direk |
Yanı başıma
geldi. Dirsek teması durdu sağ yanımda, eliyle işaret ederek binanın
karşısındaki yolun bitişindeki sokak lambası direğini gösterdi. “şu direğin
olduğu yer buradan kaç metre vardır sence?” dedi. Yüzüne baktım önce, dalga
geçip geçmediğini anlamak için.
“ciddiyim
ben, kim en yakın bilirse akşam rakılar diğerinden.” Dedi, gülümseyerek. Şöyle
bir yola baktım, direğe baktım. Serde mühendislik de var ya, gözü keskin olur
müyendisin. “tamam” dedim ve ilk rakamı söyledim. İkimizin de üç rakam söyleme
hakkı vardı kural olarak. Üç rakamımı da
söyledim, yazdı not defterine ciddi ciddi. Kendisi tek rakam söyledi, hem de santimi,
milimine kadar. Dalga geçiyor benimle diye düşünüp güldüm geçtim. Gitti
içeriden, fen işlerinden, şerit metre alıp geldi kocaman göbeğini sallaya
sallaya.
O gelinceye kadar ben de kendime bir
taktik geliştirmeye çalışıyordum fen memuru ve belediye başkanına dair.
Belediye başkanını asıl ayarlayan fen memuruydu çünkü. Rüşvetler onun elinden
geçerdi. Belediye başkanı olsa da kuyruğu onun elindeydi.
Zabıta şerit
metrenin sapını bana verdi ki, mesafenin ölçüsünü göreyim diye, bana da
güvendiğini ima ediyordu aslında kendine göre. Ben sabit kaldım olduğum yerde,
o direğe doğru gitti şerit metrenin ucu elinde. Direğe dokundurdu ucunu. “oku”
dedi bana da. Okudum, okudum ama adamın söylediğiyle bir santim fark vardı,
benim söylediklerimin en yakınına yirmi, otuz santim fark atıyordu.
İddiayı
kaybettiğimi anlamıştım o anda. Hakedişi alamayınca rakı parası da çıkmayacaktı
hazırda. Borca girecektik anlaşılan. En kötüsü her zamanki yaptığım gibi tefeli
alırdım kendisinden, sıkıntı fazla değildi bunun için.
Birkaç saat
geçti ama hala bir haber yoktu benim adamlardan. Aklıma bir nargile kahvesi
geldi. Orada oturmuştuk daha önce. Telefonu da vardı rehberimde, kahvecinin.
Aradım kahveciyi, sordum orada mı? Diye ama “çaktırma” diye de tembihledim
kendisine. “tamam abi” dedi. Oradaymış ve oturuyormuş nargilesi önünde. Yeni
başlamış nargilesine. Bu iş tamamdı bana göre, orada yakalardım ve en geç öğleden
sonra mesai bitimine kadar hallederdim meseleyi.
3/4
Havanı Seveyim Müyendis(!)
İçime biraz
su serpildi. Hemen atlayıp gittim oraya. Beni göresiye rengi biraz değişti ama
bozuntuya vermedi, hemen toparlandı. Topu başkana attı, kendi üzerine düşeni yapacaktı.
Yarım saat içinde geriye geldik belediyeye.
Belediyenin
önünde inince ona sordum karşıdaki direğin mesafesini. O da doğru bildi santimi
santimine. “helal olsun” deyince “daha dün ölçtüm de” dedi. “sen nereden
biliyorsun peki?” diye sordu. o şaşırdı
bu sefer “nereden biliyorsun, dün burada değildin ki?” dedi. “oğlum, buna müyendis gözü derler, ne sandın
ya?” diyerek de havamı bastım. Girdik içeriye.
Hakediş
tetkiklerimiz bitti ve kendisi imzaladı imzalamasına ama ortalıkta başkan yok.
Onun imzası olmadan çek işe yaramıyor. Sağı solu aradı, arattı diğer memurlara,
sekreterine falan ama adam yer yarıldı içine düştü sanki. Yok, yok oğlu yok.
Bu arada
zabıta girdi içeriye, duymuş aradığımızı. “Ben biliyorum” deyince “nerede?”
diye sordu merak edermişçesine. “evinin
balkonunda uzanıyor” deyince biraz bozuldu sanki bulduğuna. O zamanlarda cep
telefonu yok, sabit telefonlar var.
Aradık
tekrar evi, yok dedirtti. Bir tanıdığa ziyarete gidermişçesine o tarafa gittim
ve evinin inşaatını yapmıştım, hem bakarım hem de hal hatır sorarım ayaküstü
diye düşündüm. Durumu çaktırmayacaktım. Evleri de yakındı birbirine.
Dolayısıyla başkanı görünce de arabaya bindirip getirecektim imzaya ama zaman
çok kısıtlıydı. Çeki alıp bankaya yetişme imkânı çok zordu.
Bankaya
telefon ettim bir tanıdığa “abi sen gel, biz hesapları toparlayıp kasaları
kapatıncaya kadar gelirsen hallederiz, rica ederiz müdüre de” deyince canlandım
tekrar küllerimden.
Gittim,
başkanı getirdim, bu sefer de muhasebeci yok olmuş. Çeki kesecek olan o.
“nerede*” diye sordum, “kayın validesi aniden fenalaşmış arabasına atıp üniversite
hastanesine gitti” dedi aynı odada olan diğer eleman. İçimden geçen küfürlerin
haddi hesabı yoktu, kime, nereye denk gelirse sallıyordum içimden ama kimseye
de dokunmuyordu.
Benim iş
kaldı pazartesiye. Tek teselli kaynağım pazartesi öğleye parayı çekmem ve
herkese telefon edip büroda elden para ödemekti artık. Herkese bildirdim
durumu. Ne yapsın millet, razı oldular, sağlamdı bende para nasılsa ama bu
sefer biraz geç olmuştu. Olsun, bazıları beni teselli etmeye bile kalktılar.
Korktuğum
başıma geldi, zabıtadan tefeli para aldım iddia borcumu ödemek için.
Bu gerçek değil mi Halil Bey? Ne sinir bozucu bir durum. Desenize tüm kurumlar bu tip insanların elinde. Yaptıkları hep benzer şeyler zaten. Yani zorluk çıkartmak :(
YanıtlaSilEvet Ece Hanım, gerçek. Bütün amaç biraz daha fazla kıymet bildirerek söğüşlemek. :) Duymamışsanız eğer söyleyeyim size: "Rüşvet alan adam anlaşabilmenin kolay olduğu adamdır, tersi geçimsizdir bu camiada."
Sil