Çarşamba, Eylül 05, 2018

Beynin Kaosu ve Kozmos

"Beyin ve Kozmos"

Beynin Kaosu ve Kozmos

            Beyin daima düzensiz bir düzenlilikte dalgalanıp dururken kuantum da bir sır vardır. Düzenden düzensizliğe veya düzensizlikten düzene doğru gidiş. Denilir ki, bir şey başlangıcında genellikle düzenlidir yani simetriktir ve zamanla birlikte düzensizliğe yani simetrisizliğe doğru yol alır. Yine bu doğrultuda kabul edilir ki evren yani kozmos başlangıçta simetrikti milyonlarca veya milyarlarca yıl geçtikten sonra simetriklik bozulmaya başlamıştır. Düzensizlik içinde bir düzen oluşagelmiştir. Beyin de düzenlilikten düzensizliğe geçişler yaşatır insanlara genellikle. Düzensizliğe alışılmaya başlandığı zaman düzensizlik bir tür düzen olmaya başlar ta ki başka bir düzensizlik oluşuncaya kadar bu durum da devam eder gider. Ederse biraz önce veya biraz sonra işte.
            İnsanların yaşamları da düzenli veya düzensizlikler içindedir. Duyarsınız çoğu zaman medyada veya yazılı basında. Adliye habercileri de vardır. Özellikle adliyeden aldıklarını haberleştirirler.
            Daha uzun bir zaman olmamıştı. Bir gün öğle vaktine doğruydu. Sabahleyin geç kalkmış olduğunun uyuşukluğuyla kendini sokağa atıp yakında bulunan adliye binası önündeki kafeteryamsı bir işletmenin önündeki düzensiz olarak serpiştirilmiş küçük bir ahşap masaya oturup kahvaltı niyetine bir şeyler atıştırmak istemişti Zafer. Kahvaltı yapmak önemli bir zafer kazanmak gibiydi onun için son zamanlarda. Çünkü cebinde harcayabileceği para sıklıkla bulunmazdı. Bulunduğunda da her istediğini alabilecek gücü olmazdı ama o gün fena değildi. İyi bir kahvaltı yapabilirdi.
            Garsonu aradı etrafına bakınarak. Tam da beyaz önlüklü birisini görüp elini kaldırarak işaret edecekti ki bir ses, kadın sesine benzer bir ses duyuldu. “Bitti, bitti!” dediğini duydu. Etrafına bakınırken adliye binasının çıkışındaki kapıya gözü takıldığında anlamıştı sesin geldiği durumu. Bir kadındı bu bağırarak yoldan karşıya koştururcasına geçmeye çalışan kişi. Trafiğe bakmadan kendini yola atmış, orta boylu, sıska sayılabilecek kıvrak hareketlerle karşıya eliyle işaretler yaparak adeta dans edercesine ilerledi bir süre. El salladığı kişiler tanıdığı kişiler olmalıydı ve nenin bittiğini de biliyor olmalıydılar. “gel, gel. Hadi geçmiş olsun!” dedikleri çok rahat duyulmuştu.
            Zafer ağzı açık ve eli havada kalmış vaziyette film izlercesine olanları izlemeye dalmışken siyah takım bir elbise içinde beyaz bir gömlek giymiş olan kadın birkaç metre ilerisine oturmuştu bir anda. Garson hemen yanına koşturup “geçmiş olsun” dedi ve “ne içersin, bir şey söyleyeyim sana” dediğinde “biraz sonra” diye cevaplamıştı.
            Bunun üzerine kendine doğru gelen garsonu gören Zafer elini indirip beklemeye başladı. Garsona siparişini verdikten sonra dikkatle kadının arkasından gelen birilerinin olup olmayacağını merakla dikkat kesildi. Ne olur ne olmazdı, silahlar konuşabilirdi ortalıkta. Daha önce duyulmamış, görülmemiş şeyler değildi bu durumlar. Kendince kendini emniyete alma düşüncesi oluştuysa da beyninde nedense çok fazla önemli olmadığını düşündü birden. Çünkü bu tür durumlarda adliye çıkışında olurdu olanlar.
            Kadın bir süre neşeliymiş havalarında oturdu ama tedirginliği belliydi titreyişinden. Acaba sinirinden miydi titreyişi yoksa korkusundan mıydı ya da başka bir şeyden olabilir miydi? İlk anda bunu anlamanın pek yolu yoktu ama bir süre sonra dedikodu faslı başladığında anlaşılırdı belki. Dedikodu çok etkili bir iletişim yoludur genellikle boş beyinler vasıtasıyla hiçbir engele takılmadan alabildiğine hızlı yayılır her şey.
            Ağzına aldığı lokmasını çiğnemeye koyulduğu anlarda kadının etrafı sarılmaya başladı tanıdıkları tarafından. Bir kısmı adliyeden çıkmışlar bir kısmı da oradaymışlar veya yakınlardaydılar. Dedikodu iletişimiyle haber almışlardı anlaşılan.
            Neyse! Herkesin derdi, tasası kendine. Yaptıkları, yapacakları da kendine diye düşünüp ilgisini önündeki kahvaltısına yöneltti Zafer. Kahvaltı bir zaferdi kendisi için ne de olsa her zaman ele geçmeyen bir kıymetti. En iyisi zaferin tadını çıkarmaktı.
            Adliyeler önü iyi vakit geçirme yerleridir bazıları için. Şamatası bol olur. Adeta memleketi tarif eder anlatırlar adliye önleri. Borçlular, alacaklılar, boşanmalar, hırsızlıklar, mafya vb. binbir olay gelir geçer buralardan yargılanıp bazıları muradına erer bazılarının ömrü kararır bazılarıysa aradığını bulamadığı için sinir küpüdür ve adaleti kendisinin sağlaması gerektiğini düşünür. Ya o anda adımlarını atar peşinen ya da biraz erteleyip bazı şeylerin soğumasını beklerler.
            İşte elleri kelepçeli bir delikanlı, iki jandarma arasında arabaya bindiriliyor. Etrafına bakınsa da kimsesi olmadığı belli her halinden. Aha boşanmış bir karı koca daha. Sülalece girdiler birbirlerine. Savaş hali var ortalıkta. Neyse ki silah sesi yok. Pat, küt sesler geliyor sürekli. Havada uçuşan bez, çanta sopa parçaları var.
            Kadın onları seyrederken beterin beteri var demiştir eminim diye düşünerek dikkatini kadına yöneltti Zafer yeniden. Kadının ilk hali değişmişti sanki. Durgunlaşıp, dalgınlaşmıştı. Etrafındakiler habire çene çalıyorlar, onun hiçbirini duyduğu yoktu. Kendi dünyasındaydı anlaşılan. Belki de bir sevdiği vardır ona bir an önce kavuşmayı düşünüyordur. Belki de pişmanlığı vardır ayrılığından.
            Kadının eski kocası bir süre sonra çıkıyordu adliyeden. Yanında ilaç torbası ve oldukça yaşlı bir kadın vardı iki büklüm haliyle yürümeye çalışıyordu adliye bahçe kapısına doğru. Tam da bahçe kapısına gelmişlerdi ki belediye otobüsü geçiverdi önlerindeki elli adım kadar uzaktaki durağa. Durakta durup yolcularını indirirken adam yaşlı kadını bırakıp koşturdu elindeki torbayla. İşaret etti kaptana, kaptan bakınca “bir, iki dakika bekleyebilir misiniz lütfen, yaşlım var da hızlı yürüyemiyor hemen şuracıkta!” dedi telaşla. Kaptan başını salladı. Olumluydu cevabı. Hemen geriye dönüp yaşlı kadını koltuğundan destekleyerek daha hızlıca yürümesini sağlamaya çalıştı. Yardım ederek bindirdi arabaya ve arkasından kendisi çıkıp ücretlerini ödeyip arkadaki boş koltuklara oturdular birlikte. Kucağına aldığı torba içinde yaşlı kadının alması gereken saatlik ilaçlar vardı.
            Eski karısının seslerini duymuştu adliye binasının içinde işlerini halletmeye çalışırken. İşinin bittiğinde de dikkatle baktığında sesin geldiği yöne doğru, o taraftaki pencerelerin kanatları açıktılar. Ses rahatlıkla gelmesinin ve duyulmasının nedeni ondandı demek ki.  Önce utandı kendinden. “kim böyle davranır ki? Koca arıyor olduğunu ilan edercesineydi sanki. Açıkçası öyle demekti bu kadar tanıdık, tanımadık insanların ortasında bağırması zafer narası olamazdı herhalde. Belki de öyledir, zafer narasıdır. Kendisine işkenceler eden bir kocadan kurtuluşunun zaferidir.
            Anlaşmalı boşandıklarını ifade ettiğinde şaşırmamıştı Zafer. Nasıl evlenirken anlaşmalı evleniliyorsa ayrılırken de anlaşmalı ayrılınabilirdi elbette. Neden nara atarak ilan etme gereği duymuştu ki? Kendi içine gömer sakince giderdi yoluna. Birilerine veya kendine bir şeyler mi ispatlamaya ihtiyaç duymuştu?
            Kocası ve yanındaki yaşlı kadın arabanın hareket etmesiyle birlikte uzaklaşıp gitmişlerdi hiç sağa sola veya geriye bakmadan. Görmek istemedikleri bir durum veya görünmek istemediği kişiler olmalıydı. Hiç konuşmadılar garaja varıncaya kadar. Garajda gidecekleri yere biletlerini aldıktan sonra beklemek için bir yer aradılar oturmak için. Yarım saate yakın bir zaman vardı otobüsün kalkması için.
            Araba hareket ettiğinde daha otogardan çıkmadan son gelişlerinin olduğunu düşündüklerinde buruk bir ses tonuyla yaşlı kadın “yüzünü yana çevirip “üzülme oğlum, gelecek günler hayırlı olur inşallah!” dedi ve başını önüne çevirdi. Bir daha hiç ağızlarını açmadılar. İlaçlarını alırken bile yalnızca elleri konuşuyordu, bir şeyler alıp veriyordular.
            İnsanın unutamadığı şeyler arasında en önemlisi “nefret, nefret” diye mırıldana zafer lokmalarını hızla çiğneyip kalkmak istedi. Havası sıkmaya başlamıştı kafeteryanın. Kadının suratı pek de hoş gelmiyordu kendisine. Merak da etmiyordu hiçbir şeyi. Kaç kocalıydı, boynuzladı mı, boynuzlamadı mı? Ya da kocası neler yaptı ona? Çocukları var mıydı, yok muydu? Varsa çocuklarına yazık olacaktı. Büyüklerse yırtmıştır zaten paçayı, kendi yollarına devam edeceklerdir. Ne demişler, baba öldüğünde hanım ağa oğul bey kız ise prenses olurmuş. Onlarda varsalar eğer öyle olmuşlardır. Anaları şimdiden hanım ağa olmuş zaten alışık demek ki belki de. Kendisini ilgilendiren konular olmadığını düşündü. Herkes kendinden sorumluydu.
            Neden o kadından birden negatif elektrik almaya başlamıştı? Anlamsızdı bu durum. Hiç de görüp tanıdığı birine benzemiyordu ama benzerlerini biliyordu. İçten pazarlıklıydılar. Dışarıda melek içeride şeytan olanlara çok benzetmişti. Ön yargılı davranmamaya çalışıyordu ama kendini alamadığı bir durumun içine doğru sürüklendiğini fark etmeye başladığında tedirginliği artıp sinirleri gerildi. Hisleri yanılmamıştı genellikle. Hislerine göre davranmasa da etkisini hissettiğinde tedirginlik yaşardı. Çok deneyimlemişti bu durumu.
            Garsona işaret etti acelesi varmış gibiydi. Ayağa kalktı garson gelmeden. Kadın bakıyordu kin akıyordu gözlerinden. Neden, neden? Diye düşünürken garson dibinde bitti “buyurun” dedi. Borcunu ödedi ve hiç bakmadan hızlı adımlarla karşıya doğru ilerledi. Daha fazla durmayı göze alamadı. Zaten yeterince negatif elektriği vardı daha fazlasına katlanamazdı.
            Yolda hızlı adımlarla yürüyen Zafer, kahvaltını verdiği enerjiyle düşüncelerini dengeye sokmaya çalıştı. Acaba duygularını dikkate alabilmişler midir bu karı koca, biri diğerinin duygularını sormuş mudur hiç? Belki de sormuşlardır. Veya biri sorup diğeri sormamıştı. Ne de olsa yaşam denilen şey duygulardan ibarettir. Mesela güzel bir sevişmenin arkasından uyumak insan vücudunu yeniler tamir eder yıpranmışlıkları. Hani derler ya iyi bir cinsel ilişki ömrü uzatıyor diye. Doğruluk payı yüksek görünüyor. Belki de cinsel hayatları iyi değildi, olamaz mı yani.
            “ula geri zekâlı Zafer, duygu olmadan cinsel ilişki nasıl olur. Olursa da açıkça tecavüz olur oğlum” diye mırıldanınca sanki yakınlarda yürüyenlerin duymuş olabilecekleri gibi bir duyguya kapılıp hemen kapattı çenesini ama beyni hiç durmuyordu.
            “ula geri zekâlı Zafer’im benim yine filozof kesilme. Duygu olmadan cinsel ilişki olmaz. O cinsel ilişki zorakidir. Biri de katlanır, diğeri de. Çiftin ikisi de bir şeylere katlanırlar işte. Katlanmak da zevk almayı getirmez her halde. Belki biri görevini yerine getirmek için evrildi evlilikleri boyunca ve otomatik makine gibi çalışıyor ve arabanın motorunun pistonu gibi ileri geri ve stop. O kadar. Kontak kapandı mı işlev de yerine gelmiştir.”
            Düşündüklerine inanamıyordu, ağzından çıkanları kulakları duyuyordu ama kendisini neden ilgilendirdiği konusunda bir cevap bulamıyordu. Belki de kadının zafer narası atmasının altında yatan bu görevden kurtulmuşluktur. Duygularını bastıramayıp açığa vurmuştur alenen. “oğlum, çarpacağım şimdi ağzının üstüne ha, işin yok mu senin başka. Hadi işine gücüne!” diye azarladı kendi kendini ve başını dikerek hızla uzaklaşmayı düşündü. Uzaklaştıkça aklından çıkarırdı belki görüp duyduklarını. Sonuçta el âlemdiler kendisi için. Ne yargılamaya ne de ölçüp biçmeye hakkı vardı başkasının davranış ve ifadelerini.
            Zafer’in hatırladığı bu durum kendisine çok farklı şeyler düşündürmeye başlamıştı. Neredeyse on yıllar belki de daha fazlaydı olayın üzerinden geçen zaman ama tazeliği ortadaydı hala. Etkilendiği belli oluyordu. Elleri ve ayakları titremeye başladığında farkına vardı durumun. Kadın bir muammaydı kendisi için. Bu güne kadar kimsenin çözemediği ve ehlileştiremediği bir hayvandı, yerine göre azgın, yerine göre uysal; ele avuca sığmayan bir canlıydı işte. Erkek kolay teslim olan ve ehlileştirilebilen bir canlı türüdür. Yeter ki kadın biraz sevimli ve sevecen olsun. Gerçekten sevdiğinde ve bunu hissettirdiğinde erkek denilen hayvanı her gün sopaya çekse kesinlikle başını alıp gitmez, gidemez. Çünkü anasında gördüğü değişik bir duygudur bu durum. Bağlanır, gönüllüdür bağlanmaya ve esir olmaya. Şikâyet etmez hiç, ne konulursa önüne onu yer ve hayatına devam eder.
            “abarttın ha, saçmalamaya da başladın iyice. Nasıl susarsın sen?” diye yüklendi kendi beynine. Susmasını istiyordu, yorgunluk hissetmeye başladı. Düşünmekten yorgun düştüğü zamanları iyi biliyordu. Burada kendini rahatlatmaya ve düşüncelerini bir düzene sokmaya çalıştığını düşünmek istiyordu. Yapabilirse tabii ki, kolay değildi bu durum. Oldukça uzun bir süredir üzerinde çalıştığı bir konu olmasından biliyordu olan ve olacakları.

Görsel: Google Görseller

2 yorum:

  1. Çok farklı hayatlar var çevremizde, yoğunluktan farkında bile olmadığımız. bizimki de başkalarına farklı. Adliye önleri yaşamın aynası gibidir, arka arkaya gösterir yaşamın gerçeklerini. Çok güzel anlatmışsınız yine.

    YanıtlaSil

Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.