“İki kaşığı yan yana olmayacak kocanın, iki kaşığından birini mutlaka kıracaksın!”
Köyü Aydınlatmaya Gelen Fener
“Muhtar, dedim ya baştan;
açık konuşacağım diye.
Bu çocuk bizim çocuğumuz, devletin evladı, kalksın gelsin bu Allah’ın bile ücra bir köşede unuttuğu köye fener olacağım, aydınlık getireceğim diye gelsin ve siz onu öldüresiye dövün, sahip çıkmayın; buraya bunun hesabını almaya geldim.
Bu hesap görülecek. Kim bunlar? Bulunacak ve gerekli cezaları verilecek bu devletin öğretmeni uyanmadan da bu iş bitecek muhtar. İyi anlamadıysan söyle, bir daha anlatayım sana!..”
Bu çocuk bizim çocuğumuz, devletin evladı, kalksın gelsin bu Allah’ın bile ücra bir köşede unuttuğu köye fener olacağım, aydınlık getireceğim diye gelsin ve siz onu öldüresiye dövün, sahip çıkmayın; buraya bunun hesabını almaya geldim.
Bu hesap görülecek. Kim bunlar? Bulunacak ve gerekli cezaları verilecek bu devletin öğretmeni uyanmadan da bu iş bitecek muhtar. İyi anlamadıysan söyle, bir daha anlatayım sana!..”
Komutan gayet kararlı ve
aynı zamanda bir o kadar da gergindi. Her an patlayacak, pimi çekilmiş bir
el bombası gibi duruyordu muhtarın karşısında, dimdik oturduğu sandalyesinde.
Muhtar boncuk boncuk ter
akıtmaya devam ederken yutkunmaları da hızlanmıştı bu arada. “Anladım
komutanım, anladım. Şimdi daha iyi
anladım. Şu yukarıda yatan, doktorun tedavi etmeye başladığı çocuktan
bahsediyorsunuz siz.”
Defterin üzerinde duran elinin birini yana atıp, sandalyesinde az yan dönüp bacak bacak üstüne attı komutan.
Yana attığı elini de dizinin üstüne “şap” diye vurarak: “anlamışsın muhtar,
doğru anlamışsın. Şimdi söyle bakalım. Bu devletin öğretmenini kim ya da kimler
bu hale getirdi biiiiir. İkincisine
geleyim arkasından fazla zaman geçirmeden. Sen bu köyün idarecisi ve muhtarı
olarak bu devletin öğretmenini, devletin evladını neden korumadın, koruyamadın?
Cevaplar istiyorum senden.”
Muhtar aha da zırt dedik
şimdi diye aklından geçirince yüreği daraldı, yerinden fırlayacak gibi
gümbürdüyordu kalbi, söz geçiremiyordu, oracıkta ölse bile hiç canı
acımayacaktı. Bir idareci ve muhtar olarak işini doğru dürüst yapamayan biriydi
artık. Siciline işlenecekti bu kötü durum köyün de yüz karası olmaya az bir
zaman kaldığının farkındaydı. Bir an başı döndü, kendini toparlamaya çalıştı
ama olmuyordu, olmuyordu…
“Komutanım, biraz önce
yukarıda doktorla da aynı konuyu konuşuyorduk hemen hemen. Bu çocuk…” dizinin
üstünde duran elini havaya kaldırıp avuç içini de muhtara çevirerek sert bir
tonla “muhtar, muhtaaar; lafını iyi bil ve ona göre çıkar ağzından. Çocuk
diyorsun, o çocuk değil, koskoca devletin kıymetli bir öğretmeni, aydınlatan
fener, fener, anladın mı? Şimdi lafını
düzelt öyle konuş…”
Komutanın gürleyen gök
gürültüsü gibi çıkan sesi kendisine getirdi muhtarı. “komutanım, devletin
sevgili ve bir o kadar da kıymetli öğretmeni bizim köye geçen geceye yakın bir
zamanda geldi ve bana ilk geldiği akşam oldukça geç bir zamandı. Kısa bir süre
konuştuk ‘ben yeni atanan öğretmenim’ dedi ve çok sevindim ben de. Hemen
yorgundur, bu kadar yol gelmiş yayan yapıldak diye düşünüp yatacağı köy odasını
gösterdim kendilerine ve aç olup olmadığını sorduğumda ‘değilim, biraz uyumak
istiyorum, ayakta duracak halim yok muhtarım’ dedi bana ve ben ayrıldım yarın
sabah görüşürüz diye.”
Görsel: Google Görseller
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.