"Yalnız" |
Düşünceleri konuşuyor yaşlı adamın.
Adam dünden kalan spagetti makarnanın tavada kalanını ısıtmak için ocağın
üstüne koydu, yorgunluğu belliydi halinden, düşünceli oluşu da. Bir süre
elindeki çatalı tuttu havada, ocağı yakacaktı ama duraksadı. Geriye döndü çatal
elinde ve yemek masasına baktı gayri ihtiyari, dalgın bakışları göz gezdirdi
masanın üzerindekilere.
Gerçi masanın üzerinde kirlilik,
ince toz ve ekmek kutusu, çaydanlıktan başka bir şey görünmüyordu. Uzun bir
süredir el değmemiş gibi görünüyordu. Ha bir de köşesi kırık bir tepsi, gül
desenli ilk aldığı ev gerçi vardı masanın uzun köşesinde. Ben buradayım diye
bağırıyordu. Hasta ihtiyar üzerine akıtmasın diye alınmıştı o tepsi. Yıllardır
aynı yerde durmuştu yılıp bıkmadan. Hiç de yerimi değiştir dememişti, şikâyet
etmemişti temizle beni diye. Ne anlayışlı bir tepsiymiş ki köşesi kahrından
çatlamıştı sadece. Tüm güzelliği üstündeydi hala.
Aklına geldi masaya bakarken, karnı
guruldadığında. Al sana bir gürültü, kaçışın mı var sanki? Diye geçirdi içinden
ve ocağın yanına gitti dönüp birkaç adım atarak. Sol eliyle tavanın altını
yaktı, çatalla makarnaları serdi tavanın dibine ince ince, hepsi ısınmalıydı.
Yalnızca domates salçası ve zeytin yağı kullanmıştı sos için. Tavanın dibinde
yeterli zeytin yağı olduğu için tavanın dibi tutup veya yanmayacaktı, emindi
bundan ama bir süre ısınıp cızırtı sesleri gelmeye başlayınca tedirgin oldu.
Elindeki çatalı tavanın içine bırakarak karşısında duran zeytin yağı şişesine
baktı. Biraz lazımsın sen bana diye düşünüp elini uzattı şişeye. Kapağını
açarak biraz gezdirdi cızırdayan tavanın içine, makarnaların üzerine.
Yumurta, tavuk yumurtası geldi
aklına. Makarna azdı, yetmeyecekti doymasına. Sabahleyin de kahvaltı yapmamıştı
doğru dürüst, krakerle ve çayla geçiştirmişti. Buzdolabının kapağını açarak tek
bir yumurta aldı eline ve koydu bankonun üzerine, dolabın kapağını kapattı.
Çatalla karıştırdı makarnaları, hepsi ısınmalıydı ki üzerine kırdığı yumurta da
rahat pişmeliydi.
Ne kadar lezzetli olabileceğini
düşünmeye çalıştı elinde olmadan. Midesi düşünüyordu aslında hepsini. Kendisi
aramazdı yiyecek içecek, elinin altında ne varsa yetinmesini öğrenmişti
yaşadığı hayatında. Yetinmek sanattı kendisi için, hayatta hiç yetinmediği bir
şey olmamıştı sevginin haricinde.
"Yumurtalı makarna" |
Şu sevgi de ne menem bir yiyecekse
ne doyan oluyor ne de doymayan, hiçbir şey belli değil sevgiden yana.
Kendisinin olmuş muydu acaba seveni veya sevdiği, daha doğrusu sevgi yemeği
olmuş muydu sofrasında ki kaşık kaşık ağzına, gönlüne doldurmuş muydu?
Bu makarnalar ve içine kırılan
yumurtalar sevgiyle göz kırpıyorlardı kendine, gülümsedi göz kırparak kendisi
de. Adeta konuşuyordu makarna ve yumurtanın her parçasıyla. Çatalla dokunduğu
her bir parçanın sesini duyuyordu. Rahatsızlık hissetmeden bakıp sık sık
yerlerini değiştiriyordu makarna ve sarı, beyaz yumurta parçalarının,
makarnaların. Tavanın dibinde yapışmalar ve pembeleşmeler gördü, tamam diye
düşünerek son bir kez daha çevirmeyi ve karıştırmayı düşündü tavanın altındaki
ateşi en aza getirerek.
Cızırtılar ve kokular geliyordu.
Çatalı bıraktı içine, ateşi söndürdü ve dönüp geriye çaydanlığa baktı. Çay da
gerekli diye düşünüp eline aldı, içindeki eski posayı döktü bir naylon poşete
ve ağzını kapatıp çöp kutusuna attı. Isıttığı suyu içine boşaltıp çayı koydu
suyun üzerine ve kapağını kapatıp üzerine de bir bez kapattı çabuk soğumasın
diye. Ninesi de öyle yapmaz mıydı?
Ohh, ne de güzel oldu bunu
düşündüğüm diye geçti içinden, inanamaz durumdaydı halini, hislerini,
düşüncelerini ama bir tuhaf rahatlık vardı üzerinde. Her şey birbiri içine
girmiş olmasına ve karmakarışık bir belirsizlik içinde olmasına rağmen. Başka
bir zaman olsa için için kaynayan bir kazan gibi kaynardı, yere göğe sığmaz
isyanlar içinde olurdu.
Makarna tavasını getirip kırık
tepsinin üzerine koydu yavaşça, sanki incinmesini istemiyor gibiydi tepsinin.
Tepsi gülümsüyordu kendisine. Arada
temizlemişti tepsiyi, pırıl pırıl görünüyordu ve üzerine konan tavayı avuçlarının
içine almış yemeğini ikram ediyordu kendisine.
Yeterince zaman geçmiş olduğunu
düşündü çayın demlenmesi için. Eğildi üzerindeki bezi aldı bir eline diğeriyle
de demliğin kapağını açıp içine göz attı. Çay yaprakları çökmüştü suyun içine.
Tamam demekti bu durum, demlenmiş artık. Bardağı önüne çekerek çay doldurdu
bardağına. Kıpkırmızıydı çay, hani denir ya tavşan kanı, aynı öyleydi. Bir
yudum aldı keyifle.
Çatalla tavanın bir kenarından
makarna ve yumurta aldı, ağzına götürürken dökülenler oldu, hiç aldırmadan
ağzına götürdü çatalda kalanları. Fena değildi ama yağı biraz fazla kaçmış
olmalı ki ıslaklığını hissedebildi. Keşke sonradan ilave ettiği yağı
koymasaydım diye düşünerek çatalını daldırdı tekrar.
İlk defa böyle bir yiyecek
hazırlamıştı, aklına o anda acıktığını midesinin haber verdiği anda düşünmüştü.
Bundan sonra belki tekrar yaparım diye düşündü. Kolay bir işti. Her zaman bir
kolayını bulmuştu hayatındaki zorluklara, bu yüzden sorunlar yıldırıp
korkutmuyordu kendisini. Bir çözüm bulurdu mutlaka çok fazla zaman geçirmeden.
Yalnızca elinde olmayan, kendisinden
başkalarının da olması gereken çözümlere çare bulamıyordu. Kendi başına
olduklarının çaresi mutlaka vardı. Bu durumunun iyi bir şey mi, yoksa kötü bir
şey mi olduğunu sorgulamıştı arada bazen ama söylenecek bir şey yoktu. Bazen
olmadığı zaman olmuyordu işte, tek söylenilebilecek buydu. Kendince çok şey
anlıyordu bu cümleden ama başkalarının ne anladığını bir türlü anlayamamıştı.
"Tavşan kanı çay" |
Çözüm kelimesi gülümsetti bir an,
gidip aynaya bakma ihtiyacı hissetti. Aynada gördüğü yüzüne gülümsedi buruk
buruk ama aynadaki yüz ona kahkahayla gülüyordu, burnunun üstündeki iki adet
gözlüğe bakarak. Çare bulmuştu yakın ve uzak görme sorununu çözmüştü. Yakın
gözlüğünü burnunun ucuna takıyor, uzak gözlüğünü de aynı anda burnunun dibine dayayarak
takmıştı. Altta yakın gözlüğü, onun üstünde uzak gözlüğü duruyorlardı, yakın
arkadaş gibi sarmaş dolaş olmuşlardı. Aralarında bir anlaşmazlık görünmüyordu.
Yakın ve uzak aynı gözlük üzerinde
olsaydı dünya kadar para verecekti ve canı yanmıştı ücreti duyunca, bir ömür
boyunca idare ederdi o parayla ayrı ayrı gözlükler alarak. Gülerek döndü masaya
tekrar. Gülümseyerek çatalını daldırdı makarnalara, çevirdi çatalı bir süre.
Makarnalar sarılmıştı çatalın çevresine. Dikkatlice ağzına götürdü yavaş yavaş sarsmadan.
Eli titriyordu ama o kadar da önemli değildi onun için.
04-10-2017
Halil
Gönül
1/2
Yıllardır minik evimde yalnız yaşadığım için severim ben yalnız olmayı.İnsan daha çok üretebiliyor :)
YanıtlaSilDaha Mutlu Yaşam,
SilÜretme konusunda haklısınız, daha verimli oluyor insan ve dikkatini dağıtan fazla bir hareket olmuyor.
İnsan her duruma ve ortama alışıyor zamanla. :)
bu yazıdaki yalnızlık hoş değil sankiiii :)
YanıtlaSildeeptone,
Silevet aslında buruk bir yalnızlık. nefessiz kalıp da bir an nefes alma fırsatı yakalama gibi bir şey. :)