dalga |
Zamanla İnatlaşmak
Derin
bir hiçlik içinde oturduğu yerde can havliyle yaşarken düşünceleri de can
çekiştiriyordu adeta. Geçmiş yılları; çocukluğu, gençliği, yetişkinliği
geçiyordu sık sık gözlerinin önünden. Adeta uzaklardan gelen belli belirsiz
sesler gibiydi görüntüler, bazıları çok puslu seçilemez haldeydiler.
Yıllardır
içinde yüzdüğü hiçliğin içinde yüzmeye devam ediyordu hala. Nasıl başlamıştı bu
yüzmeler hatırlamaya çalışırdı bazen. Zaman akıp gidiyordu kendi bildiğince.
Akan zaman çok etkilemiyordu kendisini. Zamandı işte kendiliğinden akıp giden,
bazen ağır bir darbe vuruyor suratının tam ortasına bazen de gülümsüyordu
uzaktan; sırıtışını fark edebiliyordu da hırslanıyordu zamanı alt etmek için.
Zamanı
nasıl alt edebilirdi ki? Hiçbir fikri de yoktu ama kızdığı, sevmediği insanlara
yaptığını denedi bir zaman, bu durum alışkanlığa dönüşmeye başladığını ilk fark
ettiğinde hiç düşünmeden kabullenmişti; görmezlikten geliyordu zamanı. Zamanı
görmezse eğer, zamanın kendisini incitemeyeceğini hatta beni görsün diye gayret
edeceğini ve daha iyi davranış sergilemeye çalışacağını bekliyordu belki de.
Belki de değil, kesin öyleydi.
Yıllar
akıp gitmesine rağmen zaman hiçbir zaman kendisine iyi davranış sergilememişti
ve birbirlerini görmemeye de kanıksamışlardı artık. Ne zaman onun umurundaydı
ne de o zamanın umurundaydı. Herkes bir yerlerdeydi, zaman da kendi bildiğini
okuyup yazıyor ve istediği gibi davranıyordu.
Geceleri
ve gündüzleri birbirinden farklı değildi. Aradaki fark yalnızca güneş aydınlığı
ve sıcaklığıydı. Geceleri de aydınlık, ay aydınlığı oluyordu ama sıcaklık
gündüz olduğu kadar olmuyordu. Fark ettiği buydu sadece. Üstüne üstelik geceler
daha sessiz ve sakin, kendi başınaydı. Hep kendini dinliyordu bu sessizlikte.
Kafasının içindeki gürültüyü sorarsanız gündüzün gürültüsünden kat be kat fazla
olduğu kesindi. Yıllardan beridir biliyordu bu durumu. Hatta bazen o kadar
gürültü olur ki kafasının içinde ve bir karar alır hemen uygulamaya can atardı
ama sabah olup tan yeri kızarmaya başladığında cesareti kırılır başka
gürültüler başlardı kafasının içinde. Sanki geceden hiçbir şey kalmamış, hiçbir
şey yaşanıp, düşünülmemiş, hiçbir karar alınmamışçasına birden çark ederdi
kocaman gemilerin bir tehlike görüp de yolunu değiştirme çabası gibi.
Her
seferinde kendine kızar, kendi acizliğine naletler okur ama her seferinde de
pes ederdi bu durum karşısında. Bu gücün ve güçsüzlüğün nereden geldiğini
anlamaya çalışarak gün boyu gürültülü bir şekilde sersemce dolaşır dururdu
evinin odaları arasında.
Zamanı
ertelemek ne kazandıracak? Bilmemekle birlikte mevcut bulunduğu mevziiyi
değiştirmek istemezdi, buna dayanacak, yani her hangi bir değişikliğe dayanacak
gücü kendinde bulamaz, nefes almanın başka çaresi olmadığını, zamanını
beklemenin daha iyi olacağını kendine inandırması daha kolay olurdu.
Yıllardır
aynı noktada beklemiş, belki de daha kötü bir noktada olduğu zamanları
hatırladıkça şimdiki bulunduğu noktanın daha iyi olduğuna kendini inandırması
bu yüzdendir. Evet, haklılık payı yok değil ama çok da dikkate alınması gereken
bir durum olmadığını da düşünmeden edemezdi sıklıkla.
Kısaca
gelgitler arasında sıkışıp kalan bir et-kemik yığınına dönüşmüştü adeta. Akan
zaman nelere gebe acaba? Diye sorardı bazen kendine. Çok soru soruyordu ama
sorularının cevabı olsa da dalgalanan deniz gibi daima değişiyorlardı hem
sorular hem de cevaplar. Bu kadar çok değişken olan bir zeminde nasıl ayakta ve
dimdik durulurdu? Arada gelen dalgalar ayak bileklerini sızlatırcasına çarpıp
ayaklarını yerden kesiyormuşçasına alıp savuruveriyordu yükselen dalgaların
arasına.
Bir
o yana, bir bu yana gelip gidiyor beşik gibi ama bir türlü de batmıyordu. Batsa
belki de kurtulup gidecekti, canlı kurtulsa da daha kötüsü olabilir miydi
acaba? Kendini bırakıverir öyle durumlarda dalgaların kucağına. Hiç korku
hissetmeden gökyüzünü seyretmeye çalışır ama dalgaların köpüklü suları
arasından gökyüzünü seçemez ve dalga köpüklerini beyaz bulutlar gibi düşünerek
seyre dalardı kendince.
Dalgaların
yüksekliği alçaklığı umurunda olmaz o zaman dilimlerinde, rüya dese rüya
olmadığını bilir uyanıklık dese uyanıklık değil çünkü uyanık olsa korku
hissederek dalgalardan kurtulmaya çalışması gerekirdi. Hiçbir şey yapmadan bulunduğu
mevziiyi korumaktı amacı yalnızca. Canlı kalmaksa eğer amaç, bazen kapıp
koyuvermeliydi kendini; hem bedenin hem de zihnin iyileşmesi için. Bazen uzun
bir zaman dilimi devam ettiğini zaten bilirdi yaşamından kesitleri gördüğünde
gözlerinin önünde.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.