"Karabaş" |
Çıkmazlar
Emindi her insanın kendine göre
çıkmazlarının olduğuna. Yaşanılan hayatlarda mutlaka çıkmaz sokaklar ve sokağın
sonuna kadar bir umutla sokağın sonundaki görünmeye başlayan duvarın her an
yıkılabileceği umuduyla adımlarını atarlar. Atarlar ama diğer taraftan da ya
yıkılmazsa diye düşünerek oraya varışlarını geciktirmek için adımlarını
yavaşlatırlar farkında olmadan. Belki de çoğu farkındadır ama yapacak bir şeyi
olmadığı için öyle davranıyordur.
Çıkmaz
sokaklar bazıları için macera arayışında saptıkları yollardan birisidir.
Basılarının ise birilerinin arkasından giderek onları takip sonucu oraya
ulaşırlar. Bazılarıysa yanlış hesap yapmış yön tayinini yanlış yaptığı için o
sokaktadırlar. Kendisinin hangi yolla çıkmaz sokaklara girdiğini
düşündüğündeyse birçok seçenek vardı önünde. Eğer genelleme yapmak gerekirse bu
duruma “iyi niyet” denilebilirdi belki de çünkü: hiç birisinde de başkalarını ezmemek
çabası vardı. En azından kendisinin değerlendirmesi buydu. Aldırmazdı da
başkalarının değerlendirmelerine, genellikle kendi değerlendirme sonuçlarını
göz önüne alır ve kararlarını verirdi. Verdiği kararların bazıları çıkmaz
sokaklara sokmuştur arada bir. “kör kuyuya düşmek” diye tanımlardı bu çıkmaz
sokakları. Kör karanlık derin kuyulardı bunlar ve kuyunun dibinde
nefeslendikten sonra kendisine kızar “nasıl düştüysen bu kör karanlık kuyuya
öyle de çıkacaksın” diye kendi kendine kızar ve bir yolunu bulurdu her
düştüğünde.
Galiba bu
sefer daha başkaydı durumlar. Eski cesaret ve gücü kendinde bulamıyordu artık.
Nedenini düşündüğündeyse bir amacının olmadığı ortaya çıkıyordu. Kim için? Ne
için? Diye sıraladığı sorulara verdiği cevaplar “hiç!” oluyordu. Bu cevap da
enerjisini yok etmeye yetip de artıyordu.
Bir çıkmaz
sokakta yapayalnız ve çaresiz olmak kadar kötü bir duygu olamaz her halde. Ne
bir gidilecek yol, ne bir gidilecek hedef yoktu. Her yer birbirinin aynısıydı
sanki. Renkler yok olmuş güneş ışığı kayıplardaydı. Ay ışığıysa yeterli
görünmüyordu. Ay veya yıldız ışıklarıyla ne yazı yazılabilir ne de bir kitap
okunabilir. Tek okuyup yazacağın kafanın içinde dönüp dolaşan anılar
curcunasıdır. Onlarda duygu durumuna göre şekilleniyorlardı.
Bazen kendisiyle
dalga geçmek ve kendisiyle dalga geçmek için traji-komik durumlar düşünür
kendisini cezalandırırdı gülümsetmekle. Dudakları hafifçe genişler ve
gözlerinde küçücük birer parıltı oluşurdu. Bu cezaya bile bile katlanır hatta
bazen hoşuna gider devam ettirirdi.
Yaz
yağmurlarının bolca yağdığı günlerden birisiydi. Çocuktu o zamanlar. Davarları
otlatırdı her zamanki gibi. Bulutları görünce kendince tedbiri elden
bırakmamış, uzağında kaldıkları mağaraya doğru yönlendirmişti oğlaklarını.
Başkaları da kendine göre başka taş kovuklarına doğru yöneliyordu.
Daha epeyce
yol varken birden bastıran yaz yağmuru alabildiğine boşanıvermişti göklerden
bardaktan boşanırcasına. Şimşekler, yıldırımlar gece karanlığına dönmüş havayı
arada bir aydınlatıveriyordu herkes yolunu bulsun kendisini emniyete alsın
diye.
İnsanlar
hayvanlarını bırakmış can havliyle koşuşturmaya başlamıştı arazinin ortasında.
Zafer de koşturmuştu var gücüyle hedeflediği mağaraya doğru. Bir ara şimşeğin
aydınlatmasından yararlanarak etrafına bakındı köpeği ve oğlakları yakınındalar
mı diye ama görünürde hiçbir şey yoktu. Tek çaresi az daha koşturmaktı ve
koşturdu mağaraya girdi. Normal zamanda bile zifiri karanlık olan mağara gözüne
daha aydınlık gelmeye başladı.
Nefes nefese
ve ıslanmış halde oturdu mağaranın ağzına yakın. Bir taraftan da bağırıyordu
sesini duysun oğlaklar ve köpeği diye. Sesini duyarlarsa yanına geleceklerini
düşündüğünden yapıyordu bunu. Epeyce devam etti aralıklarla yağmur. Şimşeklerin
aydınlatmasından ve gök gürültülerinden korkmaya başlamış sanki yerde su
damlaları yukarıya zıplıyorlarmış gibi gelmeye başladı. Bir anda seller akmaya
başladığını fark etti su seslerinden. Dört bir yanından sel sesleri gelirken
paniğe kapılmaya başladı. Bir an kurtulamayacağını, oğlaklarının ve köpeğinin
–karabaş- sel sularına kapılıp boğulacaklarını düşündü. Nefes alamadığını fark
ettiğinde boğulma hissini yaşadı.
Son bir
umutla bağırmaya başladı yine ama ses seda yoktu sel sularının sesinden ve gök
gürültüsünden başka. Yorgun ve bitkin hissetti kendisini bıraktı mağaranın
duvarına. Uyku bastırmıştı adeta. Sanki rüya gibiydi bütün olanlar. Kâbus
yaşıyordu. Bu güne kadar hiç böylesine rastlamamıştı.
Bir anda
üstünde bir ağırlık hissederek uyandı. Önce paniğe kapıldı yüzündeki ılık
sulardan dolayı. Bir şeyler yalıyordu sanki kendini. Kâbus içindeydi, ellerini
kaldırmak istiyor bir türlü kaldıramıyordu. Yan dönmek istiyor kendinde yeterli
gücü bulamıyordu. Bir anda canının yandığını hissetmesiyle doğruldu Sakallı –en
büyük oğlak- ile toslayınca Sakallı da meledi. Şimşek çakmasıyla gördüklerine
inanamadı. Karabaş -köpeği- yanaklarını yalıyor Sakallı dediği oğlağı da
kendisini süsüyordu yerinden oynatmak için. Diğer oğlakları da etraftaydılar ve
meleşiyorlardı. Adeta koro halindeydiler.
Her ne kadar
rüya bu diye düşünse de iki yanında duran Sakallı ve Karabaş’a sarılarak ayağa
kalkmaya çalıştı ama bastığı yer yağmur serpintileriyle kayganlaşmış olduğundan
tutunamayıp tekrar oturup kaldı yerine. Doğruydu hepsi de yanındaydılar. Yağmur
daha yavaş yağmaya başlamıştı. Bu halde bir yere gidilmez diye düşünüp mağarada
kaldılar. Yağmurun tamamen kesilmesini beklemekten başka çare yoktu çünkü
gidecekleri yol üzerinde bir dere geçmeleri gerekiyordu. Dere dağlardan beri
devam eden bir dere olduğu için yukarıdaki dağların suyunu da taşıdığından sel
halindedir mutlaka. Geçilmesi mümkün değildir. Selin durgunlaşması gerekliydi.
Karanlık bastırmak üzereydi. Ortalıkta ne güneş, ne ay ne de yıldızlar vardı.
Yapayalnız ve hayvanlarıyla baş başaydılar.
Diğer
arkadaşlarını merak eden Zafer bağırmaya başladı onların isimlerini söyleyerek.
Karabaş da havlıyordu var gücüyle ama bir ses gelmiyordu başka yerlerden.
Köyden gelenler olsa bile aramak için dereyi geçemeyecekleri belliydi. Karşı
tarafta beklerlerdi mutlaka. Derenin diğer yanını görebilmek ya da ses
duyurabilmek için yakınlaşmak gerekiyordu ama bir süre mümkün görünmüyordu,
bataklıktı her yer.
Karabaş daha
sık ve neşeli bağırmaya başladığında tüm oğlaklar da deşinmeye başladılar
melemeler eşliğinde. Zafer olanları anlamıştı. Kendisinin duymadığı ses
duymuştu Karabaş ve oğlaklar. Bir süre kulak kabartınca kendisi de duymaya
başladı cılız bir köpek sesini. Karabaş çoktan koşturarak çıkmıştı mağaradan
ovaya doğru. Arkasından Sakallı gitmişti. Zafer de arkalarından koşturdu.
Yağmur
yağmaya başlayacağı zamanda geçtikleri küçük dereye doğru gidiyorlardı. Dereye
yaklaştıklarında Karabaş ve Sakallı bir an duraklayıp seslerini iniltiye
dönüştürerek yavaşlattılar. Adeta derenin ortasında bir kuru ağaçta asılı duran
başka bir köpeği sakinleştirmeye çalışıyorlardı. Gücü tükenmiş haldeydi köpek.
Karabaştan biraz daha büyüktü. Arkadaşının köpeği olduğunu fark eden Zafer daha
da yaklaşmayı düşündü derenin kenarına ama Karabaş sesini çoğaltarak hırlamaya
başladı ve arkasından havladı birkaç kez. Tehlikeli demek istemişti Zafer’e.
Zafer etrafına bakındı, bir dal bulmaya çalışıyordu. Hemen arkasındaki kuru
çamı gördü. Yerde dalları vardı. Oduncular zayıf dalları bırakmışlardı. Birkaç
tane çekerek getirdi ve derenin ortasındaki kuru ağaca doğru uzattı. Tekrar
getirdi uzattı, dayanıklılık oluştursun diye üzerlerine de dallardan koyduğunda
güvenli bir köprü olacağını düşündü.
Karabaş
havlamaya başladı. Sakallı desen o da deşinip melemeye devam ediyordu. Ön
ayaklarından ağaçta asılı duran yorgun köpek son bir hamle yaparak köprü
dallara uzanıp tutunabildi. Bir süre bekledi bir hamle daha yaparak vücudunu
dalların üzerine atınca kendini bıraktı. Kendisi de inanamıyordu belki de
olanlara. Karabaş dallara dokunarak titreştiriyordu yürümek için çaba göstermeliydi
köpek. Her tarafı çamura bulanmış olan köpek ayakları titreyerek köprü dalların
üzerinde dikkatli yürüyerek kendilerine doğru geliyordu. Herkes seviniyordu bu
duruma. Toprağa ayak bastığında Karabaş bir kafa darbesi vurunca zar zor ayakta
duran bitkin köpek tekrar düştü yere ve cılız cılız havlamaya başladı “senin de
şakanın ha!” diye. Sakallı da toslamaya başladı “kalk ayağa” dercesine. Zafer
kucakladı bitkin köpeği ve mağaraya doğru yöneldiler.
Bu arada
yağmur kesileli epeyce olmuştu. Diğer çobanların sesleri duyulmaya başladı.
Bazılarının sesi boğuk ve ağlamaklı çıkıyordu. Zafer bağırarak onlarla
konuşmaya çalıştı, yerlerini söyledi. Toplandıklarında bilanço ağır
görünüyordu. Kayıp olan oğlak, kuzu, inek ve buzağılar vardı. Belki sele kapıldılar
belki de bir yerlerde saklanmış bekliyorlardı. Şimdilik kimse bilmiyordu.
Bekleyip görmekti tek yolu.
Zafer
gitmeye hazırdı ama arkadaşlarını bırakıp gitmeyi kendisine yediremedi. Hep
birlikte kayıplarını aramaya başladılar bağırarak. Ormanların içine dağıldılar
birer birer ama birbirlerinden uzaklaşmadan yapacaklardı bu işi. Birbirlerini
duyacak mesafelerde olmalıydılar. Derken köyden dereyi geçip gelenler oldu.
Zafer’in babası da gelmişti. Buluştular ve sevinçle sarıldılar. Karabaş omuzuna
atlıyordu babasının. Sevinçliydi.
Birkaç saat
kadar arandıktan sonra bazıları bulunmuştu hayvanların. Bazılarıysa hala
kayıptılar. İnsanlar köye dönmeye karar verdiler. Nasılsa hayatta kalmışlarsa
yarına kadar hepsi ortaya çıkarlar ve bir gören mutlaka olurdu.
Yolda
yürürken Sakallı ve Karabaş Zaferin birer yanında yürüyorlardı hoplaya zıplaya.
Bir ara Karabaş arkaya kalıp Zafer’in omuzuna hoplamaya kalkınca Zafer yere
serilmişti yüzünkoyu. Arkasından Karabaş kaçmıştı onun arkasından da Sakallı
kafasıyla toslayıp ters döndürdükten sonra koşturarak Karabaş'a yetişmişti.
Görenler şaşırmış bir o kadar da komik bulmuşlardı. Hep birlikte gülüşmeye
başladılar. Bu arada Zafer ayağa kalkmış toparlanmaya çalışıyordu. Zaten üstü
başı yeterince çamur olduğu için silkelenmeye gerek duymamıştı. “Ulan Sakallı
ve Karabaş, alacağınız olsun, hesabınız kabardı ha!” diyerek gürlemişti ama
sesini duyan Karabaş ve Sakallı da havlayıp melemişti “Anladık, anladık”
dercesine.
heeey görünmediniz bütün yaz :)
YanıtlaSilmerhaba vefakar deeptone,
Silhaklısınız, biraz kabuğuma çekildim desem yeridir. kitap okumaya ağırlık verip kafamı dinlemeye çalıştım ama kafam dağıldı iyice. bazen her şey dağılıveriyor da toplaması zaman alıyor işte. dolayısıyla fazla dolaşmaya da imkan zorlaşıyor. Teşekkür ederim. hoşça kalın. :)