrar, ne kadar bakıp okusam da değişen bir şey olmuyordu; hepsi de yerinde duruyordu.

                İkindi vaktiydi mektup elime geçtiğinde ve ben sersemliğimi gece yarılarında ancak atabildim üzerimden. Ne edip edip gidilecekti başka bir yolu yoktu.  Oturup plan yaptım kendimce.
                Sabaha kadar bavulumu hazırlayacaktım, sabahleyin Van’a gidişin yollarını arayacaktım, büyük ihtimalle uçak olacaktı. Öğrenciliğimde Almanya’ya gittiğim için uçak yolculuğu pek yabancı değildi hatta hoşuma da giderdi. Biraz rahatlayınca 01 sularında koyuldum mesleki kitapları dolaplardan indirmeye.
                Bu arada yazmayı unuttum, Denizli’de öğrenciyken kaldığım evdeyim ve yalnızım.  Odanın ortasında bir sürü kitap yığıldı kaldı; dönüp bakınca gözüm korktu bir anda. Yapı statiği, mekaniği, malzeme bilgisi, jeoloji, betonarme, ahşap, çelik, su yapıları, kara yolu, köprüler… ne aklınıza gelirse hepsi de oradaydı. Ayrıca ek kaynak ve bilgi için edindiğim ilave kitaplar vardı.
                Abartmıyorum, yaklaşık ölçülerle körüklü, 1,50x1,00x0,30 ebatlarında bir bavul koydum kitapların yanına ve hepsini de dizdim itinayla. Benim cankurtaranımdı hepsi de. Belki de lazım olursa en ihtimal dışı olan bile diye koydum bavula.
                Giyeceklerimi çıkardım dolaplardan ve yerleştirmeye başladım tıka basa. Bir kısmını aldıramadım ne kadar tepindiysem de bavulun üzerinde ve geriye bıraktım. Çok da önemli değildiler benim için. İhtiyaç duyarsam alırdım oralardan ama ya kitap lazım olursa? İşte o zaman ayvayı yerdim, nereden bulurdum kitabı Van’da. Zaten Denizli’de bile zor bulmuştuk bazılarını, rica minnet kitapçılara taa İstanbul’lardan getirtmiştim rica minnet.
                Sabah ezanı okunmaya başladı bu arada. Sahi ben nereye tayin olmuştum, hangi kurum, ne yapılırdı o kurumda?  Emin olmak için tekrar açtım zarfı ve okudum. “İller Bankası 13. Van Bölgesi emrine” atanmışım.
                O zamanlar İller Bankası, Yerel Yönetimlerin yani belediyelerin alt ve üst yapı işlerini yapıyordu. Elektrik, su, hizmet binası falan.  Okul yıllarında hakkında bir şeyler duymuştuk hocalardan.  Özellikle sevgili hocamız Prof. Dr. Ahmet Samsunlu’nun Su yapıları dersinde günde yedi sınav olunca ister istemez İller Bankası Yönetmeliği aklına kazınıyor insanın.
                Kan ter içinde kalsam da bavulum hazırdı artık. Önümde 36 saatten az zaman kalmıştı. Heyecanla güneşin biraz olsun yükselmesini ve Türk Hava Yolları’nın nazlı ofisinin açılmasını bekledim bir süre. Kahvaltı falan aklıma gelmedi hiç. Kalkıp bir duş aldım alel acele ve üstüme bir tişört ve ince kazak geçirip vardım Thy’na.
                Uçak hafta da bir gün İzmir’den İstanbul'a ve oradan da Van'a gidiyordu. Günlerden hangi gün olduğunu tam hatırlamıyorum ama hatırladığım aynı gün öğleden sonraki saatlerden birinde İzmir’den kalkacak olduğu. Yine bir afallama geldi bana. Hesap kitap yapamıyordum bir türlü. “Usluğum tutuldu” denir ya hani. Aynen öyle oldum işte. Gişedeki genç sarışın alımlı bayan bana bakıyor ben ona mı yoksa hiçbir yere mi bakıyorum bilmiyordum. Bir süre ayakta öylece kalakaldım. “Evet beyefendi, kararınız nedir?” sesiyle irkildim birden ve silkelendim. Bayan şaşkın bir halde bana bakıyordu. Gülüyor muydu, üzülüyor muydu halime bilmiyordum o anda…
                “Evet, evet alıyorum bileti” dedim birden laf olsun diye. Dedim ama aklıma da geliverdi cebimde ne kadar param vardı acaba? Diye el attım ceplerime. Küçük bir miktar eksikti istenen rakamdan. Yüzüm ateş gibi yanmaya başladı, terlemeye başladım sıkıntıdan. Gene bakışmaya başladık. Tabii ki benim bakışlarım aptalcaymıştır, ondan kesin eminim. Kızdım kendi kendime o anda. Bir insan bu kadar mı aptal olur? Sorusu geçiverdi vınnnn diye aklımdan. Hemen toparladım kendimi ve saate baktım duvarda asılı duruyordu. Fazla zamanım yoktu hovardaca harcanacak. Bir an önce halledip İzmir'e kara yoluyla gitmeliydim. 3 saate yakın kara yolu çekiyordu ve bana kalan bir saat kadar zamandı. Öyle cep telefonu falan mı var ortalıkta. Konkosörlü telefon bile çok seyrekti köşe başlarında. Hele ki PTT’ye yakındı da Telefon kulübesine ulaşmak kolaydı. Ya bir de arıza varsa? İşte o zaman ayvayı yediğimin resmiydi.
                Vezne de bana bakan yeşil mi, mavi i, yoksa kara mıydı o gözler hatırlamıyorum ama işaret parmağımla “bir dakika” anlamında işaret ederek hiçbir şey söylemeden hızla dışarıya fırladığım o günkü gibi hatırımda. “Beye…” dediği kulaklarımda çınladı bir an ve ben kendimi dışarıda buldum. Telefon kulübesine koşturdum hemen baktım yanımda jeton yok. Hemen içeriye koşturup jeton aldım iki tane ve bir arkadaşımı aradım. İstediğim parayı getirmesini istedim. “Ban durmadan “tamam, tamam, bağırma; neredesin onu söyle” diyordu. Söyledim nihayet ve tekrar THY’ye girdim. Bir taraftan da alnımı ve gözlerimi siliyordum ellerimin tersiyle. Terlemiştim iyice. Gözlerimi yakmaya başlamıştı ter damlacıkları.
                Sanırım veznedeki bayan anladı durumumu ve ne ben ona bir şey söyledim ne de obana bir şey söyledi. Ben veznenin yanında ayakta dikilmiş, kapıyı gözlüyordum o da beni. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama yıllardan fazlaydı benim için. Arkadaşımı aşağıda kaldırımda görünce “alabilirim şimdi biletimi” dedim gülerek bayana. Kibarca kesti benim biletimi ve uzattı gişenin boşluğundan, bu arada arkadaşım da benim kolumdan tutuyordu. Para aşağıda, aklı sıra benim asaletimi korumuştu bayandan.  Parayı aldım altta ve cebimden çıkarmış gibi saydım bayana. “İyi günler” dediğimde kadının hiçbir şey demeden gülmesi hiç gözlerimin önünden gitmedi yıllarca.
                Arkadaşımdan biraz daha fazla para aldım. Bir taksiye atladım doğru eve ve bavulumu zorlanarak 50 metre kadar taşıdım taksici görünce yardıma geldi. “Abi cenaze mi var bunun içinde?” deyince ciddiye alıp çok şaşırmıştım. Gülmeye başlayınca rahatladım ve kitap dedim.  Garaj ve İzmir nihayet. Evden ayrılırken kimseye haber vermek veya not bırakmak aklıma gelmemişti hiç.
                Nihayet hava alanı ve bizim bavul 30 kilodan fazla çıkınca ek ücrete tabi oldu. Olsun önemli değildi benim için. Haydi yavrum İstanbul, şansım yaver gitti orada da beklemeden fazla Van uçağına aktarıldım ve Ver elini Vaaaaaan. Akşam olmak üzereydi. Bir otele attım kapağı, rahat bir nefes almıştım zaman açısından. Yarın öğleye kadar emeklesem bile bulurdum artık İller Bankası 13. Bölge Müdürlüğü’nü.  Eve haber verebilmenin yollarını düşünmeye başladım. Yakın yerlerde telefon yoktu. Ev sahiplerinde vardı ama şimdi nereden bulunurdu o telefon.
                Kalın rehber gözüme takıldı yan tarafta sehpanın üzerinde. Her yerde olmazsa olmazlardandı o zamanlar telefon rehberi. Kalın bir kitaptı. “İyi olacak hastanın ayağına gelirmiş doktor” denilir ya aynen öyle işte rehber ayağımın ucundaydı. Demek ki ben hala yaşayacaktım. Buldum ad ve soy addan. Adresi de buldum iş garanti. Telefon ettim aşağıdan ve haber bıraktım “Ben Van’dayım” diye. Onlar da şaşırdı önce inanmadılar bana. Şaka yaptığımı zannettiler karı koca. Ben ısrarla aynı şeyi söyleyince “Tamam, söyleriz” dediler artık. Kardeşim vardı zaten yalnızca. O da okulu bırakmıştı ve yeni işe girmişti bir gofret imalathanesine…
                Acıktığım aklıma geldi. Sahi ben ne kahvaltı yapmıştım mektubu alalı beri ne de bir şey yiyip içmiştim. Otelde yoktu öyle bir şeyler. Orta halli bir oteldi zaten. Bir tostçu aradı gözlerim çevrede, yüz-iki yüz metre kadar açıldım hiçbir şey göremedim tostçu gibi.  Birisine sordum. Bana yan taraftaki dükkânı göstererek “kahvaltı salonu var buralarda senin dediğinden yok” dedi. “Vay be ne de zengin yermiş buralar” diye fısıldadım kendime adım atarken. Girdim içeriye ve her taraf bal, peynir, yumurta, kaymak görünüyordu.
                “Açım, hafif bir şeyler alacağım” dedim esmer orta boylu, orta yaşlı adama.  “Heman begim” dedi ve tezgâhın arkasına geçti. Ben de pencere kenarında yola bakan bir masaya oturdum. Büyük bir tabak içinde, adını sonradan öğrendiğim otlu peynir, bolca bal, tereyağı, camız kaymağı, salatalık, domates, az yeşillik getirip bıraktı ve yumurta isteyip istemediğimi sordu. Önümdekiler gözümü doyurmuştu zaten “İstemiyorum, sağ olun” dedim, başladım acelem varmış gibi atıştırmaya. Otlu peyniri ilk defa yiyordum ama taze olmasından dolayı hoşuma gitmişti pek yabancılık çekmemiştim. Tıka basa şiştim iyice. İki büyük bardak da süt içtim bu arada. Ilık süt beni balla birlikte hamur gibi yaptı. Ben diyeyim fazla yemekten, siz deyin ballı sütten.  Otele zor attım kendimi. Bir uyumuşum. Sabah ezanı okunuyordu uyandığımda. Deliksiz bir uyku olmuştu benim için ve hayatımda o uykudan başka hatırlamıyorum öylesini.
                Sabırsızlanıyordum odamda. Bir an önce güneş çıksaydı, ortalık aydınlansaydı da şu bölgeyi bulsaydım. Saat sekiz oldu. İndim aşağıya ve kalıp kalmayacağıma öğleye yakın karara vereceğimi söyleyerek İller Bankası’nı sordum. Herkes bilirmiş orayı ve bulması kolaymış onun tarifine göre. Bir bir buçuk kilometrelik uzaklıktaymış ve caddeden görünürmüş. Dediği yola düştüm başladım yürümeye. Yürü babam yürü şehirden çıktım iyice, evler toprak örtü ve tek tük görünmeye başladı, yanlış geldiğimi düşünüp ilk rast geldiğim birine daha sordum. Cadde olmasına rağmen öyle sık gelip giden yoktu ne arabayla ne de yaya olarak. Şans işte yaşlı bir adam çıktı bir den sokak başından.
                “Aha geldin” dedi gülerek bana. Başımı çevirdiğimde bina karşımda duruyordu. Dört katlı bir bina ve yanlarında lojmanlar görünüyordu. Babamın dükkanıymış gibi girdim içeriye ve danışmaya yanaştım. Yeni atandığımı söyleyip zarfı gösterdim. Adam beni bin bir hürmetle alıp götürdü personel işlerine. “Begim yeni mühendis” dedi ve gitti. Elimdeki zarfı verdim personelde çalışan orta yaşlı hafif kırlaşmış saçları olan zayıfça biri adama. Oturacak yer gösterip, “hoş gelmişsiniz” deyip çay söylediler. Farklı bir dünyaya gelmişim sanki. Kendimi bir kuş kadar hafif, özgür ve rahat hissetmeye başlamıştım. 
"içme suyu isale hattı"

                Evvet ilk memurluk günüm böylece başlamış oldu. Bir saat kadar personel şubede oturduktan sonra personel şefi olduğunu sonradan öğreneceğim arkadaş beni alıp içme suyu ve kanalizasyon şube müdürüne götürdü, tanıştırdı ve “Tekrar hayırlı, uğurlu olsun” diyerek geriye döndü.
                Zaman içinde takdir ettiğim gönlü geniş, görmüş geçirmiş, halden anlayan iyi insan İnşaat Müh. Alizer Çelik’ti odasında oturduğum insan. Birer çay daha içip biraz hakkımda bilgi aldıktan sonra beni alıp oda oda gezdirerek İçme suyu ve kanalizasyon şubesindeki tüm personelle tanıştırdı tek tek.  Daha sonra imar ve harita, makine, idari işler katlarıyla da tanıştırıldım. Dünyam değişivermişti birden. Öğrencilik, askerlik derken memuriyetlik başlamıştı benim için.
                Tanışma faslından sonra tekrara personel şefinin yanına uğradım.  Nerede kaldığımı sordu ben de otelde kaldığımı söyleyince “Misafirhanemiz müsait, eşyalarınızı getirin hemen, yer ayarlayacağım” deyince çok sevindim tabii ki…
                Hemen otele gidip, resepsiyon görevlisinin yardımıyla bavulumu aşağıya indirip bir taksiye atarak götürdüm ve misafirhanede tek kişilik bir odaya yerleştim.  Artık İnşaat Mühendisi Halil Bey olmuştum. Alışmak zordu benim için; çok yadırgamıştım ilk zamanlar “Halil Bey” hitabını.  Aynı zamanda da içimde bir tuhaflık hisseder oldum bir süreliğine…
                Evet sevgili misafirim şimdilik bu bölümü burada kesmek istiyorum. Çok uzatıp sıkmayayım sizi. Daha sonraki bölümde, adaptasyon eğitimimiz- benden bir gün sonra gelen başka bir arkadaşla birlikte- ve arkadaşla birlikte dertleşip ağlaşmamız, gibi ilk bir yıllık süreç içindeki yaşadığımız ve benim hafızamda yer eden olayları yazmaya çalışacağım.
                                                                                                                                              17-04-2017
                                                                                                                                              Halil Gönül
Görsel:Pixabay.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.