"Beyin ve Kozmos" |
Beynin Kaosu ve Kozmos
Beyin daima
düzensiz bir düzenlilikte dalgalanıp dururken kuantum da bir sır vardır.
Düzenden düzensizliğe veya düzensizlikten düzene doğru gidiş. Denilir ki, bir
şey başlangıcında genellikle düzenlidir yani simetriktir ve zamanla birlikte
düzensizliğe yani simetrisizliğe doğru yol alır. Yine bu doğrultuda kabul
edilir ki evren yani kozmos başlangıçta simetrikti milyonlarca veya milyarlarca
yıl geçtikten sonra simetriklik bozulmaya başlamıştır. Düzensizlik içinde bir
düzen oluşagelmiştir. Beyin de düzenlilikten düzensizliğe geçişler yaşatır
insanlara genellikle. Düzensizliğe alışılmaya başlandığı zaman düzensizlik bir
tür düzen olmaya başlar ta ki başka bir düzensizlik oluşuncaya kadar bu durum
da devam eder gider. Ederse biraz önce veya biraz sonra işte.
İnsanların
yaşamları da düzenli veya düzensizlikler içindedir. Duyarsınız çoğu zaman
medyada veya yazılı basında. Adliye habercileri de vardır. Özellikle adliyeden
aldıklarını haberleştirirler.
Daha uzun
bir zaman olmamıştı. Bir gün öğle vaktine doğruydu. Sabahleyin geç kalkmış
olduğunun uyuşukluğuyla kendini sokağa atıp yakında bulunan adliye binası
önündeki kafeteryamsı bir işletmenin önündeki düzensiz olarak serpiştirilmiş
küçük bir ahşap masaya oturup kahvaltı niyetine bir şeyler atıştırmak istemişti
Zafer. Kahvaltı yapmak önemli bir zafer kazanmak gibiydi onun için son
zamanlarda. Çünkü cebinde harcayabileceği para sıklıkla bulunmazdı.
Bulunduğunda da her istediğini alabilecek gücü olmazdı ama o gün fena değildi.
İyi bir kahvaltı yapabilirdi.
Garsonu
aradı etrafına bakınarak. Tam da beyaz önlüklü birisini görüp elini kaldırarak
işaret edecekti ki bir ses, kadın sesine benzer bir ses duyuldu. “Bitti,
bitti!” dediğini duydu. Etrafına bakınırken adliye binasının çıkışındaki kapıya
gözü takıldığında anlamıştı sesin geldiği durumu. Bir kadındı bu bağırarak
yoldan karşıya koştururcasına geçmeye çalışan kişi. Trafiğe bakmadan kendini
yola atmış, orta boylu, sıska sayılabilecek kıvrak hareketlerle karşıya eliyle
işaretler yaparak adeta dans edercesine ilerledi bir süre. El salladığı kişiler
tanıdığı kişiler olmalıydı ve nenin bittiğini de biliyor olmalıydılar. “gel,
gel. Hadi geçmiş olsun!” dedikleri çok rahat duyulmuştu.
Zafer ağzı
açık ve eli havada kalmış vaziyette film izlercesine olanları izlemeye
dalmışken siyah takım bir elbise içinde beyaz bir gömlek giymiş olan kadın
birkaç metre ilerisine oturmuştu bir anda. Garson hemen yanına koşturup “geçmiş
olsun” dedi ve “ne içersin, bir şey söyleyeyim sana” dediğinde “biraz sonra”
diye cevaplamıştı.
Bunun
üzerine kendine doğru gelen garsonu gören Zafer elini indirip beklemeye
başladı. Garsona siparişini verdikten sonra dikkatle kadının arkasından gelen
birilerinin olup olmayacağını merakla dikkat kesildi. Ne olur ne olmazdı, silahlar
konuşabilirdi ortalıkta. Daha önce duyulmamış, görülmemiş şeyler değildi bu
durumlar. Kendince kendini emniyete alma düşüncesi oluştuysa da beyninde
nedense çok fazla önemli olmadığını düşündü birden. Çünkü bu tür durumlarda
adliye çıkışında olurdu olanlar.
Kadın bir
süre neşeliymiş havalarında oturdu ama tedirginliği belliydi titreyişinden.
Acaba sinirinden miydi titreyişi yoksa korkusundan mıydı ya da başka bir şeyden
olabilir miydi? İlk anda bunu anlamanın pek yolu yoktu ama bir süre sonra
dedikodu faslı başladığında anlaşılırdı belki. Dedikodu çok etkili bir iletişim
yoludur genellikle boş beyinler vasıtasıyla hiçbir engele takılmadan
alabildiğine hızlı yayılır her şey.
Ağzına
aldığı lokmasını çiğnemeye koyulduğu anlarda kadının etrafı sarılmaya başladı
tanıdıkları tarafından. Bir kısmı adliyeden çıkmışlar bir kısmı da oradaymışlar
veya yakınlardaydılar. Dedikodu iletişimiyle haber almışlardı anlaşılan.
Neyse!
Herkesin derdi, tasası kendine. Yaptıkları, yapacakları da kendine diye düşünüp
ilgisini önündeki kahvaltısına yöneltti Zafer. Kahvaltı bir zaferdi kendisi
için ne de olsa her zaman ele geçmeyen bir kıymetti. En iyisi zaferin tadını
çıkarmaktı.
Adliyeler
önü iyi vakit geçirme yerleridir bazıları için. Şamatası bol olur. Adeta
memleketi tarif eder anlatırlar adliye önleri. Borçlular, alacaklılar,
boşanmalar, hırsızlıklar, mafya vb. binbir olay gelir geçer buralardan
yargılanıp bazıları muradına erer bazılarının ömrü kararır bazılarıysa
aradığını bulamadığı için sinir küpüdür ve adaleti kendisinin sağlaması
gerektiğini düşünür. Ya o anda adımlarını atar peşinen ya da biraz erteleyip
bazı şeylerin soğumasını beklerler.
İşte elleri
kelepçeli bir delikanlı, iki jandarma arasında arabaya bindiriliyor. Etrafına
bakınsa da kimsesi olmadığı belli her halinden. Aha boşanmış bir karı koca
daha. Sülalece girdiler birbirlerine. Savaş hali var ortalıkta. Neyse ki silah
sesi yok. Pat, küt sesler geliyor sürekli. Havada uçuşan bez, çanta sopa
parçaları var.
Kadın onları
seyrederken beterin beteri var demiştir eminim diye düşünerek dikkatini kadına
yöneltti Zafer yeniden. Kadının ilk hali değişmişti sanki. Durgunlaşıp,
dalgınlaşmıştı. Etrafındakiler habire çene çalıyorlar, onun hiçbirini duyduğu
yoktu. Kendi dünyasındaydı anlaşılan. Belki de bir sevdiği vardır ona bir an
önce kavuşmayı düşünüyordur. Belki de pişmanlığı vardır ayrılığından.
Kadının eski
kocası bir süre sonra çıkıyordu adliyeden. Yanında ilaç torbası ve oldukça
yaşlı bir kadın vardı iki büklüm haliyle yürümeye çalışıyordu adliye bahçe kapısına
doğru. Tam da bahçe kapısına gelmişlerdi ki belediye otobüsü geçiverdi
önlerindeki elli adım kadar uzaktaki durağa. Durakta durup yolcularını
indirirken adam yaşlı kadını bırakıp koşturdu elindeki torbayla. İşaret etti
kaptana, kaptan bakınca “bir, iki dakika bekleyebilir misiniz lütfen, yaşlım
var da hızlı yürüyemiyor hemen şuracıkta!” dedi telaşla. Kaptan başını salladı.
Olumluydu cevabı. Hemen geriye dönüp yaşlı kadını koltuğundan destekleyerek
daha hızlıca yürümesini sağlamaya çalıştı. Yardım ederek bindirdi arabaya ve
arkasından kendisi çıkıp ücretlerini ödeyip arkadaki boş koltuklara oturdular
birlikte. Kucağına aldığı torba içinde yaşlı kadının alması gereken saatlik
ilaçlar vardı.
Eski
karısının seslerini duymuştu adliye binasının içinde işlerini halletmeye
çalışırken. İşinin bittiğinde de dikkatle baktığında sesin geldiği yöne doğru,
o taraftaki pencerelerin kanatları açıktılar. Ses rahatlıkla gelmesinin ve
duyulmasının nedeni ondandı demek ki.
Önce utandı kendinden. “kim böyle davranır ki? Koca arıyor olduğunu ilan
edercesineydi sanki. Açıkçası öyle demekti bu kadar tanıdık, tanımadık
insanların ortasında bağırması zafer narası olamazdı herhalde. Belki de
öyledir, zafer narasıdır. Kendisine işkenceler eden bir kocadan kurtuluşunun
zaferidir.
Anlaşmalı
boşandıklarını ifade ettiğinde şaşırmamıştı Zafer. Nasıl evlenirken anlaşmalı
evleniliyorsa ayrılırken de anlaşmalı ayrılınabilirdi elbette. Neden nara
atarak ilan etme gereği duymuştu ki? Kendi içine gömer sakince giderdi yoluna.
Birilerine veya kendine bir şeyler mi ispatlamaya ihtiyaç duymuştu?
Kocası ve
yanındaki yaşlı kadın arabanın hareket etmesiyle birlikte uzaklaşıp gitmişlerdi
hiç sağa sola veya geriye bakmadan. Görmek istemedikleri bir durum veya
görünmek istemediği kişiler olmalıydı. Hiç konuşmadılar garaja varıncaya kadar.
Garajda gidecekleri yere biletlerini aldıktan sonra beklemek için bir yer
aradılar oturmak için. Yarım saate yakın bir zaman vardı otobüsün kalkması
için.
Araba
hareket ettiğinde daha otogardan çıkmadan son gelişlerinin olduğunu
düşündüklerinde buruk bir ses tonuyla yaşlı kadın “yüzünü yana çevirip “üzülme
oğlum, gelecek günler hayırlı olur inşallah!” dedi ve başını önüne çevirdi. Bir
daha hiç ağızlarını açmadılar. İlaçlarını alırken bile yalnızca elleri konuşuyordu,
bir şeyler alıp veriyordular.
İnsanın
unutamadığı şeyler arasında en önemlisi “nefret, nefret” diye mırıldana zafer
lokmalarını hızla çiğneyip kalkmak istedi. Havası sıkmaya başlamıştı
kafeteryanın. Kadının suratı pek de hoş gelmiyordu kendisine. Merak da
etmiyordu hiçbir şeyi. Kaç kocalıydı, boynuzladı mı, boynuzlamadı mı? Ya da
kocası neler yaptı ona? Çocukları var mıydı, yok muydu? Varsa çocuklarına yazık
olacaktı. Büyüklerse yırtmıştır zaten paçayı, kendi yollarına devam
edeceklerdir. Ne demişler, baba öldüğünde hanım ağa oğul bey kız ise prenses
olurmuş. Onlarda varsalar eğer öyle olmuşlardır. Anaları şimdiden hanım ağa
olmuş zaten alışık demek ki belki de. Kendisini ilgilendiren konular olmadığını
düşündü. Herkes kendinden sorumluydu.
Neden o kadından
birden negatif elektrik almaya başlamıştı? Anlamsızdı bu durum. Hiç de görüp
tanıdığı birine benzemiyordu ama benzerlerini biliyordu. İçten
pazarlıklıydılar. Dışarıda melek içeride şeytan olanlara çok benzetmişti. Ön
yargılı davranmamaya çalışıyordu ama kendini alamadığı bir durumun içine doğru
sürüklendiğini fark etmeye başladığında tedirginliği artıp sinirleri gerildi.
Hisleri yanılmamıştı genellikle. Hislerine göre davranmasa da etkisini
hissettiğinde tedirginlik yaşardı. Çok deneyimlemişti bu durumu.
Garsona
işaret etti acelesi varmış gibiydi. Ayağa kalktı garson gelmeden. Kadın
bakıyordu kin akıyordu gözlerinden. Neden, neden? Diye düşünürken garson
dibinde bitti “buyurun” dedi. Borcunu ödedi ve hiç bakmadan hızlı adımlarla
karşıya doğru ilerledi. Daha fazla durmayı göze alamadı. Zaten yeterince
negatif elektriği vardı daha fazlasına katlanamazdı.
Yolda hızlı
adımlarla yürüyen Zafer, kahvaltını verdiği enerjiyle düşüncelerini dengeye
sokmaya çalıştı. Acaba duygularını dikkate alabilmişler midir bu karı koca,
biri diğerinin duygularını sormuş mudur hiç? Belki de sormuşlardır. Veya biri
sorup diğeri sormamıştı. Ne de olsa yaşam denilen şey duygulardan ibarettir.
Mesela güzel bir sevişmenin arkasından uyumak insan vücudunu yeniler tamir eder
yıpranmışlıkları. Hani derler ya iyi bir cinsel ilişki ömrü uzatıyor diye.
Doğruluk payı yüksek görünüyor. Belki de cinsel hayatları iyi değildi, olamaz
mı yani.
“ula geri zekâlı
Zafer, duygu olmadan cinsel ilişki nasıl olur. Olursa da açıkça tecavüz olur
oğlum” diye mırıldanınca sanki yakınlarda yürüyenlerin duymuş olabilecekleri
gibi bir duyguya kapılıp hemen kapattı çenesini ama beyni hiç durmuyordu.
“ula geri zekâlı
Zafer’im benim yine filozof kesilme. Duygu olmadan cinsel ilişki olmaz. O
cinsel ilişki zorakidir. Biri de katlanır, diğeri de. Çiftin ikisi de bir
şeylere katlanırlar işte. Katlanmak da zevk almayı getirmez her halde. Belki
biri görevini yerine getirmek için evrildi evlilikleri boyunca ve otomatik
makine gibi çalışıyor ve arabanın motorunun pistonu gibi ileri geri ve stop. O
kadar. Kontak kapandı mı işlev de yerine gelmiştir.”
Düşündüklerine
inanamıyordu, ağzından çıkanları kulakları duyuyordu ama kendisini neden
ilgilendirdiği konusunda bir cevap bulamıyordu. Belki de kadının zafer narası
atmasının altında yatan bu görevden kurtulmuşluktur. Duygularını bastıramayıp
açığa vurmuştur alenen. “oğlum, çarpacağım şimdi ağzının üstüne ha, işin yok mu
senin başka. Hadi işine gücüne!” diye azarladı kendi kendini ve başını dikerek
hızla uzaklaşmayı düşündü. Uzaklaştıkça aklından çıkarırdı belki görüp
duyduklarını. Sonuçta el âlemdiler kendisi için. Ne yargılamaya ne de ölçüp
biçmeye hakkı vardı başkasının davranış ve ifadelerini.
Zafer’in
hatırladığı bu durum kendisine çok farklı şeyler düşündürmeye başlamıştı.
Neredeyse on yıllar belki de daha fazlaydı olayın üzerinden geçen zaman ama
tazeliği ortadaydı hala. Etkilendiği belli oluyordu. Elleri ve ayakları
titremeye başladığında farkına vardı durumun. Kadın bir muammaydı kendisi için.
Bu güne kadar kimsenin çözemediği ve ehlileştiremediği bir hayvandı, yerine
göre azgın, yerine göre uysal; ele avuca sığmayan bir canlıydı işte. Erkek
kolay teslim olan ve ehlileştirilebilen bir canlı türüdür. Yeter ki kadın biraz
sevimli ve sevecen olsun. Gerçekten sevdiğinde ve bunu hissettirdiğinde erkek
denilen hayvanı her gün sopaya çekse kesinlikle başını alıp gitmez, gidemez.
Çünkü anasında gördüğü değişik bir duygudur bu durum. Bağlanır, gönüllüdür
bağlanmaya ve esir olmaya. Şikâyet etmez hiç, ne konulursa önüne onu yer ve
hayatına devam eder.
“abarttın
ha, saçmalamaya da başladın iyice. Nasıl susarsın sen?” diye yüklendi kendi
beynine. Susmasını istiyordu, yorgunluk hissetmeye başladı. Düşünmekten yorgun
düştüğü zamanları iyi biliyordu. Burada kendini rahatlatmaya ve düşüncelerini
bir düzene sokmaya çalıştığını düşünmek istiyordu. Yapabilirse tabii ki, kolay
değildi bu durum. Oldukça uzun bir süredir üzerinde çalıştığı bir konu
olmasından biliyordu olan ve olacakları.
Çok farklı hayatlar var çevremizde, yoğunluktan farkında bile olmadığımız. bizimki de başkalarına farklı. Adliye önleri yaşamın aynası gibidir, arka arkaya gösterir yaşamın gerçeklerini. Çok güzel anlatmışsınız yine.
YanıtlaSilTeşekkür ederim. Haklısınız.
Sil