Yaşlı Ford |
Gül Kokulu Lokum
Merhaba
tekrar, sevgili Misafirler. Elbette bugün de Pazar pazarına çıktım, her zamanki
yaptıklarımı yaptım yine, otlu sac pidesi ve çay, bir saat kadar oturdum
kahvede ve kafamın içindekileri birbirinden ayırmaya çalıştım. Karar veremiyordum
başlangıçta, ne yazacağım? Hangisini yazacağım? Diye düşündüm uzun bir zaman. Haydi
kalk bakalım dolaş biraz da öyle karar ver dedim kendime içimden ve dolaşmaya
başladım aheste aheste sakin olan Pazar yerinde. Epeyce bir zaman yürüdüm hiçbir
şeye aldırmadan.
Yürürken
ne alayım? Diye de soruyordum kendime arada bir. Biraz mantar, erik, taze soğan
göbeği derken yine doldu ellerim ve bu arada dikkatimi çeken ifadeler oldu
tezgahlarda. Örneğin salatalık: 75 kuruştan başlayan ve 2 lira olan salatalık
vardı ve sormadan edemedim 2 liraya satan bir tezgahtara. “Abi ben o salatalığı
tezgahıma koymam, benim müşterim salatalığıma gelir benim” dedi. Bir şey
anlamadım dediğinden ama “Yaaa!” demeden yapamadım ve dönüp yürümeye başladım. Gördüğüm
kadarıyla 2 lira olanla 75 kuruş olanların arasında bir fark yoktu; hormonluydu
her biri de. Nasıl mı anladım?
Ben
de salatalık yetiştirdim çocukluğumda, salatalığı görünce tanıdık geliyor
bazen, ben buradayım diyor, senin bildiğindenim. Salatalıkların üzerinde
çizgiler var ve pıtır pıtır her yanı, üstelik hiç de salatalık kokusu yok
üzerinde suni gübre ve hormon deposu. Eve getirip buz dolabına attığında, hele
bir de poşetinin içinde koyduysan: İki gün içinde ya mantarlanmış, çürümeye
başlıyor ve o kadar da pis bir koku çıkarıyor ki sormayın gitsin, poşetteyse
daha da çabuk çürüyor nemlenerek. Çünkü içindeki hormonla hala büyümeye devam
ediyor garip sebzeler, diriyken ölmeye mahkûm oluyorlar.
Başka
tezgahlarda da rastladım pazarlık olayına: “Vallahi abi -abla- ben kendim A
kuruşa aldım, bugün kampanya var zaten ucuza veriyorum, daha da ucuza olmaz ama
haydi senin hatırına -birkaç kuruş daha indirim- yapayım B kuruş diyerek
müşterisini avlamaya çalışıyorlardı.
Geçmiş
yıllarımda bir yıl kadar Pazar işi yaptığımdan dikkatimi çekti yalanlar ve
düşünmeye başladım “Yalan ve ticaret, hayatımızdaki yalanlar” hakkında. İşte bu
yazı ortaya çıkıyor böylece.
Hayatımızda
yalanlar eksik olmuyor nedense bir türlü, öyle veya böyle giriyor yaşamımıza;
bazılarının dediği gibi beyaz yalanlar diye savunuluyorlar genellikle. Siyah yalanlar
da olabiliyor demek ki. Beyaz ve siyah yalan nedir acaba diye düşünürken çok
şey geçti aklımdan ve gözlerimin önünden.
En
önemlisi de çocukluğumda-5-6 yaşlarındayken- söylediğim bir yalan ve o yalanın
bana çektirdiği ıstırap aklıma gelmeden edemedi, yine ıstırap vermek istiyordu
sanki ama yapamadı istediğini. Çünkü ilk ve son yalanım olacaktı o yalan.
Aslına
bakarsanız belki de beyaz sayılabilecek bir yalan olarak değerlendirilebilirdi,
ama ben çocukça halimle beyaz mı, siyah mı? Ayırt edemediğim gibi hiç de
düşünemedim bile. Yalanım şuydu: “Ana, yengemle dayım kahvenin önünde kavga
ettiler ellerin içinde.” Dedim anama bir
pazartesi sabahı erken saatlerde. O zamanlar yengem ve dayım çoluk çocuk sahibi
ve 35-40 yaşlarında. Pazartesi günleri Denizli’nin büyük pazarıdır ve tüm köy
ve kasabalardan pazara ürün getirirler satmak için, almak için de giderler. Genellikle
haftalık veya aylık alınır ihtiyaçlar. Ulaşım aracı açık kasalı kamyondur,
satılacak buğday, nohut, sebze ve meyve ne varsa akşamdan yüklenerek sabaha
hafif eşyalar kalır. Alaca karanlıkta da herkes tekrar toplanır kahvenin -köy
meydanı-önünde ve yüklenmiş eşyaların üstüne biner herkes. Tıklım tıklım olur
yaz ve kış.
Hatırladığım kadarıyla
yaza yakın aylardan birisiydi olayın geçtiği gün. Anama söylediğimin üstünden birkaç
saat geçmedi ki Anam bana “Deden çağırıyor seni” dedi ve başıma kızgın sular
serpiliverdi birden. Anamın ağzını
yoklamaya çalıştım ama bir şey alamadım ağzından da. Sanırım ne yaptığının
farkında değildi o da. Nasıl farkında olsun; yengem rezillik çıkarmıştı onlara
göre ve kulağı çekilmesi gerekiyordu dedem-kayın pederi- tarafından. Anam da
babasına bu konuda yardımcı olmuştu haber vererek. Haberi de benim kendisine
söylediğim hayali bir uydurmaydı.
Ben neden öyle
bir şey uydurmuştum ki? Halbuki yengem ve dayım her ikisi de birlikte bindiler
kasaya tırmanarak çıktılar yukarıdaki eşyaların üzerine. Kavga da olmamıştı. Benim
çocuk aklım işte: Sanki bir yerlerden kazınmış aklıma; sokak arasında hele de
ellerin içinde karı koca kavgası ayıp ve suç teşkil eden bir durumdur. Hangi olay
ya da kimler böyle hissedeceğim bir durumu ortaya koydular veya söylediler hiçbir
şey hatırlamıyorum.
Ben o gün
akşama kadar kaçtım sürekli dedemden ve onun olabileceği yerlerden. Bir daha
anama da görünmedim o gün karanlık olana kadar. Babamın hiçbir şeyden haberi
yok bu arada. Benim korkum sürekli büyüyordu içimde ve en son saklanacağım
zaman akşam üstü Denizli’den döndükleri zaman olacaktı. Olacakları hayal ediyor
ve gözlerimde canlandırıyordum.
Dedem yengem
ve dayımı çağıracak, önce bir güzel küfürlü müfürlü kavga edecek ne terbiye
bırakacak ne de edep ağızlarına s… güzelce ve onlar da anlayamadan hiçbir şey;
şaşıracaklar olabildiğince. Bir de ağzını açıp da soramayacak “Ne diyorsun sen,
neden sövüp sayıyorsun” diye. Ancak neden yaptığını ve kendisini çileden
çıkaran şeyin ne olduğunu kendisi söyleyinceye kadar. Onlar da anlayıp durumu
itiraz edecekler “Olmadı öyle bir şey, herkes şahittir” diyecekler ve
isterlerse de 50 kişi şahit gösterirler elbette.
Yandım ki ne
yandım, içim dışım titriyor korku ve utançtan. En çok kulağımın kopasıya
çekileceğini ve sonra da okkalısından birkaç tokat yiyeceğimden artık adım
kadar eminim ama içimi acıtan ve beni en çok huzursuz eden şey onlar değil
artık. Akşama kadar utanarak dolaştım yalancı olarak ve kimse beni sevmeyecek,
yalancı çocuk diyecekler ve bir daha asla güvenemeyecekler. Her dediğimin
ispatını arayacaklar ya da isteyecekler. Bittim, eridim, kül oldum
anlayacağınız. Artık yaşamak çok zor benim için bu köyde. Bu yaşımda nereye giderim
ne yaparım ne yer ne içer, nasıl karnımı doyururum, köyden dışarı çıkmışlığım
da yok. B… yedim ben.
Çare arıyordum
durmadan, dayağa da razıydım, kulağımın kopmasına da. İşkence bitsin istiyordum.
Akşam karanlığına az kaldı ve yarım saate kadar dönecekler köye. Ellerim ayaklarım
titriyordu. Anam beni görünce önce çok şaşırdı halime. Üzgün ve titriyor
olduğumu görünce anlamak istedi durumu. Babam gelmemişti daha dağdan. O gün bir
şey toplamaya gitmişti sanıyorum uzak bir tarla tarafına. Anama sarıldım titreyen vücudumla: “Ana hadi
dedemin yanına gidelim” dedim pürüzlü, ağlamaklı sesimle. “Yavrum dur hele, ne
bu halin kuş gibi titriyorsun sen” dedi bana ve elleriyle koltuk altlarımdan
yakalayarak önüne oturttu beni “Söyle bakayım ne oldu, biri mi korkuttu seni,
bir şey diyen mi oldu?” sorularını sıraladı arka arkaya.
“Yok bir şey,
kimse bir şey yapmadı ve söylemedi de ben söyledim, ben yalan söyledim” dedim. Anlamadı
önce: “Ne yalanı?” diye sorunca da anlattım kendisine. “Haydi çabuk” diyerek de
elinden tutarak zorla kaldırdım ve merdivenlerden inerek dedemin evine kadar
kolundan asılarak daha hızlı götürdüm. Bir gözüm de seste ve far ışığındaydı
köye geri dönecek kamyonun. Yol tam karşımızda ve kuş uçuşu bir kilometre
kadardı. Ses çok rahatlıkla duyuluyor artık köye gelip giden tüm araçların kime
ait olduğunu, köyden mi yoksa yabancı mı olduğunu anlayabiliyordum. Sesler de
aynı şekildeydi benim için.
Dedem ocağın
başında oturmuş lülesini yakmış çekip duruyordu. Tütün dumanı evin içini
kaplamış o kadar keskindi ki boğazım gıcık oldu, gözlerim yandı ilk anda. Şaşkınlıkla
birlikte “Gelin, oturun şöyle” dedi dedem. Suratı ciddiydi, o da arabanın
gelmesini bekliyordu demek ki. Sinirliymiş gibi çekiyordu uzun uzun, lülesini-pipo=lüle-
lülesinden uzun kıvrım kıvrım dumanlar yükseliyordu baca seviyesine kadar ve
bacadan da uçup gidiyorlardı. Bir süre izledim dumanları. Yüreğim sıkışmaya
başladı zaman daraldıkça, ne olacaksa olsun artık diye kendime cesaret vermeye
çalışıyordum içimden. “Çocuğa şerbet yapıver” dedi nineme bakmadan. Gözleri ocaktaki
yanan ateşteydi. Ocakta yanan kocaman kütük hem içeriyi aydınlatıyor hem de
ısıtıyordu.
Şerbeti aldım
titreyen ellerimle “Ne oğlum bu halin, uçacaksın neredeyse?” dedi ninem,
ellerini omuzlarıma koyarak. “Bu çocuğun bir derdi var herif” deyince olan
oldu: Elinin birini alnıma koyup, diğeriyle de boşta kalan elimi tutunca: “Anlat
bakayım yavrum ne oldu? Hiç korkma, kimse sana bir şey yapamaz” dedi gözlerime
baktı önce, sonra da anama çevirdi başını “Nesi var bu çocuğun” der gibi.
Anamın söylemesine
fırsat vermeden “Ben yalan söyledim” dedim olanca cesaretimle dedemin gözlerine
bakarak. Gözlerinde ocakta yanan kütüğün alevleri yükseliyordu. Şaşırma sırası dedemdeydi “Ne yalanı çocuk,
anlat bakayım şu işi” dedi yumuşak ve acıyan bir ses tonuyla. Pekmez şerbetimin
tadını bile alamamıştım ağzımın acılığından, bir yudum alıp bırakmıştım da
zaten. “Önce şu şerbetinden iç bakayım, ama boğazına kaçırma” dedi dedem ve
tası kendisi tutuverdi ağzıma. Kocaman bir yudum alınca çekti ve koydu gene. Yutkundum
birkaç defa: “Dede sabah anama söylediklerim yalandı, kavga falan etmedi
yengemle dayım; güzel güzel bindiler kamyona hatta dayım da yardım etti kasaya
çıkması için” dedim bir çırpıda. Bir an önce olsun artık ne olacaksa, dayaksa
dayak, kulaksa kulak, dayanamıyordum ama inadına o da yavaştan alıyordu her
şeyi ve bana eziyet etmek istiyordu sanki. Önce doğruldu ve omuzunu yasladı
ocağın köşesine ve başını benden tarafa çevirip bana bakmaya devam etti bir
süre hiçbir şey demeden. Ben ise onun gözlerindeki alevleri hala görebiliyordum.
Boynumu koparsa
bile anam bir şey diyemez ve elinden de alamazdı beni, kesin de boynumu
koparacak gibi duruyordu karşımda. Oturuşunu
değiştirdi bir anda ve bağdaş kurdu, kollarını açarak bana doğru uzattı: “Gel
bakayım buraya çocuk” dedi bana sevecen bir ses tonuyla ve lülesini de yana
koymuştu ocağın içine. Şaşırdım, hiçbir şey anlayamadım durumdan, kalksam mı,
kalkmasam mı bilemeden bakıştık bir süre ve tekrar etti kucağına gelmem için. Kalkıp
kucağına bıraktım kendimi. Artık yüzünü görmüyordum ve gözündeki alevleri de. Ocağın
içinde pısırtı ve çatır patır çıkan sesleriyle birlikte alevlenen korları
görüyordum çok çok. Ataştan öyle sesler çıktığında birisi anıyor bizi derler
bizim o taraflarda. Birden yüzümüz kızarır ateşin karşısında ve yanmaya başlar
hafiften böyle zamanlarda ve tamam işte dedi kodumuzu, kovumuzu-aleyhte konuşmak- yapıyorlar diye
inanılır ateş de bize haber veriyor her şeyi. Çevremizdeki komşuları sayar
dökerler bir bir; kim ne diyor tahmin ederler, kim dost kim düşman her şeyi
anlamış olurlar böylece de. Anlaşılan en iyi dost ateş oluyor. Her şeyi bir bir
söylüyor çatır patır, pısır pısır çıkardığı sesleriyle.
Bir süre
sessizlik olunca dayanamadım. Tam da bacadan kamyonun sesini de duydum bu
arada. Kamyon köy meydanına geldi gürültüyle. Meydana 100 metre kadardı ev ve
bacadan çok rahat duyabiliyor ve seçebiliyordum koca Ford’un yokuş yukarı
böğürtüyle tırmanışını. Kaptan da ara gazı vermişti olanca gücüyle ve çıktım diyordu
yaşlı Ford kamyon. “Dede koparacaksan kopar kulağımı da sardırmaya gideyim, döveceksen
de döv; hiç ağlamayacağım.” Dedim ateşe bakarak. Herkes şok olmuştu adeta, ateş bile öylece
kaldı hiç kıpırdamıyordu alevler. Ses de kesilmişti bir an.
Gül kokulu lokum |
“Kadın kalk,
çocuğa güllü lokumla püsgevit getir” dedi dedem nineme. Başka zamanlarda
evlerine vardığımız zaman bütün işleri anam yapardı ama bu sefer her şeyi
ninemin yapmasını istiyordu dedem. Anam da oturuyordu yerinde. Ninemin getirdiği güllü lokumdan iki tane
aldı dedem benim önümden ellerini uzatarak. İki tane de bisküvi aldı eline ve
iki lokumu arasına koydu ve sıktı, bisküviler hiç kırılmamıştı. Ban uzattı
sonra da: “Ye bunu, sen yerken bir tane daha yapacağım onu da yiyeceksin, tamam
mı?” dedi başını yandan önüme eğerek ve yanağıma dudaklarının değdiğini
hissettim sıcaklığından.
Hala gevşeyememiştim.
Rahatlamaya çalışıyordum ama beceremiyordum bir türlü. Temkini de elden
bırakmıyordum aslında kendime göre, daha bir şey söylenmemişti ban ve hala
oradaydım. İkinci lokumun ezilmesini seyrettim önümde. Bisküvilerin nasıl
kırılmadan kaldığını çözmeye çalışıyordum bu arada. Büyük bir keşif olacaktı
benim için. Çünkü hiç kimse kırmadan yapamazdı o işi. Herkes kırık bisküviler
arasında döke saça yerdi çünkü kahvede ve başka evlerde.
Önce lokumları
tek tek ezip yassılaştırarak yayıyordu istediği kadar. Sonra da bisküvinin
arasına koyuyor, geniş parmaklarıyla hafifçe bastırarak bisküvilerin lokuma
yapışmasını sağlıyordu. Çözmüştüm bu işi. Artık başkaları da bana imrenecekti
bundan sonra.
İkincisini de
verdi dedem elime ve dökmemeye çalışarak ısırıyordum dikkatlice. Anama dönerek
dedem: “Bir daha bu çocuğu azarladığını ya da dövdüğünü duyarsam ya da görürsem
kırarım kemiklerini” dedi gür ve kararlı sesiyle. Anam için çok üzüldüm o anda
çatır çatır kırılan kemiklerinin sesini duydum sanki; anamın yüzüne baktım
acıyarak. “Korkma yavrum korkma, deden seni sevdiği için öyle söyledi” dedi
beni teselli etmek için. “Sen öyle san” dedi dedem kararlı bir şekilde ve
cebinden de demir para çıkarıp bir tane koydu avucumun içine. Sıcacıktı demir
para. Hemen cebime koydum bakmadan. İlk defa param oluyordu ve cebimdeydi. Dünya
karşıma dikilse almak için var gücümle ölesiye savaşırdım korumak için.
“Buba biz
gidelim, geç oldu. Adam da gelmiştir dağdan, aç gelir o.” Dedi ve izin istemiş
oldu yarattığı bahaneyle. Bahane de değildi aslında ama bana öyleymiş gibi
geldi çünkü: Beni kurtaran bir cümleydi. Anam kalktı ayağa ve ben de fırladım
dedemin kucağından, anamın önüne geçtim ve belindeki kuşağı yakalayarak
hızlanmasını sağladım çekerek. Kapıdan dışarıya adımımı atınca da lastik
ayakkabılarımı ayağıma yarım yamalak geçirince elimi anamın kuşağından çekip
füze gibi fırladım eve doğru. Anam gerilerde kaldı bir süre. Ben eve geldiğimde
babam da tam yeni gelmiş evin önünde eşeğin yükünü indiriyordu. Ay dede
aydınlatmıştı ortalığı. Beni görünce babam: “Nereden geliyorsun sen bu vakitte?”
dedi kızarak. Çünkü her zaman tembihlerdi: “Karanlık olmadan evde olacaksınız”
diye. Sıkıysa tutma sözünü. “Anamla dedemin yanındaydık da ben koşturdum anam
arkada kaldı.” Dedim rahatça. O zaman kızmayacaktı bana. O arada anam da
göründü zaten. Daha da hızlandı anam babamı görünce ve yardım etti ona,
indirilen yükleri kenara taşımak için. Ben de ekmek torbasını alıp merdivenlere
doğruldum. Kulağı, kelleyi kurtarmıştım; ne kadar sevinsem azdı, üstelik tokat
yerine güllü lokum ve bisküvi yemiştim ya paraya ne demeli. Bir daha mı yalan
söylemeli acaba?
Tabi ki anam
babama her şeyi anlatmıştır tek tek. Kimse de bana bir şey söylemedi ama
onların hareketlerinden seziyordum beni takdir ettiklerini. Daha da sevecen
davranıyordu çevremdeki herkes ve kardeşim bile kıskanmaya başlamıştı beni. Ban
büyükmüşüm gibi davranıyorlardı artık, ya da ben öyle hissediyordum.
Çok uzadı
değil mi sevgili misafirim? Ama şu işi
bağlayayım artık. Evet bu basit yalan
benim ilk ve son yalanım oldu hayatımda ve elimden geldiğince ne beyaz ne de
siyah yalan söylememeye çalıştım. Zorlandığım
zamanlar oldu elbette ama beceremedim her zaman hatırladım yukarıda yaşadığım
günü. Aslına bakarsanız yalan söylemeyince insan rahat oluyor her zaman. Hiç düşünmüyor
konuşurken acaba? Diye. İçinden geldiği gibi konuşup söylüyor, kafasında daha
önce söylemiş olduğu yalanının ortaya çıkabileceği kuşkusu ve tedirginliği
içinde planlar yapmıyor düşüncelerinde. Çünkü: ne kadar derine gömülürse gömülsün
ne kadar uzakta-dünyanın öbür ucunda bile olsa, ya da söylense, yapılsa kötü
bir şey- saklanması mümkün değildir ve bir gün mutlaka ortaya çıkar. Ben buna
gerçekten inanıyor ve böyle düşünüyorum. Gözlemlerim bunu gösterdi bana. İnsanın
kendi bildiğini hiçbir zaman saklayamaz, gözleri veya ağzı, vücut dili şakır
şakır döker ortaya, o bir gün geldiğinde.
Üstelik yalan
yalandır, beyazı siyahı yoktur yalanın. Sonuçta yalandır işte, kim ne derse
desin. Bence altında psikolojik bir şeyler yatıyor mutlaka. Yalan güven yıkan
en önemli unsurdur, güven de birlikteliğin ve dostluğun temel taşıdır. Güvenin olmadığı
hatta güven konusunda ilk şüphenin başlangıcı o temelin çatırdamaya başladığı
andır. Yalan söyleyenler bu konuyu dikkate almalılar bence, kazara bir yalan
bile olsa mutlaka telafisi konusunda çaba harcanmalıdır tek taraflı olarak; bir
ömür bile sürebilir bu çaba eğer hala birliktelik devam ediyorsa. Tek taraflı
çabanın kesildiği anda zaten her şey bitecektir yaşamda. Ayrılıklar kapıyı
gelip çalacaktır bir gün. Güvensiz yaşam hem azap hem de bu dünyadaki
cehennemdir.
Nereden nereye
oldu gene bu yazım da. Gelecek yazılarda görüşmek üzere yalansız, pırıl pırıl bem berrak,
güvenilir ve güvenli bir yaşam diliyorum sizlere ve herkese.
Hoşça
ve sevgiyle kalın.
07-05-2017-1941
Halil
GÖNÜL
Görsel:Pixabay.com
merabaaa ben blogunuza giriyom bol bol yazıları da okuyom amaaa bişi dicem ya biraz kısa yazsanız yaa örneğin bu yazı bence üç günde yayınlanasız olur du yaaa. ya çok uzun yazıyonuuz. bu bir eleştiri filan değil ama ya kısa yazsanız daha kolay okuycaz hihi :)
YanıtlaSilMerhaba sevgili deeptone, öncelikle çooooooooooooooook çoooooooooooooooooook teşekkür ederim samimi ve sıcacık yorumunuz için. Hızımı alamıyorum ya! Aslına bakarsanız doğrusunu söylüyorsunuz ancak çok eksikmiş gibi duruyor yazı o zaman da bana. örneğin bu yazıyı bölüp yayınlarsam, ikinci bölüm için fikrim değişiyor başka şeyler aklıma gelince; sonra da ne olduğu belirsiz bir şey çıkıveriyor ortaya.
SilEn iyisi ne yapalım bakın, gelin anlaşalım bu konuda, siz okuduğunuz kadar okuyup bölün, o zaman ben değiştiremem, aklıma geleni de yutarım üşenip değiştirmekten, hihihi:))
Samimi ve sıcacık yorumunuz hoşuma gitti, kitabınızdan da aşinayım bu tavrınıza :) Neyse, espri yapayım derken çam devirmeyeyim, daha fazla yazarak.
Saygı ve sevgilerimle hoşça, mutluca kalın.
ya bakın şöyle yapın size kolaylık. yazılarınızı bloga direk yazmayın. ben örneğin her yazımı word dosyasına yazıyorum. genelde böyle yapılıyor. blog yazılarınız aynı zamanda word dosyasında da oluyor yani. sonra yazımızı kopyalıyoruz blogumuza. diyelim bu yazı. siz yazın tamamını sonra da yarısını kopyalayın başka bir gün de diğer yarısını. size bir sır vereyim. blogçular uzun yazı okumazlar. bu tür yazılarda sonunu ve başını okurlar sadece. inanın bana. hatta bakın ideal yazı örneğin beş altı paragraf olur. veya ne bileyim ikiyüzelli kelime veya beşyüz ya da dörtyüz filan. ya bir de istediğiniz gibi de espri yapabilirsiniz. bayılırım espriye, alaya filan. raat olun. şimdi bakın, örneğin bu yazıyı elbette öncelikle kendiniz için yazdınız, ama okuyanlar da var yaaa, bizler, bize de acımanız lazım ama hihi. takılıyorum ha bana kızmayın tamam mııı. :)
SilMerhaba, kesinlikle alay etmek gibi bir şey haddime olmaz, özür dilerim öyle anlaşılmaya sebep olduğum için. Demek ki çam devirmişim farkına varmadan. Biraz dokunmuşsunuz sazın teline. Olsuuuun! Haklısınız, okuyanlar da var. Bölme konusunu gerçekten dikkate alacağım. Kesinlikle kızmıyorum. Hoşça kalın.
Silheeey yaaa siz yanlış anladınız valla, alay ettiniz demedim, yaa siz alıngan mısınız amaaa yok öyle bişi hay allah ben özür dilerim şimdi. espri alay ironi öyle lafın gelişi söyledim ya bakın ben bloglarda çok rahat samimi yorum yaparım ya çok alay ederim ama yani kızmaz bana kimse yaa. çam filan devirmediniz yaaa. yaa rahat olsanızaaaa. alay ettiniz demediim ayrıca alay etseniz hoşuma gider benim. ya dokunmadım sazın teline. ya kişisel algılamayın ama ben size takıldım sadece içtenliğine bakarak işte. ya esnek olun. öyle bişi demedim inanın bana. of özür dilerim tamam mı. ben hep öyle yorum yaparım. kimse kızmaz bana. herkes bilir tanır iyiniyetle konuştuğumu. böle konuşuyosam yakın bulmuşum demektir ki ya. of alıngan olmayın yaa alışırırsınız banaa. alıngan olmayın ben de rahat olayım. annaştık mı. alay çam devirme filan yok yanii. bakınnn bana inanmıyorsanuz, diğer blogçulara sorun tamam mıııı, bana kızmamanız gerektiğini söylerler kiii. hadi unutun tamam mııııı. özür diliyorum sizden :)
SilMerhaba tekrar sevgili deeptone, alıngan sayılmam pek ama karşımdaki insanın üzülmesine sebep olduğumu hissettiğimde çok üzülürüm. Ben de sizin samimi ve içten tavrınıza mest olduğunuz için içimden geldiği gibi yazmıştım aklım sıra espri yaparak. Sizin samimi tavrınıza inanıyorum ve ben de aynı tavırdayım. kesinlikle kırılmam da söz konusu değil. Kimseye sorma ihtiyacı da hissetmiyorum ben size inanıyorum. Özür dilemeniz de gereksiz bence, özür dilenmesi gereken bir şey göremedim ben. Anlaştık mı? Bence anlaştık!:) Hoşça ve sevgiyle kalın.
SilPardon, yukarıda "mest olduğunuz" değil "mest olduğum" olacak.
Siloleeeeey tamam artık rahat uyuyabiliriim. bi deee her zaman espri yapın işteeee ben üzülmedim sizi üzdüğüme üzülmüştümdü ama geçti unuttum bilenee :)
SilMerhaba, cıvıl cıvıl deeptone, sevindim hem de çooooooooooooooook sevindim.
SilSize bir sürprizim var o zaman. Epeyce zamandır düşünüp duruyordum madem anlaştık, bir daha anlaşmazlığa düşmeden şımarayım biraz o zaman. Sizin imzalı dört kitabınız için bir çekiliş düşünüyorum. Düşündüğüm detayları e-mail olarak yazacağım size. Rahat uyuyabilirsiniz. Mışıl mışıl, bol tatlı rüyalar dilerim size. Hoşça kalın.
😂😂😂 yalan yazisina dogrucu deep yorumu 😊
YanıtlaSilHaklısınız sevgili Derya hanım. Yorumdan bu tarafa aynı şeyleri düşündüm. Haklı bence de. Bu yazımdan sonrakilerde dikkate alacağım kısa keseceğim. Aslında tersi bir istek ve eleştiri de var ama kısa kısa ve sık olarak yayınlanması daha iyi olacak düşüncesi daha ağır basıyor bende de. Deeptone ve siz gibi değerli, tecrübeli bloggerlardan öğreneceğim şeyler var daha. bana değerli destek ve katkıları olan herkese Sizler nezdinde çok teşekkür ederim bu vesileyle. Tekrar görüşmek dileğiyle hoşça kalın.
Sil