SAYFALAR

Salı, Mayıs 22, 2018

Havada Uçuşan Kelebekler

kelebek

Havada Uçuşan Kelebekler

                Ne zaman, “canım, hayatım, aşkım, bir tanem…” gibi kelimeler duysan istemeden de olsa bir refleksle dönüp bakarım suratlara, söyleyen ve söyletene özellikle.
            Ne kadar da yapmacık olur bazen, kuru kuruya söylenebiliyormuş demek ki diye geçiririm içimden. Kendimi cesaretlendirmeye yarar böyle bir durum istemesem de. Baksana herkes söylüyor da sen neden söyleyemiyorsun olur olmadık durum ve yerlerde. Sevinir hiç olmazsa, nereden bilecek kuruluğunu, yaşlığını kelimenin. Yaratırsın suni bir atmosfer fırlatıverirsin iki dudağının arasından olur biter. Hepsi bu işte.
            Olmuyor ya, olmuyor. Kendimden utanmaya başlıyorum bir an sonra ya farkına varırsa diye düşününce saygısızlık yaptığımı, kendisini kandırdığımı düşünürüm vazgeçerim düşündüklerimden.
            İçimden geldiği zaman söylemek en doğru olandır bence. Olur olmaz durumlarda söylendiğinde de sihir bozulur. Ses tonu da önemli değil mi sanki. Seslerdeki titreşim, vurgu kelimenin içindeki harflerin dans ederek çıkması dudaklar arasından adeta tiyatro perdesinin arkasından duygusal bir fon müziği eşliğinde çıkan melek kadar büyüleyici, güzel bir kadının çıkması gibi.
            Galiba kadınlar daha iyi beceriyor bu olur olmadık zamanda söyleme işini, adamın adını bile unutmuş gibi sanki. Belki haklılarda olur olmadık zamanlarda söylendiği için dil alışkanlığı da oluyor belki, adamın adının yerine söylenen kuru kelimelerden öte geçmiyorlar. Bunu karşılarındaki adamın fark etmediğini düşünmeleri de bir o kadar ilginç aslında. Daha da ilginci bu durumu bile bile kabullenen ve böbürlenen adamların durumu.
            Ne gördüm biliyor musunuz birisinde. Genç bir çift oturuyor karşı masalardan birinde. Kalabalık bir çay bahçesi. Alabildiğine doğal bir yaşam parkı sanki orası. Hava almak istediğimde sık sık gider oturur ve çayımı kahvemi yudumlarım, aklıma düşen şeylerin kısa notlarını alırım bir peçeteye unutmayayım diye, ne de olsa ihtiyarlık var serde uzun boylu aklımda tutamıyorum aklımdan geçenleri artık. Bazen o kadar hızlı gelip geçiveriyorlar ki, o an bile yakalayıp elinden oturtamıyorum not defterine. Uçup gidiveriyorlar kataraktlı gözlerimin önünden.
            Otuzlu yaşlarda alımlı denilebilecek bir bayan –güzellik kavramı kişiden kişiye değişir derler-  karşısında da oldukça varlıklı görünen, kılığı kıyafeti düzgün, saçları biryantinli şişko erkek gergedan gibi bir adam. Gözlerindeki gözlükten gözleri koskocaman görünüyor on metreden bile. Kalın gözlük camları var. Büyük ihtimalle babasının bir işe yaramaz tosunu. Evlat işte sonuçta, ne atılır ne de satılır. Şahindir her zaman ataların gözünde evlat. En iyisidir evlat başkalarınınkilerin yanında.
            Kadın da ev hanımı olmalı, son zamanları moda mecmuaları veya seyahat dergileriyle haşırneşirliği daha da fazla anlaşılan. Ağzını bir karış açıp, yaya yaya ve gözleriyle de etrafı taraya taraya öyle konuşuyor ki Fransa’ya, özellikle Paris’e gitmiş olmalarını. “Haftaya nereye gidelim canımın içi? –kavun içi aklıma geliverdi duyunca- dediğini duyduğumda –kulaklarımı tırmaladı sesi- bir tuhaf rahatsızlık hissettim kendimde.
            Ne kadardır oturuyorlar farkında değildim ama o sözlerden sonra dikkatimi çekti ve yazıyormuşum gibi yaparak kulak kabarttım. “ahhh, ah benim canım sevgilim, sana ne kadar teşekkür etsem azdır aldığın elbiselerin yanında. Hele o güllü, kırmızılı yok mu, bayıldım tatlım, bayıldım. Sen benim canımın ta içisin, biliyor muydun hayatım?...”
            Kimseyi küçümsemek gibi bir derdim yok aslına bakılırsa ama galiba biraz fazlaydı bana göre, duyduklarım ve davranış tarzları. Bu arada parmaklarına göz attım, evli mi yoksa sevgili mi olduklarını anlamak için. Evli gibi görünüyorlardı ama yeni evli demek daha doğru olur herhalde. Kendini prenses sanan bir genç kadın ve karşısında oturan hayali bir prens. Beyaz atlarının olup olmadığını bilmiyorum elbette.  Hiç konuşabilecek başka bir şeyleri yok, tek konuşabilecekleri alınan kılık kıyafet ve gidilen yerler, hem de yurt dışı. İlginç geldi bana. Belki de dünyanın en şanslılarıydı. Hiçbir kelimeye karşı kendilerini sorumlu hissetmeden istedikleri gibi savurdukları kelimeler. Havada uçuşan kelebekler gibiler sanki.
06.05.18
Halil Gönül
Görsel: Google Görseller

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.