Batı ve Türkiye
İçinde
yaşadığımız zamanların akıl almazlığını düşünürken çok çoook eskilere gittim
bir an. Batı toplumlarında dolaştım, o sisli, puslu akıl almaz canavarlıkların
ve insan kıyımlarının yaşandığı zamanları. Tüylerim diken diken oldu.
İçinde
bulunduğumuz çağda Avrupa veya Batı Uygarlığı denildiği zaman gelişmişlik,
akılcılık, bilim gibi şeyler geliyor insanların aklına. Aslına bakılırsa
geçmişlerindeki yaşanılan akılsızlıklar alabildiğine ağdalı durumda. Kiliseler
arasındaki din savaşları, hatta kendi sınırlarını aşarak genel bir tehlike olan
Haçlı dönemleri, aforozlar, katliamlar, din ve tarikatlar nedeniyle bölünme ve
katliamlara varan yaşanmışlıklar ve daha niceleri. Fransız İhtilali zamanlarına
kadar süregelen şiddet içeren yaşam savaşları devam etmiş olduğunu hafızamın
derinliklerinden çıkardım bir süreliğine.
Bağlamak
istediğim durum, içinde bulunduğumuz zamanlardaki Türkiye’de yaşananlar
elbette. Geçmişte yaşanan tarikat vb. anlaşmazlıklardan dolayı epeyce var,
bizde de var ancak şiddeti Batı toplumlarında eski çağlarda olduğu gibi
olmadığını düşünüyorum. Genellikle mevcut yönetimler altında kontrol edilen bir
durum söz konusudur. Özellikle Osmanlı İmparatorluğu ve daha öncesi beylikler
dönemine kadar giden uzun bir geçmişe sahipler.
Tarikatlar
ve onların şeyhleri çalışmaları ve ifadeleri bakımından Bey’lere, yöneticilere
olumlu gelmiş ve kendilerine yakın bularak onların bilgeliklerinden
yararlanmaya ve toplumu yönlendirmeye çalıştıkları gözlenir dolayısıyla değişen
yöneticiler de kendine yakın bulduğu Şeyh’lere yakın olmuşlardır, koruyup
kollayarak maddi ve manevi olarak desteklemişlerdir.
Genel olarak
Abbasi ve Emevi olarak çatışmalar süregelmiştir. Geldiğimiz noktada Türkiye’de,
geçmiş durumlar ve Dinler konusundaki Dünya, özellikle batı iyi anlaşılamadığı
için cehalet düzeyinde durumlar sergilenmekte ve bu durum açıkça
görülebilmektedir.
Avrupa
Birliği meselesinin ortaya atılması oldukça eski yıllara dayanır. Amaç,
stratejik, askeri ve kültüreldir. İşgallerin olduğu bir dünyada ayakta kalabilmenin
yegâne yolu birleşerek güç oluşturmaktır. Yapmaya çalıştıkları da budur.
Ekonomik, siyasi güç yaratabilmenin yoludur onlara göre.
Özellikle
birinci dünya savaşı yaşamış, arkasından ikinci dünya savaşı yaşamış bir batı
kendi içinde yeterince dersler çıkarabilmiş ve akılcı bir yönetim yoluyla
bilimi temel alarak geleceğe doğru emin adımlarla yürümeyi tercih etmişlerdir.
Elbette sayılanların yanında dini kültür etkisi de vardır birlik içinde.
Din meselesi
toplumlar üzerinde oldukça etkilidir ve toplumun alt ve orta hatta üst tabakayı
da yönlendiren bir yapıdır. Özellikle siyasetçiler oldukça fazla
kullanmaktadırlar dini yapıyı. Ancak Batı toplumlarında din kurumlarının resmi
olarak devlet işlerinden ayrılabilmiş olması siyasi yönetimin akıl ve bilime dayalı
adımlar atmasını kolaylaştıran bir etkendir.
Türkiye
farklı bir durum sergilemektedir batı toplumlarına göre. Batı uluslarının
geçmişte yaşadığı durumları içinde bulunduğumuz çağda yaşamaya başlamasıdır. Bu
durum Diyanet kurumunun siyaset yapma isteğinde açık olarak görülmektedir. Her
ne kadar çoğunluğu Müslüman olan bir memleket olsa da Türkiye, sınırları içinde
daha başka dinlere ve dinler içindeki farklı tarikatlara mensup olan insanların
bir arada yaşadığı bir toplum yapısı mevcuttur. Özellikle Cumhuriyet ile
geçmişin yaraları sarılmaya çalışılarak ulus olma yönünde atılan adımlar teker
teker alaşağı edilmekte ve yaralar tekrar açılmaya çalışılmaktadır. Bundan
kimin veya kimlerin çıkarı olabilir? Diye sormadan edemiyor insan. Hâlbuki
Diyanet Kurumu’nun kurulma amacı farklıdır, toplumda taraftar olmadan din
ihtiyacını gidermek ve akıllıca belli temellere oturtmak ve insanları
aydınlatmaktır. Anlaşılan o ki, kuruluş amacını aşarak yöneticileri başka
kişisel hevesleri doğrultusunda kendisine güvenen insanları peşinden
sürükleyerek nereye gittiğini bilmez bir halde adım atmaktadırlar. Kısa sürede
geldikleri nokta çatışma ve akıldışılıktır.
Bu yapı
özellikle Osmanlı İmparatorluğunu kalıntılarından kalan, Osmanlı’nın çöküşünü
hazırlayan etmenlerdir. Batı’nın Türkiye’yi içine almamasının nedenleri altında
yalnızca Müslüman olması değil aynı zamanda sosyo-kültürel yapısından dolayıdır
da. Geçmişin yaşanmışlıklarından dersler çıkarmayı bilen akıllıca yönetimler bu
durumu açıklıkla görebilir. Türkiye gençtir daha hem de çok gençtir. Üzerindeki
geçmişin izlerini atabilmesi için oldukça uzun yıllar var hatta asırlar. Ancak
şu halimizle bile 300 yıl gerilerde saymaya başladığımıza göre gelecek
açısından bakıldığında yeni çağı yakalamak bir yana, ilk sanayi çağlarından bile
çok gerilere düşmüş ve düşmekteyiz. Bu sarsıntılar en azından bir yüz yılımızı
alacağa benzemektedir.
13.11.18- Halil Gönül
Hayatta en hakiki mürşid ilimdir,fendir.(MUSTAFA KEMAL ATATÜRK)
YanıtlaSilNe kadar değerli söz değil mi?
En iyisi olarak tabir edilen akıl hocası Akşemseddin efendi-Fatih sultan mehmedin şeyhi;
İCRAATI;Kardeş katline caiz vermek.
Varmı kuranda katletmek,yok.
O HALDE diyecek birşey yok.....
İlim var mı? oda yok..
Hazerfan uçmak istedi.Galetaya çıktı.Ve ucağı bulacaktı.Sonuç kafası kesildi.
İbrahim müteferrika matbaa buldu..Oğlum ibo senmisin mattbaa bulan..Sonuç matbbaa atolyesinde kafası kesilerek öldürüldü.
Ve daha ne hikayeler çıkar...
Ne güzel de özetlemişsiniz. Benzer o kadar çok acıklı hikaye var ki, inanamıyor insan.
SilAslında soru biz ne zaman aydınlanma dönemini yaşayacağız. Avrupa bunu çözdü, biz ise çıkar sarmalı içinde bunu öteliyoruz. İşin acı yanı her geçen gün bu hedeften uzaklaşıyoruz.
YanıtlaSilNe yazık ki öyle. Fransa uzun zamandan beridir laikliğin de kısıtlayıcı bir hal aldı, adeta bir din gibi görülmeye başladığını, ilerlemenin önünde engeller çıkardığını tartışmaya açtığı çağda biz daha laikliği bile anlayamamış durumdayız.
Sil