"Ortadoğu-İsrail ve Arap Ülkeleri" |
Bu havayı teneffüs etmek mutsuz ediyor beni. Yetmiş, seksen yıldır adım adım, bu günleri hazırladığımızı açık seçik görmek mutsuz etti beni.
Bu zamana gelişe benim de katkım var elbette. Sesimi kendi çapımda çıkardım, bireysel olarak desteklemedim hiçbir şekilde ama mücadele de ettiğim pek söylenemez. Yani mücadele edenlere katkı veremedim, kendi özelimi bahane ettim kendi kendime.
Mutsuzluğum
daha da mutsuzluğa dönüştü son yıllarda. Evet daha da mutsuzum şimdilerde eskisine
göre. Hiçbir maddi varlık beni mutlu edemeyecek biliyorum bunu ve son kararım,
eminim bu duygumdan.
İçimde
bir ürperti var geleceğe dair. Yirmi, yirmi beş yıl öncesinden bu günleri
görmüştüm, yakın çevremde konuşup dillendirdiğim şeylerdi bunlar ancak şimdi
yaşıyorum ve görüp duyuyorum çevrede. 1970 ve 1980’li yıllarda hatta daha da
genel olarak aslına bakıldığında 1940’lı yıllardan itibaren adım adım ilerleyen
tehlikelerdir bütün bunlar.
Ne
yazık ki Osmanlı içinde horlanan Türkler için alışkanlık halini alan küçümsenme
ve çaresizlik duygusu bu toplumun genetiğine işlenmiş gibi aymazlığı ve ağır kanlılığı
akıl alır gibi bir şey değil. Okuyanıyla, yazanıyla, cahiliyle, profuyla her ne
kesim olursa olsun bu aymazlığın içindedir bana göre.
1940’lı
yıllardan beri dış güçlerin kucağına oturmuş ve oyuncağı durumuna düşmüş
yöneticiler, sırtlarının yepeçlenmesini önemli bir kabul edilirlik sayarak
-kompleksten ötürü- daima kendi durumlarını göremeyerek dışarının
yepeçlemelerine göre davranıp kendi toplumundan kopuk bir idare
sergilemişlerdir. Bu cahil ve sahip bekleyen toplumu benden, senden diye parçalayıp
bir kısmını yanına çekmiş iktidarlarını ayakta tutmanın yolunu seçmişlerdir. Tek
amaçları iktidarda kalıp nutuk atmak ve sıkıştıklarında da “dün dündür, bugün
bu gündür” ya da “sağcılar suç işledi dedirtemezsiniz” gibi saçma sapan bahanelerin
arkasına sığınarak ikna yeteneklerini kullandığını düşünene ve kendini çobanı
yerine koyduğu sürüsünü otlak yerine kıra, bayıra süren çobanlar olmuşlardır. Otlattıklarını
söylediği sürülerini de her gün aç getirip kapatmışlardır ağıllarına.
Sürü, zaman içinde kırılsa da açlıktan ve soğuktan, arkasından gelenler sürüyü devam
ettirmişlerdir sürekli. Hiçbir zaman da çobanlıktan ileri geçememişlerdir. Hala
da çobanlık yaptıklarını düşünmektedirler.
Neden mi bu kadar mutsuzum, biliyor musunuz?
Komplo
teorisi diyeceksiniz, aklınız havsalanız almayacak dediklerimi belki de ama ben
ve benim yaşımda olan insanların birçoğu benzerlerini yaşadı ve daha önceden
defalarca seyretti aynı filmleri.
Bu
toplum parçalandı sürekli, sağcı, solcu, alevi Sünni, Kürt Türk, fakir, zengin…
aynı taktikler devamlı uygulandı hiçbir değişiklik yapılmadan ve her zaman da
tuttu. Yine tutuyor gelecekte de tutacak, böyle cahil kalır ve komplekslerimiz
içinde yüzmeye devam edersek. Söylenen sözlere, yazılanlara bakıp okumadan, ne
dediklerini anlamaya çalışmadan yalnızca yargılayıp geçersek yani “satır
aralarını” okumaya devam edersek olan bu toplumun fakir ve muhtaç kesimlerine
olacaktır, filler tepişecek; altta ezilen aciz, zavallı ve güçsüzler olacak. Halbuki
altta ezilenler fark edebilse filleri kendilerinin besleyip baktığını işte o
zaman çok şeyler değişecektir bu memlekette.
Şimdi
daha da mutsuzluğumun nedenine geleyim: evet yanlış duymadınız ve yanlış da
okumadınız, hiçbir maddi varlığa ihtiyacım yo ve ihtiyaç da hissetmiyorum ama
daha da mutsuzum. İşte sebebi ve sebepleri:
Bu
memleket liberal sağın beslemesiyle radikal İslami sağın eline geçmiştir
yönetim. Kendi istekleri doğrultusunda hiç kimseye aldırmadan etrafındaki ne
olduğu ve ne yaptığını bilmez şakşakçılar tarafından sürekli pompalanarak bu
toplum eskisinden daha fazla parçalanarak neredeyse insanların kendinden bile
şüphe etmeye başladığı bir güvensizlik duvarının içine hapsettirilmiştir.
Yapılanlar
ve söylenenler hiç de tutarlı değildir tamamen açığa çıkan tutarsız davranış ve
ifadeler tekrar başka bir tutarsızlıkla kapanmaya çalışılmakta ve üstüne üstlük
cahilane tehditler de üstüne koyulmaktadır. Sorumsuzca bir yönetim anlayışı
sergilenmektedir. Alevileri evlerinin işaretlenmesi sosyal medyada boy boy
afişe edilmesi bile bu şakşakçı insanların oldukça hoşlarına gidiyor olmalı ki hiçbir
ses çıkarmadığı gibi onları destekleyen açıklamalarıyla boy göstermektedir. Bir
iç işleri bakanının kendine yakıştırdığı tehditkâr ifadeler bile benim tiksinti
duymama ve tüylerimi diken diken etmeye yetiyor. Bu insanlar böyle
yöneticilerle yönetilmemeli.
Ne
demiş eskiler: “her toplum kendine layık olan yöneticilerini seçer.” Evet aynen
durum bu görünürde. Demek ki biz buna layığız. Böyle mi düşünmemiz lazım? Haklıyız,
haklıyım mı dememiz lazım böbürlenerek dediklerimiz çıktı diye?
2019
seçimlerinden sonra eğer böyle gider ve değişim olmazsa ülkeyi kaos bekliyor ve
bağıra bağıra, gözlerimizin içine baka baka geliyorum diyor felaketler; iç
savaşa doğru sürükleniyoruz hem de uçurumun son kıyısındayız. Hemen geriye
çekmezsek attığımız adımımızı uçurumun ucundaki parça kopacak bastığımız anda ve
koçun atlamasıyla arkasından atlayan sürü gibi çobanımızla beraber uçurumun
dibine yuvarlanacağız.
Uçurumdan aşağıya yuvarlanıldığında sürünün kaçı sağ kalma ihtimali vardır sizce, uçan koç kurtulur mu peki?
Memleketin
eğitim sistemi ne hale geldi bakın. Diyanetin faksla karı boşanma fetvasını
duyan kadınlar ne diyorsunuz? Diyanetin açıklamasına kızanlara bir cevap da var
sosyal medyada. Erkeklerin neden rahatsız olduklarını anlamaya çalışıyorlar
diyorlar ki: “hadi kadınları anladık da erkeklere ne oluyor yahu? Bir faks boşa
al başka birini istediğin kadar değiştir…” ne güzel değil mi erkekler için, gün
düşüyor(!)...
Daha
fazla yazmak istemiyorum bu ve buna benzer rezillikleri, rahatsız oluyorum çünkü.
Akıl sağlığı yerinde olan ve çağdaş bir zihniyeti olan insanların söyleyip hazmedeceği
şeyler değil bunlar. Sapık düşünceli ve dar zihniyetli örümcek ağlı kafaların
ürünleri.
Cahil
toplumlar namus ve din kavramları üzerinden tamamen kafeslenerek kıprayamaz
duruma getirilip hasta ruhlarını tatmin etmekten başka bir iş değildir yaşananlar
ve söylenip, yapılanlar. Bu nedenle daha dün kadar kısa süre önce türban
denilen bez parçasını namus ve özgürlük mertebesine çıkarıp kutsallaştırılarak
zavallı cahil ve yoksul kesim, yardakçı ve şakşakçılar aracılığıyla tongaya
düşürülüp bu günlere gelmenin roketini ateşlemişlerdir.
Tekrar
ediyorum iyi anlaşılması için -satır aralarını okuyanlara bir diyeceğim yok-
türbanın meşrulaştırılması bir kıvılcımdı yangını tutuşturmak için ve zayıf
noktamızdı toplum olarak namus ve din. En cahil olduğumuz konulardan birisi de
dindir bizim. Arapların durumu ortadayken her tarafı Araplarla çevrili bir
alanda kıç içi kadar bir toprak üzerinde kurulmuş bir İsrail orada nasıl nefes
alabildiğini düşünemiyorum bile. Siz gelin Arapları düşünün bu arada. Bu durum
ortadayken biz Osmanlılaşmaya yani Araplaşmaya çalışıyoruz bu çağda ve hala
uçkur ve bez parçasının etrafında dönüyoruz. Atı alan çoktan Üsküdar’ı geçti; Üsküdar’ı
geçmekle kalmadı uzaya gitti bayanlar baylar!
İsteyen
örtünsün isteyen çıplak gezsin kime ne? Ama birilerini ilgilendiriyor ki;
Atatürk ve Cumhuriyeti karalamaya çalışarak Osmanlıyı geri getirebilecek hatta Osmanlıyı
tekrar yaşatacaklarını düşünerek imparatorluk, halifelik sanrısıyla adım
atmaktadırlar.
Osmanlı
param parça parçalanalı ve her bir parça kendi yolunu çizeli yüzyıl olmuştur. Üstelik
Osmanlıyı hiç de sevmedikleri için ayrılmışlar ve isyan etmişlerdir. Osmanlıyı sevmedikleri
için onu parçalayan ve kendilerine ayrı yollar çizen bu topluluklar elinden
gelse bir kaşık suda boğacakken onların kucağına oturmaya çalışmak ne derece
mantıklı ve sağlıklı bir düşüncedir?
Arapları
durumu İsrail’den dolayı ortada ve kendilerine faydası olmayan bu toplumlar
tamamen asalak ve gelişmiş ülkelerin oyuncağı, maşası durumundadırlar, kendi
sonlarını kendileri getirmekteler zaten oturdukları yerden. “Bir kişinin kendi
kendine yaptığını kimse kimseye yapamaz” denilen söz tam yerinde bir sözdür Arap
toplumları için.
Bilmem
anlatabildim mi; neden daha fazla mutsuz olduğumu? Siyasi bir düşünce değil bu
yazılanlar; elli yılın gözlemi sadece!
Sağlıklı
ve huzurlu yıllar dilerim herkese. Hoşça kalın.
11.12.2017
Halil Gönül
Görsel: Google Görseller
kudüs olayı bile herhalde bu son elli yılın götürdüklerinden olmalı.. ülkemizdeki siyasi karmaşanın son elli yılının toplum da bıraktıkları izleri dile getirmeye çalışarak duygu ve düşüncelerinizi paylaşmaya çalışmışsınız..elinize sağlık..
YanıtlaSilErtuğrul Yıldırım, evet maalesef.Söylenecek o kadar çok yaşanılan şey var ki; neleri kaybettik? şöyle geriye dönülüp bakıldığında on üç milyonluk türkiye bile bu günün yanında çok sevimli kalıyor.
Sil