"Püsgevit keyfi" |
Akşamdan Bıraktığım Bulgur Aşı
Ortaokul
birinci sınıfa yeni başladığım yılın ilk haftaları biraz içim buruk geçti;
aileden uzakta olmak ve her işimi kendim yapmak zorunluluğu az da olsa
sorumluluk meselesini ağırlaştırıyordu. Köyde olsam, eğer biraz canım istemezse
bir bahane bulup anama yıkabilirdim ama burada öyle değil, yıkacak kimse
yok. Yaparsam da kendime yapmazsam da
kendime.
Özellikle
yemek işi biraz farklıydı, kendim yapıyordum artık kendi yemeğimi. Tek bir
odada, tek başımaydım. İhtiyaçlarımız
olduğunu düşünebildiklerimizi aldık anamla birlikte ve eve getirmiştim.
Aldıklarımız
arasında gaz ocağı, gaz lambası, küçük bir tencere, birkaç alüminyum tabak,
birkaç tahta ve metal kaşık falandı. Yiyecek ihtiyaçlarını köyden getiriyorduk
zaten, ancak zeytinyağı.
İlk yaptığım makarna’ dan sonraki yemeğim bulgur aşı idi.
Köyden bildiğim kadarıyla yapıyordum ben de. Bazen dağda kaldığımızda babamla
birlikte yapardık, oradan aklımda kalmış.
Küçücük tencerede pişmiş olan bulgur aşını bitirmemek için özellikle
itina gösteriyordum. Akşam yemeğimi yiyordum ancak sabah kahvaltısı için de
biraz kalmalıydı.
Kahvaltı
bizim için normal yemeklerde ne yenirse aynıydı yine, Özellikle kahvaltı diye bir şey
bilmezdik. Akşamdan bıraktığım bulgur
aşı sabaha kadar olan suyunu çekince katılaşmış tamamen. Sıcakken daha sıvı
duruyordu. Bildiğimiz lapa olmuş. Önce canım çekmedi gibi oldu ama başka çare
de yoktu, ya aç gidecektim okula ya da lapa halindeki bulgur aşını yiyecektim.
Benimkisi
hayal kırıklığıydı aslına bakılırsa, akşamdan yediğim, sıcak ve sıvı durumda
olan bulgur aşı, hafif kırmızı olan rengi de kaybolmuş ve beyaz bir hal alınca
tamamen görüntüsü değişmiş. Olsun, elimden kurtulamadı sonunda, bitirip,
kitaplarımı alıp okula gittim nihayet.
1/6
Kendi modamı yarattım
Aradan
epeyce zaman geçti, ilk yarıyıla yaklaştık. Bu yıl okul başlangıcında aldığımız
takım elbise modaya uygundu, öyle demişti satan adam “bu sene bu takımlar moda”
demişti.
Geniş
yakalı, iki düğmeliydi. Biraz da bol geliyordu bana, hoşuma gitmemeye başladı.
Benim hoşuma giden üç düğmeli elbiseydi ama pahalı olduğundan alamamıştık onu.
Kafaya koydum ben üç düğmeli yapmaya, modadan vazgeçmiştim.
Okuldan
geldiğim akşam işe koyuldum hemen. Nasılsa hafta sonuydu ve ben sırf bunun için
köye gitmeyi ertelemiştim, arkadaşlar gittiler köye, ben yalnız kalmıştım
kasabada.
Önce bir
delik yırtmacı açtım diğer düğme delikleri arası kaç santimse, ölçüp aynı mesafeden
bir delik daha açmış oldum. Deliğin kenarlarını siyah iplikle çittim, sökülüp
dağılmasın diye. Delik tamamdı da, iş düğmedeydi artık. Düğme yoktu.
Hiç aklıma
gelmemişti bu durum. Neyse, çaresini düşündüm hemen, yarın cumartesiydi
nasılsa, çarşıya çıkar alırdım uygun bir düğme. Aradım, taradım çarşıyı. Zaten
iki dükkân varmış bu tür şey satan. Aynısından bulamadım ama oldukça diğer
düğmelere benzeyen bir düğme aldım. Seviniyordum.
Sevinçle eve
geldim koştura koştura. Hemen düğmeyi
diktim. Giydim üzerime, denedim. Fena durmuyordu hani; biraz da olsa vücudumu
sarmıştı. Tamam, bu iş, dedim. Sıra, iki düğmeliye göre olan yakanın
kırılmasındaydı üç düğmeliye göre olmalıydı yakası da.
Yakayı kıvırdım
ve yer yatağımın altına koydum, altına ve üstüne tahtalar koydum tabii ki.
Aklımı seveyim, akıllıydım ya, dert yoktu bizde, dert mi var, anında da çare
vardı. Hızır servistik anlayacağınız. Yeter ki sağlık derdi olmasın, başka dert
fazla ciddiye alınmazdı.
Bir iki
saate bir kaldırıp bakıyordum üç düğmeli ceketime ama bir türlü olmuyordu
yakası. Hep dik duruyordu ve düğmeleyince de bozuk görünüyordu. Yıkamayı akıl
ettim. Ceketi yıkarsam, pantolonun rengi soluk görünecekti tozundan toprağından
onu da yıkadım birlikte elimle leğende.
Ütü falan
yoktu benim, almamıştık. Çok acil bir şey değildi. Yıkardım ve sobanın borusu
üstüne serdim mi geceden sabaha kururdu nasılsa, her zaman da aynı şeyi
yapardım. Önümde daha Pazar günü vardı,
acele etmedim. Yatağın altına koymaya devam ettim ertesi güne kadar ama olmayınca
mecburen Pazar günü öğle civarında yıkadım ve soba borusunun üzerine serip
sokağa başka bir mahalleye çocuklarla oynamaya gittim.
Oyun oldukça
zevkliydi, şamata boldu ayrılmak canım istemedi oldukça geç vakitlere kadar
oynadık. Eve döndüğümde oldukça yorgun ve bitkindim. Sobaya, elbiseme bakmadan,
kitaplarımı hazırladım ve yattım.
Sabah
kalktım, elimi yüzümü yıkadıktan sonra giyinmek için indirdim soba borusunun
üzerinden elbisemi. Benim elbisenin boruya gelen yanları gerermiş sıcaklığından
borunun. Sobanın içinde kalan közlerle parça odunlar tutuşmuş ve soba borusu
ısınmış iyice, neredeyse elbise tutuşacak, özellikle pantolonun bacakları
gerermişler. Yanmadığına şükredip bacağıma geçirince hafif dizimin birini
büktüğümde “cıırt” dedi bir ses duydum, bir de baktım ki benim pantolona
olmuştu olan, dizden hafifçe yırtılmış gereren yerden.
“eyvah”
dedim ama yapılacak fazla bir şey yoktu o an için. Başka pantolonum yoktu
çünkü. Her yıl bir takım alınır tüm yıl o takımla idare edilirdi. Kirlenirse
yıkanır kurutulur ve giyilirdi.
Sabah sabah
okula giderken gelin atı gibi gittim aheste aheste. Çok narin yürüyordum,
dizlerimi kıvırmamaya dikkat ediyordum. Hadi giderken idare ederdim de sıraya
oturduğumda ne yapacaktım onu düşünmeye başlamıştım yol boyunca.
Gözüme
kestirdiğim bir arkadaşın oturduğu yer vardı duvar kenarında ve arkalara doğru.
Arkadaşa rica ettim, yer değiştirdik birkaç günlüğüne ve ben onun yerine
geçtim. Ayaklarımı hiç bükmeden uzatabilecektim onun oturduğu yerde. Kimse de
fark etmeyecekti bana göre orada. Yırtık olan yer de duvara doğru olacaktı
nasılsa.
Bütün iş,
öğretmendeydi artık, tahtaya kaldırmaması için dua edecektim. Kaldırsa da bir
bahane uyduracaktım ama bahane bulamıyordum telaşımdan. Dualarım kabul edildi anlaşılan ilk derste
tahtaya kaldırmadı beni öğretmen.
Teneffüs
bitti, içeriye girerken mazeret uydurmalıydım kaçmak için ama ya arkadaşlar
söylerse sonradan öğretmene. Beni bir gören olursa hasta olmadığımı anlarlarsa…
Bin bir korku oluştu içimde. Hiç de izin nedir bilmezdim ben. Bir gün bile
devamsızlığım da yoktu. Öğretmenler de şaşıracaktı bu duruma. Sonradan kararımı
değiştirip, başa ne gelirse katlanmaya razı oldum.
Pek de kolay
geçmedi dersler öğleye kadar. Öğle yemeğinde eve geldim hemen diktim dizimdeki
yırtılan yeri. Diksem de çok iyi değildi durum. Tamamen ölmüş durumdaydı kumaşı
pantolonun. Yeni bir pantolon alabilir miydik acaba? Gelecek hafta sonu belli
olurdu durum.
2/6
Püsgevit Keyfi Yapacaktım
Köydeyken
siyah çayı bilmezdik, kasabaya inince öğrendim ne olduğunu ve içmeye başladım
arada bir. Ucuzundan altlı üstlü demlik aldık bir de. Çay süzgeci, şeker falan
derken epeyce masraflıymış bu iş. Ehli keyif işiymiş; bize göre değilmiş.
Her bardağa
doldurduğumda siyah çaydan, yabani nane kokusu ve boğazımdan akıp giderken
kendi serinliğini bırakarak gitmesi, o kadar sıcaklığının üstüne; inanılır gibi
değildi. Neyse, uymaya başladık kasaba adetlerine.
Bir gün
anama püsgevit ve lokum aldırdım
azıcık, tadımlık; “çok canım çekti” deyince kıyamadı gurbet ellerdeki oğluna.
Ne de olsa yaban ellerdeydim ve kıymetlisi olmuştum.
Ne olduysa o
canımın çekmesinden sonra oldu. Çay demlemeye karar verdim sobanın içindeki
közlerde. Çaya banıp banıp yiyecektim püsgevitleri. Yine günlerden Pazar mıydı neydi, keyif
zamanıydı anlayacağınız. Kendime göre keyif zamanlarım vardı artık benim de.
Sobanın
kapağını açtım, çaydanlıkta su kaynamış, kapağını hoplatıp duruyordu. İki çöp
parçası ayarladım sobanın etrafındaki odun parçalarının içinden ve birini sağ,
diğerini de sol elime alıp, çaydanlığın ümzüğünün altından ve sapından tutturdum
çöpler. Geriye doğru çekerek sobanın üstünden çıkarmaya çalışırken, bir şey
oldu, dikkatim dağılınca çaydanlık düştü elimden yere.
Lastik top
musun be mübarek, hopladı yerden, ben de çömelmiştim gayri ihtiyari, sen gel
sağ dizime çarp. İncecik bir çizgili pijamam var üstümde, ıslandı kızgın suyla.
Tabi, küfürlerin bini bir para, ağzımdan fırlayıp fırlayıp yayıldılar odanın
içine.
Kıvranmaya
başladım gitgide acısı artan dizimin sızısından dolayı. Pijamayı oynatamıyordum
hiç. Dizimi desen hiç oynatamadığımı fark edince, “yandım” dediğimi
hatırlıyorum. Hakikaten yanmıştım. Zor bela pijamayı sıyırabildim yukarıya
doğru, bacağımı da oturduğum yerde uzatabildim, acılar içinde.
Dizime
parmağımla dokununca derisi yapışıverdi elime, elimle gelmeye başladı
gözlerimin önünde. Hemen aklıma yoğurt
geldi ama yoğurt yok ki, salça sürerdik böyle durumlarda. Kardeşimin de parmağı
kızgın suya batınca öyle yapmıştı anam. Hemen yanımda kol mesafesinde duran
salçayı çekip aldım bacağımı oynatmadan. İki parmağımla aldım alabildiğim kadar
ve yanan dizimin üstüne sürdüm. Yangısını alır derlerdi.
Hakikaten
yangısını aldı kısa sürede. Biraz serinlik hissetmeye başladım dizimde. Bir süre kaldım öylece. Daha sonra kalkmayı denedim
ama yanık henüz daha yumuşak ve kurumamış haldeydi. Zor bela ayağa kalkabildim,
biraz dizimi bükmeyle.
Zaman
geçtikçe dizimdeki yanan yer kurumaya başladı, dersi pörsüdü, eciş bücüş oldu,
tırtıklı bir hal aldı. Azıcık koparmaya kalktığımda ciğerlerim söküldü sanki
vaz geçtim koparmaktan. Dokunmayacaktım hiçbir daha.
Okula nasıl
gidecektim, bütün mesele buydu kafamdaki. Neyse bir süre sonra çaresini buldum
onunda. Dizime bolca salça sürüp saracaktım bir bezle. Aksayarak, dizimi
bükmeden yürüyecektim. Sorana da “düştüm” diyecektim.
Çayla
birlikte yiyemedim püsgevit ve lokumları ama o sinirle çaysız hallettim,
lokumları püsgevitleri arasında ezerek de hıncımı aldım hepsinden.
3/6
Paralar Çalınmış
Kasabada
Pazar günleri Pazar kurulur çarşıda. Köyden de gelenler olurdu, okuyan
çocukların ihtiyaçlarını alırlardı ana babalar. Bazılarının ihtiyaçlarını da
akrabalarına emanet edilmiş paraları olurdu ve kendileri yapardı haftalık
alışverişlerini.
Genellikle
herkesin parası da Pazar günü gelmiş olur böylece. Benim öyle olmazdı bazen
arada bir babamın işi düşer ve getirir verirdi harçlığımı, tembihlerdi bir de
sıkı sıkı: “oğlum hepsini yanında taşıma, birazını yanına al, kalanını ev
sahibine ver zapt ediversin. İhtiyaç duydukça alırsın.” diye.
Büyükler
tembihledi mi bir şeyi tutulur bizde o sözler; bir bildiği vardır mutlaka da
onun için söylüyordur diye. Ne de olsa tecrübe tecrübedir, öyle değil mi? Ben
getirip parayı ev sahibi nineye verdim tabii.
Çarşıya
tekrar çıktım aklıma gelen bir şeyi almak için ama yanımdaki param
yetişmediğinden geriye geldim tekrar nineden para almak için. Yolda gelirken
başka bir arkadaşa rastladım, birlikte geldik eve kadar ve ninenin kaldığı yer
zemindeki odaların üstündeki yerdeydi. Kapıyı tıklattık ikimiz, “nine, nineee”
diye bağırdı birkaç kez arkadaş. Nine evde yoktu. Ayrıldık birlikte oradan.
Hayallerim suya düşmüştü.
Aradan bir
gün mü yoksa iki gün mü geçti, bir abla ve kardeşi avkalanıyordu ninenin
kapısının önünde, basamaklara çömeldi başladı ağlamaya. Neden ağladığını merak
etmeye başlamıştım ama arkasından nine bağırmaya başladı “dur hele kızım, bi
dur. Belki başka yere koymuşumdur dalgınlıkla. İhtiyarlık işte. Hemen üzülme,
belki bir şey olmamıştır, kimsenin günahını almayalım. Gel hele buraya da bir
güzel bakalım şu sandığa falan.”
Ninenin
dedikleri net geliyordu dışarıya. Anlaşılan paralar çalınmıştı ama nine her
şeye rağmen her tarafı tekrar elden geçirmeye çalışıyordu son kez. İçim cız
etti bir anda. Benim de vardı ninede paralarım. Hem de daha haftanın bitmesine
çok vardı. Nasıl geçecekti parasız pulsuz günler, ellerin gurbetinde.
Bir kez
görmüştüm nineyi para saklarken. Sobanın altında, hasırın altına koymuştu o
zaman. İçeriye girdim yardım etmek için aramaya. Evi darmadağın ettik, ne kadar
örtü varsa, yatak yorgan dâhil aralarına baktık hep birlikte. “yavrım
seninkiler de yok. Hepsi gitmiş, ciğerinden yanasıca, kim yaptıysa boğazında
kalır inşallah” diye de ilenmeye başladı nine. Nerdeyse yedi sekiz çocuğun
parası varmış kendisinde, kadıncağız o yaşında o kadar parayı nasıl öderdi,
gerçi ondan talep eden falan yok ya şimdilik.
Uzun bir gün
olmuştu arayıp tarama işleri bitti ve nihai karar verilmişti; paraları birisi
çalmış. Kim olduğu konusunda araştırmalar, soruşturmalar başladı. Tam
hatırlamıyorum ama polis veya jandarma hatta gece bekçisinin falan geldiğini
görmedim hiç. Belki de bizler okuldayken gelmişlerdir.
4/6
Sidiklik Bağlama
Nine bütün
sülalesine haber uçurdu ve oğulları dâhil herkes hırsız arıyor. Okuldan geldim, nine çağırdı beni sakince bir
ifadeyle. Sevecendi bana karşı, üzgündü de aynı zamanda. Gözlerinde acizlik ve
yalvarma vardı sanki. Gittim nineyle birlikte odasına. Odada arada bir gördüğüm
büyük oğlu oturuyordu.
Marangozdu
kendisi ve beni de severdi, el işleri ödevlerinde yanına gitmişliğim vardı
birkaç kez, yardımcı olmuştu bana. “bak oğlum, senin yapmadığını ben biliyorum,
ninen de biliyor, yapmayacağından da eminiz biz. Yalnız, komşular sizi iki
arkadaş kapıda görmüşler Pazar günü, bir bildiğin varsa söyle, mahallede güçlü
bir hoca var, o hocaya gidip sidikliklerinizi bağlatacağız. Çok sancı yapar
sidiklik bağlandığı zaman. Kasıkların şişer işeyemezsin, patlar sonra, eğer
açılmazsa…”
Beynim
kaynamaya başlamıştı o anlatırken, korkumdan değil ama bir kara leke
sürülüyordu üzerime. Hırsız takılacaktı lakabım ve bir ömür öyle gidecekti.
Nasıl bakardım insanların suratına, kimse de inanmasa da şüpheyle bakacaklardı
bana eğer duyulursa.
Kendime
geldim bir an ve yalvaran gözlerle baktım gözlerinin içine ev sahibinin ve
oğlunun. Bu arada gözlerimden de yaşlar damlamaya başlamıştı, ellerimle silmeye
çalışıyordum her ikisini de:
“Bağlatın,
ben de isterim bağlanmasını, ben yapmadım çünkü allah da biliyor. O gün o
arkadaşla pazardan gelirken yolda karşılaştım. Param yetmemişti yanımdaki. Bir
ihtiyacım çıkmıştı unuttuğum, onu almaya gittim ancak alamadan döndüm eve para
istemek için nineden. O arkadaş da para isteyecekmiş nineden. Birlikte geldik
ve kapıya vurduk birkaç defa. Sonra da
‘nine, nineee’ diye bağırdık birkaç kez, belki uyuyordur diye
düşünmüştük. Ses de gelmeyince dönüp gittik. Bütün durum bu. Doğru, yan
komşular gördü bizi. Bağlatın, bağlatın” diye ağlamaya başladım sonra da.
Nine ve oğlu
beni teselli etmeye çalıştılar bir süre ama gözyaşlarım dinmek bilmedi bir
türlü. İlk defa hayatımda hırsızlıkla suçlanıyordum, olacak iş değildi. Kırk
yıl düşünsem aklıma gelmezdi. İndim doğruca odama girip kapandım odaya.
Kimselerin yüzüne bakamazdım. Dualar ediyor, yalvarıyordum bir an önce bulunsun
tanrım diye.
Aynı
günlerde evlerde aramalar başlattılar, bazı çocuklar da dâhildi arama işlerine
hatta öncülük etmişlerdi nineye fikir vererek. Daha ilk arama benim odada
gerçekleşecekti. Güvenerek kapıyı açıverdim.
Arama
fikrine öncülük eden komşunun oğluydu ve hırsızlıktan mimliydi aynı zamanda.
Okuyordu da. Daha kapıyı açar açmaz sobanın altına daldı hemen. Sobayı biraz
kaydırdılar hasırı açınca, tam da sobanın altına denk gelen yerde bir miktar
para bulduğunu bağırarak söyledi.
Kahraman
olmuştu damgalı hırsız, herkes şahitti işte. Orada aslan gibi yatıyordu para
eciş bücüş. Ne diyebilirdim ki, her şey
görünüyordu ama içim daha da yanmaya başladı, kuşkularım arttı bunlardan ve
benimle birlikte olan arkadaştan yana. Nasılsa bir parmakları olmalıydı bu
durumda. Yoksa oraya para nasıl gelirdi? Kendimin koymadığı kesindi ama ya o an
için el çevikliğiyle konuldu damgalı hırsız tarafından ya da önceden odaya
girilmiş konulmuştu. Kapının anahtarı kolay uydurulurdu. Çoğu kapının anahtarı
açardı birbirini. Saklayacak bir şeyimiz olmadığı için önemsemezdik bu durumu.
Sevinçle
çıktı herkes ama nine kaldı benim yanımda. Sağ elini sırtıma koydu, diz üstü
çökmüş başımı iki elimin arasına alıp ağlarken. “ağlama oğlum, ağlama.
Allahlarından bulurlar inşallah. Senin yapmadığını ben biliyorum. Sen yapmadın
bu işi ama dur bakalım sabredelim biraz daha. Hadi sil gözyaşlarını da işlerine
bak, hadi yavrum…” birkaç kez vurdu sırtımı okşarcasına ama diz bağlarım
çözülmüş kalkmaya dermanım yoktu. Olduğum yere devrilerek uyumaya çalıştım.
5/6
İtiraf Edilen Hırsızlık
Sabahleyin
de erkenden kalkıp okula gittim. Günler geçmek bilmiyordu bir türlü. Taa ki on,
on beş gün geçinceye kadar. Başka mahallede oturan çocuklardan ve o mahalledeki
komşulardan nineyi tanıyan birisi gelip nineye bir şeyler söylemiş. Nine beni
teselli etmek için gelip benden söz aldıktan sonra kimseye söylemeyeceğime,
anlatıverdi kadının dediklerini.
Yaklaşık söz
konusu olan Pazar gününün akşamına gelip dayanıyor anlatılanlar. Yedi sekiz
kişi –isimlerini de vermiş kadın- büyük oğlanlar da varmış aralarında. Büyük
oğlanların birinin odasında gece yarılarına kadar gülüşmeler, eğlence sesleri,
bağrışmalar, şarkı söylemeler duyulmuş. Hatta bazı komşular rahatsız olmuş da
gece bekçisine haber vermişler. Gece bekçisi gelip kulaklarını çekmiş her
birinin ve dağıtmış. Meğer şarap
içiyorlarmış. Bekçi de görmüş bunların şarap içtiğini. Öğretmenlerinize şikâyet
edeceğim sizi diye de tehdit etmiş. Ayrıca sormuş da parayı nereden
bulduklarını. O kadar çok para bulunmaz çünkü köylü çocuklarda. Damgalı hırsız
da varmış aralarında. Benimle gelen kapıyı vuran arkadaş da oradaymış o gece.
Ninenin beni
adamdan sayıp, bana bunları anlatması çok hoşuma gitmişti ve güvenilir olma
duygusunun en açık şeklini o anda yaşamıştım. Birden rahatlık çöktü üzerime,
yalnızlık, gariplik hissetmiyordum artık. Ben de açıkça fikrimi, kimlerin bu
işi yapabileceklerini anlattım. Ninenin de benimle aynı fikirde olduğunu duymam
beni daha da rahatlattı.
Üç gün kadar
geçti, çocukları teker teker çağırıp konuşuyordu ev sahibinin oğlu. Şüphelenen kişilere
baskı uyguluyordu kendi yöntemleriyle. “bak oğlum, senin baban dürüst biri, duyarsa
senin kemiklerini kırar eğer uyduysan bunlara açıkça söyle de babana
duyurmayalım ve bu konuyu burada kapatalım” demiş benimle gelen arkadaşa.
Aslında o
arkadaşın paraya ihtiyacı olmazdı hiç, çünkü babasından istediği kadar para
koparırdı yalan dolanla. Babası da varlıklı sayılırdı. Bir o kadar da dürüst
birisiydi babası. Beni de severdi üstelik. İlkokulda çok evlerinde yemek
yemişliğimiz vardır, bazen o bize gelir öğle yemeğinde bazen de ben onunla
giderdim evlerine. Ayva verirdi okula dönerken anası. O ayvaların kokusu hala
burnumdadır. Bizim yoktu ayvamız.
Babasından korktuğu
için duyulmasın diye söz almış arkadaş, ninenin oğlundan ve anlatmış nasıl
yaptıklarını. Aslında ben o pazara günü pazardan gelmeden hemen önce yapmışlar
o işi. Damgalı hırsız ve kendisi birlikte yapmışlar. Kendisi de nineye para
verdiği için ninenin paraları nereye koyduğunu biliyormuş. Beni gözetlemişler
çarşıdan gelirken ve benimle birlikte gelmek göz boyamaymış. Suçu bana atıp,
kendisine diğerleri şahitlik edeceklermiş. Kendilerince senaryoyu ayarlamışlar
ve benim odanın kapısını da açan kendisiymiş yine, parayı da koyan damgalı
hırsızmış…
Durum tüm
çıplaklığıyla ortaya çıkmıştı ama iş paraların ödenmesine gelmişti artık.
Dünyalar benim olmuştu, para önemli değildi benim için. Ne yaptı, etti bu arkadaş bütün paraları
deremetledi ve nineye iade etmiş bir süre sonra.
Aradan
yıllar yıllaaar geçmişti, o şarap içenlerden biri beni gördü ve özür dilemişti
o zamanlar için. İçim bir tuhaf oldu o zaman da. Çocukluk duygularımla
yetişkinlik duygularım birbirine karışmıştı adeta.
6/6
14.04.18
Halil
Gönül
Eminim o zaman ne kadar çok üzüldünüz... Yine de size inandıkları için şanslıymışsınız. Bazılarının içlerinde "vicdan" bir parça kalabilmiş ki sizden özür dilemiş...
YanıtlaSilbahce perim,
Silevet dünyam yıkılmıştı adeta hırsız damgası yiyecek olmaktan. Diğerlerinin de utandıklarını hissederdim her karşılaşmamda gözlerini kaçırdıkları çok açık belli oluyordu. :) Ben de çocuklukta bırakmıştım her şeyi. :)
piskevüt saatleri vazgeçilmezimmm
YanıtlaSilyarasın. :)
Sil