Durup durduğu yerde nereden gelirdi
bunlar Zafer’in aklına. Üstünden yıllar geçmiş, ne badireler yaşanmış ama hala
o günkü kadar tazeydi anıları. Bu tür anıları aklına geldiği zaman her
seferinde gülümsemeden edemezdi. İçini bir sıcaklık kaplar, kendini daha
güvende ve canlı hissederdi. Belki de içinde bulunduğu çaresizlik ve yalnızlığı
sebep oluyordu bunların aklına gelmesine.
Yıllar
öncesi üniversite yıllarıydı. İlk yıllardı. Zaferin üniversiteden
arkadaşlarından birisinin babası Almanya’da işçiydi. Oldukça uzun bir süredir
çalışmaktaydı orada. Maden işi yapıyormuş, yani metrelerce derinliklerde yerin
altında çalışıyorlarmış. Bu yüzden de güneşi pek sevmez olmuş dediğine göre.
Hani şu ilk
gidenlerden, ağıldan seçilir gibi dişlerine, kıçlarına, orasına burasına
bakılıp muayene edilerek götürülenlerdenmiş Orhan’ın babası. “Orhan’ım mühendis
olacak benim öcümü alacak Alamanlardan.” Dermiş her gördüğü tanıdıklarına.
Orhan nasıl öcünü alacaksa Almanlardan, Orhan bile bilmiyor. Adamcağız köyden
gitmiş oralara, fukaralıktan, çaresizliklerden el kapılarına mum oldular.
Gecesi yok, gündüzü yok, durmadan vardiyalı çalışırlarmış ama çalışmaktan
şikâyet etmezlermiş de başlarını kaldırdıklarında nefes almak için:
“çalışacaksan adam gibi çalış, yoksa köyüne çobanlığına dönersin” diye tehdit
ve hakaretlerini içlerine sindiremezlermiş diğerleriyle birlikte.
İşte öç
almasını istediği konu buydu aslında. Orhan’ın babasına göre Almanlar ileride
fakirleşip, Türkiye’ye mum olacaklar ve kendileri gibi onlarda el kapılarına
çalışmaya gelecekler Türkiye’ye. İşte o zaman tam fırsatını yakalamış olacak
Orhan’ın babası gibiler. Özellikle Almanlardan seçecekler işçileri ve en zor
işlerde çalıştıracaklar, hele tuvalet falan diye izin almaya kalksın olur
olmadık zamanlarda. “hadi işine, domuz gütmeye gidersin haaa!” diyerek basacak
zılgıtı. Kendisi o günleri göremese bile aslan oğlu, koskoca mühendis oğlu
Orhan mutlaka görür o günleri. Vasiyetini bırakacakmış ölse bile.
Diyalektik,
siyaset, emperyalizm, sosyalizm, kapitalizm vb. daha birçok kavramla yeni
tanışmaya başladığı zamanlardı zafer ve Orhan’ın. Bir taraftan da Atatürk
hakkında araştırmaya daldıkları zamanlardı. Siyasetin azgın olduğu yıllar
olması tüm toplumu zorluyor bazıları tanıdıkları aracılığıyla güvene dayalı
taraf oluyor bazıları da onlar gibi araştırıp değerlendirerek taraflarını belirliyorlardı
ama böylesi oldukça azdı. İmkânlar da oldukça kısıtlıydı.
Bir kitabı
elden ele dolandırarak onlarca bazen daha da fazla kişi okuyor,
tartışıyorlardı. Böylece hem bilgileri artıyor hem de çevreleri genişliyordu.
Her ne kadar klasiklerden okudukları çok olsa da siyasi konulardaki
yabancılıkları, bilgisizlikleri çok fazlaydı. Arayı kapatmak için çok çabalamak
gerekiyordu. Hatta bir gün 10 Kasım’da ve 29 Ekim’de Atatürk hakkında neler
yazılıp çizildiğini merak ettiler ve tüm genel ve yerel ne kadar gazete varsa
topladılar biriktirdikleri parayla. Daha yoğun bilgi içeren köşe yazıları
bekliyorlardı. Genel olarak neredeyse birkaç genel yayınlanan gazetenin bir
veya iki köşe yazısında basitçe “Atatürk 1881’de Selanik’de doğdu, karga
kovaladı, çok çalışkandı, başarıdan başarıya koşturdu. 19 Mayıs’ta Samsun’a
çıktı, vatanı kurtardı.”
Bu kadar
basit olabilecek bir bilgiyle karşılaşınca şok geçirdiler ve inanamadılar
karşılaştıkları duruma. Hâlbuki onların amacı Atatürk ve Türkiye ile ilgili çok
daha detaylara inen bilgiler bulmayı bekledikleri ve Marks, Lenin, Mao gibi
içinde bulundukları dönem içinde neredeyse ilkokula gitmeyen çocukların bile
diline düşmüş kişiliklerle Atatürk’ü karşılaştırmayı düşünmüşlerdi. Eksik,
fazla ne vardı aralarında.
Her toplumun
kendine göre kıymetli kurtarıcıları, kurucuları vardı ve oldukça çok emek sarf
ederek memleketlerini geliştirmek için çaba göstermişler. Buna bir diyecekleri
yoktu ancak Atatürk’e haksızlık yapmamak için en ince ayrıntısına kadar
bulabildikleri kitaplardan özellikle kurtuluş savaşı çalışmalarını ve
Atatürk’ün Cumhuriyet kurulmasından sonrasında da yapabildiklerini
değerlendirdikten sonra çok şeyden emindiler artık. Atatürk’ün inceliği ve
öngörüleri içinde bulunduğu şartlar içinde değerlendirildiğinde olağanüstüydü.
Bir taraftan
harıl harıl derslerine çalışırken diğer taraftan da siyasi edebiyat bakımından
bilgi dağarcıklarını beslemeye çalışıyorlardı. Ola ki birisi sorarsa
kendilerine, cevap verebilmeliydiler ya da bir tartışma ortamında söz
söyleyebilecek durumda olmalılar, bulunduğu noktada neden orada olduklarını en
başta kendilerine sonra başkalarına açıklayabilmelilerdi. Neredeyse ilk iki yıl
böyle geçti.
Orhan’ın
babası yıllık izne gelmişti. Orhan sevinçliydi bu durumdan dolayı. Evden okul
saatleri dışında fazla çıkamıyordu. Bir aya yakın kalırdı babası izne
geldiğinde. Akraba ziyaretleri falan derken ilk bir haftası curcunayla geçerdi.
Neredeyse yatmaya, uyumaya bile fırsat bulamazlardı. Evlerinin tüm düzeni alt
üst olurdu. Kendilerinin de elbette. Geceleri gündüzleri karışırdı birbirine.
“Zafer,
babam ne dedi biliyor musun?” oldukça gergindi Orhan. Durumu merak eden Orhan:
“hayrola arkadaş, ne dedi?”
“Fabrika
kuracakmış kesin olarak döndüğünde. Beş on seneye de dönmeyi düşünüyormuş.”
“İyi ya
işte, fabrikatör oğlu olacaksın oğlum. Hadi hadi iyisin. Şanslısın be.”
Dedikten sonra hafif gülümseyen Zafer’in gülümsemesiyle şaşkınlıktan
dudaklarının büzülmesi bir oldu Orhan’ın tepkisi karşısında.
“Oğlum, sana
arkadaş diye derdimizi açtık sen de dalganı geçiyorsun.” Diyerek elinin
tersiyle “hadi be!” dercesine işaret yaparak hızla uzaklaşmaya başladığında
şaşkınlığını atıp koşturdu Orhan’ın arkasından Zafer. Kolundan yakalayıp: “dur
ya, nereye böyle. Ne dalgası, ne geçmesi. Ne diyorsun sen. Tabi ki sevindim
senin adına. Neden sevinmeyeyim ki. Arkadaşımın babası fabrika kuracak ve
insanlar çalıştıracak, çevreye fayda sağlayacak. Keşke yapabilse. İmkânları
elverip yapabilse. Sen de iş arama derdinden kurtulmuş olursun, belli mi olur
bana bile el uzatırsın belki. Olmaz mı lan. Yoksa tanımazlıktan mı gelirsin
gördüğünde beni. İş, para ister diye.” Gülümsedi sıcakça. Kolunu bırakmıyordu.
Orhan’ın
gevşediğini gördü. Dalga geçmediğini anlamıştı Orhan da. “Kusuruma bakma ya,
alıngan davrandım. Aslında kafamda başka bir şey vardı da senin dediklerin de
tam üstüne denk geliverince öyle dedim.”
“Neymiş
onlar? Sır mı yoksa?”
“Hadi gel
oturalım şuraya da sana çay ısmarlayayım, hem de anlatırım.” Diyerek bu sefer
Orhan Zafer’in kolundan çekerek yakındaki kahveye doğru yöneldiler.
“Abi bize
iki çay.” Dedikten sonra Orhan neden alındığını anlatmaya başladı.
“Arkadaş,
Marksizm, Leninizm, diyalektik materyalizm, proletarya falan kafam karışık
iyice. Yani babam küçük burjuvalığa mı özeniyor? Rezil olurum duyan olursa diye
korktum. Dalga geçmeye başlar tanıdıklar benimle. İşte bu yüzden senin dediğini
de o anlamda dalga geçiyorsun diye düşündüm. Aç tavuk kendini darı ambarında
görürmüş hikayesi baldırı çıplak işçi Almanya’da çalışıp gelecek ve fabrika
kurarak sınıf atlayacak der küçümser bazıları da….”
“Anlaşılan
sen oldukça dertlisin bu durumdan. Hele dur bakalım zamanı gelsin. Elbette
baban aptal biri değil hesabını kitabını yapar adımlarını öyle atar.
Araştırdığı bir şeyler vardır. Altından kalkamadığı bir işin altına girmeyi kim
ister? Sen diyene falan bakma bence bu konularda. Oğlum bu iş şakaya gelecek
bir şey değil. Gayet ciddi bir durum. Üretecek adam. Hem kendisi kazanacak hem
bölgesi kazanacak hem de o kadar kişiye ekmek kapısı olacak. Buralarda bir iş
bulabilseydi ta Almanya’lara gitmeyi kim ister, çorundan çocuğundan sıcacık
evinden ayrılmayı kim ister. Çaresizdi demek ki adam. Çoluk çocuk istikbali
dedi kararını verip her şeyi göze alıp gitti. Kötü mü oldu sence. Bak ne kadar
rahat okuyabiliyorsun. Her ihtiyacını karşılayabiliyor adam. Eli öpülesi adam
ya, sen neden alınganlık yapıyorsun?”
Fikri
tamamen değişen Orhan, iki çay daha söyleyip şakalaşmaya başladı. Bir anda
değişmişti. “Söz sana be, öyle olursa birlikte başlarız bu işe. Olur değil mi?”
dedi aceleyle çayını yudumladı.
Görsel: Google Görseller
Ne güzel anlatmışsınız geçmişte ve günümüzde yaşananları acı vatan Almanya'ya dair. Okudukça gurbette şekillenen iç anadolu mozaiğinin acılarını ve kaygılarını hissettim. Ardından ülke gencimin siyasi oluşumlarının fikirsel sancılarını.
YanıtlaSilTeşekkür ederim. Bebekliğini hatırlayan yoktur hiç, neredeyse bizim toplumumuz da öyle, yalnızca yaşayanlar hatırlıyor çok şeyi, acısıyla ve tatlısıyla maalesef. Toplum bilincimiz yerlerde sürünür halde adeta.
Sil