"25 kuruş" |
Yirmi Beş Kuruş
“Bırak her
şeyi de kendine bak, bayram geliyor yine.” Fısıltıyla bir başkasına bir şey
anlatacakmış gibi yutkunarak bir an dalıp gitti uzaklara. Kaybolduğunu
hissetmeye başladı aşağıdaki şehirin sokaklarında.
Çocukluğunda
geçen bayramları düşünmeden edemedi. Hele bir tanesi vardı hiç unutamadığı.
Kardeşi de küçüktü kendisi de. Kendisi on beş yaşlarında kardeşi de on
yaşlarındaydı. Yalnızdılar koskocaman şehirde. Yalnızca ikisi vardı sanki. Yine
bayram gelmişti hiç kendilerine sormadan. Eğer bir soran olsaydı “gelme” derdi.
Eziliyordu zafer özel günlerde.
Bayram
öncesi akşam kendisi planlar yaptı kardeşine bayramlardaki hissettiği garip
burukluğu hissettirmemek için. Cebini yokladığında yirmi beş kuruşu vardı başka
da parası yoktu. Yirmi beş kuruş ancak bir çay satın alabiliyordu. Dışarıya
çıktığında yemek yiyecek paraları yoktu ancak evde bir şeyler atıştırdıktan
sonra çıkabilirlerdi.
Sabahın
erken saatinde kahvaltılarını yapıp çıktılar evden ve yaklaşık bir kilometre
kadar yürüyerek ana cadde üzerindeki parka doğru yol aldılar. Sabah sabah bu
kadar mesafe yüründükten sonra oturup bir yerlerde dinlenmeleri gerekiyordu.
Park boştu daha. Öğleden sonra oldukça kalabalık olurdu hele bayramlarda daha
da kalabalık olurdu ve oturacak yer bulamazlardı. En iyisi kimse yokken ağaç
altında gölge bir yer bulup oturmayı düşünerek bir masa aradı gözleri. Kardeşi
hiçbir şey sormadan yanında yürüyordu.
Bayramlar
bir zamandan sonra hoşuna gitmez oldu. Daha eskilerden hoşuna giderdi, olmadık
hediyeler çok seyrek olmuştu ama yine de olmuştu vardı anılarında. O iyi
zamanlardaki bayramları düşünerek kendisini avutmaya çalıştı bir süre.
Olsun, her
şeye rağmen umutları vardı içinde hem de bitip tükenmez umutlardı onlar. Şu ilk
günü atlattığında günlerin ağırlığı azalıyordu ve normale dönüyorlardı günler
arkasından da biri gelip biri gidiyordu, hiç durmuyordu gelip giden günler.
Elbette gelecek günler kendileri için de iyi olacaklardı. İnanıyordu tüm
kalbiyle. Okuyacaktı bütün bunları derinlerde kalacak şekilde gömmek için.
Parka girip
gözüne kestirdiği ilk masaya geçip oturmazdan önce etrafına bakındı kimseler
var mı diye ama görünürde kimseler yoktu. Garsonlarda binanın içindeydiler ve
ilgilenen kimse görünmüyordu park ile. Rahatça oturabilirlerdi bir süre ama ya
gelirlerse sipariş almak için. O zaman ne yapacaktı, bir çare düşündü.
“arkadaşlar gelecek, onlarla vereceğiz siparişleri” demek aklına geliverdi. İyi
fikirdi bu durum. En azından nefeslenebilirlerdi.
Kardeşinin
dondurma isteyeceğini düşününce beyninden aşağı sıcak sular dökülüverdi ve
terlemeye başladı. Dondurma parası yoktu ki alabilsin. Elbette alıvermek
isterdi ama bazen mümkün olmayan şeylerin olabildiğini şu kısacık yaşamında
öğrenmişti artık. Ayağını yorganına göre uzatmayı daha çocukken öğrenmiş
olduğundan hiçbir şey fazla etkilemiyordu kendisini.
Kardeşini
laflarla oyalamayı düşünerek neşeli anılarından bahsetmeye başladı. Bazılarını
kardeşi de hatırlamış olduğundan güle güle dinliyordu abisinin anlattıklarını.
Abisi biraz değiştirse de yaşanılanları böylesi daha iyi geliyordu her ikisine
de.
Zafer
sıklıkla etrafını kolaçan ediyor parka giren veya kendilerine doğru yönelen bir
tanıdık olup olmadığını kontrol ediyordu. Eğer bir gelen olursa ve masalarına
oturursa bir şeyler ısmarlamak gerekecekti. İşte bu durum mümkün olamadığından
hemen kalkmayı kafasına koymuştu.
Bir an
kaskatı kesildi. Nefesi tıkandı adeta. Terlemeye başladı. Ana caddenin
kaldırımı oldukça genişti ve insanlar yürüyüşe çıkarlardı bu geniş, uzun ve
hareketli cadde üzerinde. Uzakta çatallaşan yolun olduğu yerde bir arkadaşı
parka doğru yöneldi, parkın içinden mi geçecekti kestirme olsun diye yoksa
kendilerini mi görmüştü de geliyordu emin değildi durumdan. Emin olmak için az
bir zaman aralığı vardı. Bekleyerek anlayacaktı ama yakalanmamalıydı. Eğer
yanlarına doğru yönelecek olursa kalkmaya hazırlanıyormuş gibi davranıp hemen
kalkabilirdi arkadaşına fark ettirmeden. Neyse ki parkın içindeki taş döşeli
yoldan sapmadan yürümeye devam etti kendilerini geçerken de “merhaba” dedi gülümseyerek.
Acelesi vardı anlaşılan bir yere gidiyordu ve kestirme yolu kullanarak gitmek
istemişti sadece.
Boşuna ayağa
kalktığını düşünen Zafer tekrar oturdu yerine. Zaman bir türlü geçmek
bilmiyordu. Bir an önce akşam karanlığı çöküverse ne iyi olacaktı evlerine
gidip uzanacaklardı hiç olmazsa. Ev sahiplerini bayramlar sonra geçerlerdi
kendi oturdukları odaya. Bir odaydı kiraladıkları yer onlar ev diyordu bu
odaya. Yanlış da sayılmazdı. Kafalarını sokacak bir yerdi işte sonuçta.
Yağmurdan, güneşten de koruyordu bu oda kendilerini. Herkesin evi aynı işe
yaramıyor muydu sanki. Kendi evleriydi tek bir oda olsa da.
Epeyce
oturdular, hem acıkmaya başladılar hem de sıkılmaya başladılar oturmaktan.
Ayağa kalkıp “gidelim mi?” dedi Zafer kardeşine. Parktan çıkıp ana caddeye
doğru yol alırken gidebilecekleri yerleri düşünüyordu ama ne gidilebilecek bir
yer ne de yemek yiyebilecekleri bir paraları vardı. Kardeşi isterse eğer
cebindeki yirmi beş kuruşa çeyrek ekmek arası bir şeyler alıp verebilirdi,
idare ederdi bir süre daha ama isteyinceye kadar bekleyecekti.
Caddenin
kaldırımı biraz daha kalabalıklaşmaya başlamıştı bu arada. İnsanlara göz ucuyla
bakarak onları gözlemlemeye çalışan zafer ne düşündüklerini, neler
hissettiklerini merak ediyordu. Çocuklar ve gençler daha neşeli görünüyorlar
hayatlarından memnundular. Biraz daha yaşlılar onlar kadar keyifli değillerdi
kendisine göre. Yetişkin olmak suç mu acaba? Diye sormadan edemedi kendine
yürürken. Umut ile umutsuzluk yan yana ve kol kolaydı caddenin kaldırımlarında.
Ne garip?
Bazıları bayramları çok seviyor tatil diye bazılarıysa hiç sevmiyordu
çalışamıyorlar diye. Çalışamadığı her gün aç demektiler çünkü. Ne kadar az
tatil o kadar toktu karınları. Şu iyi ve dengeli beslenmeyi söyleyenlere ne
demeli. Onlara göre değildi bu sözler zaten anlayamıyorlardı da ne demek
istediklerini. Beslenmek beslenmekti onlara göre, açlıklarını bastırdılar mı
karınları doymuş demektir, ha bal kaymak ha da bir kuru ekmek. Yeter ki
açlıkları yatışsın. Her gün bile bulamadıkları kuru ekmeğin derdine düşüyorken
dengeli beslenme de neyin nesidir? Bir türlü akıl erdiremedikleri cümlelerdi
söylenenler.
Nihayet bir
sürü yiyecek kokusunun arasında dolaşırken kardeşi “abi acıktııım!” dediğinde
irkildi birden. “ne, ne dedin?” diye sordu tekrar. “acıktım, acıktııım!”
deyince daha gür ve kızgın bir ses tonuyla elini sağ cebine attı pantolonunun
ve yirmi beş kuruşunu çıkarıp bir seyyar tezgâha doğru yöneldi. “çeyrek” dedi
ve alıp kardeşine uzattı. Yirmi beş kuruşu da verdi. Kardeşi memnun görünüyordu
ama bir kaç kez ısırınca abisine bakıp “sen acıkmadın mı?” diye sordu. Bir
taraftan da ağzının içindekileri çiğniyordu. Kardeşi bilmiyordu başka
paralarının olmadığını “yok, yok acıkmadım daha!” dedi yutkunarak ve hızla
oradan uzaklaştılar.
Artık ne bir
yere oturabilecekleri cesareti kalmıştı ne de bayramdan korkusu. Her şey bu
kadardı işte bu gün gidiyordu geldiği gibi. Kendi kendisine eziyet etmekten
başka bir şey yapmamıştı. Biraz sonra gidebilirlerdi evlerine isterlerse eğer.
Kardeşinin keyfi yerinde görünüyordu karnı biraz doyunca. İyi ki olur olmadık
şeyler isteyip durmuyordu kardeşi. Ne yapardı yoksa?
Eline bir
kum tanesi batmıştı, azar azar verdiği acıyı hissediyordu ama önemsemez gibi
duruyordu. Elini kaldırdığında hayalleri ve düşünceleri koptu. Geriye dönmüştü
yıllar öncesinden. İnsan neden hep kötü şeyleri hatırlamak zorunda? İyi şeyler
hatırlasa daha iyi olmaz mıydı böyle zamanlarında? Aynı filmi tekrar tekrar
izlemek kadar kötü bir şey olamaz her halde hele de hiç sevmediği bir film ise.
O umutlarına
ne olmuştu? Neredeydiler onlar? Neden şimdi yoklar? Umutsuzluğun verdiği ıstırap
daha da yoğun hissedildiğinde hareket etmeye dermanı kalmıyor insanın. Belki de
kendisi öyleydi, belki de başkaları da vardı kim bilir? Olsalar ne olacak ki sanki
herkes kendi derdini çekecek ve kimsenin kimseye bir faydası olmayacak.
En iyisi
çocuklukmuş diye düşününce çocukluğun iflah olmaz gücünü düşünmeden yapamadı.
Hiç bitip tükenmeyen umutları ve enerjisi her şeye göğüs germeye yetip de
artıyordu bile. Ne kadar da çok istedi o çocukluğuna dönmeyi. Mümkün olsa
sıfırdan başlayabilmeyi her şeye. Başka olur muydu, yoksa daha kötüsü mü olurdu
kimse bilemeyecekti bu durumu. Ama bundan kötüsü de olmazdı her halde diye
düşündü kızgınca hareket ederek.
Elinize sağlık, çok hüzünlüydü, parayla mutluluk olmaz ama parasız da anlattığınız gibi olması kaçınılmaz. Çok güzel vermişsiniz abinin kardeşi için yaptığı fedakarlığı da, çaresizliğin acısını da...:(
YanıtlaSilTeşekkür ederim. Nazik yorumunuz güven verdi bana.
Sil