Kader
Attila İlhan’ın
- "Defterler 6 - Ulusal Kültür Savaşı" ( Özgür Yay-1986) kitabını okumaya başladım. Atila İlhan’ın
1982-85 yılları arasındaki köşe yazılarından derlenerek, genel olarak “Türk
Aydını, Çağdaşlaşma ve Batı kültürü, Laiklik, Türkiye’nin uluslaşması gibi
konulardaki yazılarından oluşmuş.
İlk başlarda
üstünkörü okumaya başladım. Ancak ilerledikçe yazılar tanıdık gelmeye başladı. Hafızam
“Bildik, tanıdık bu yazılar, geç geç” diyordu bana. Doğruydu hafızamın dediği. Yazılar
genellikle tanıdıktılar çünkü genellikle her gün olmasa bile haftada en az üç
veya dört yazısını okurdum köşesinden.
Birkaç gündür
yazmak istediğim belli konular vardı kafamın içinde dolanıp duran ama bir türlü
karar veremiyordum hangisini yazayım diye. Özellikle Türklerin beylik
dönemlerindeki durumları ve Müslümanlığa geçişlerinden sonraki zamanlar
arasındaki farklarla ve o farkların yaşamlarını nasıl etkilediğiyle ilgili
ağırlıklıydı yazma düşüncem. Daha sonra fikir değiştirip Osmanlı dönemlerindeki
adımları ve çaresizlikleri yazmayı düşünmeye başladım derken “Gelişmişlik ve
gelişmeye doğru giden adımlar” diye bir başlık koydum kafamda.
En sonunda
baktım konular oldukça ağır kaçacak, her ne kadar okuduğum kitap ve diğer
kaynaklar elimin altında olsalar da okurken not almamıştım çoğunda. Şimdi tekrar
okumaya başlayıp yazmak istediğim konu ile ilgili notlar çıkarmam gerekli,
üşendim doğrusu. Ayrıca teorik kaçacak. Kimseyi de boğmak istemedim. Zaten yıllarca
ders kitaplarında yalan yanlış okumadık mı bazılarını. “tarih” denildi mi
herkesin kafasında “boş ver” geçiveriyor zaten.
Ben de baktım
yukarıda bahsi geçen kitapta zaten Usta Atila İlhan en ince ayrıntılarla
anlatmış, yazmış zaten o yıllarda. Onun yazdıklarının üstüne daha başka bir şey
söyleyebilmek oldukça zor ve çok ciddi bir araştırma gerek. Aynı paralelde
olacağı düşüncesiyle “kader” konusuyla ilgili yazmaya karar verdim ben de.
“Kader”
kelimesinin veya kavramın sözlük anlamına falan girmek istemeden direk olarak
düşündüklerimi yazmaya çalışacağım basit olarak. “kader” kelimesinin Müslümanlık inancıyla da
ilgisi var. Her şeyin, iyi ya da kötü olarak başımıza ne geliyorsa veya gelirse
kaderimizde yazılı olduğuna ve Tanrı’dan geldiğine inanılır.
Yani, ben
havaya bakarak yürürken bir elektrik direğine çarpıp kafamı kırsam bu kader mi
demeliyim? Öğrenciysem, derslere çalışmayıp sınıfta kaldığımda adına kader mi diyeceğiz?
Elli yıldır düşündüğüm konular var örneğin “Kader” de bunlardan birisi. 50
yılın sonunda artık kaderci olmadığıma karar verdim gönül rahatlığıyla. Kadere de
inanmıyorum üstelik inandığım: herkes kendi kaderini kendisi yaratır verdiği
kararlarla. Yanlış düşünüp, eksik bilgiyle karar verip adım atarsa sonuç
olumsuzdur ve üzülürsün. Tutarsa sevinirsin. Bu kadar basitmiş.
Neden 50 yıl
sürdü bu sonuca varmam? Çünkü çocukluktan kadere inandırıldık sorgusuz sualsiz.
Bilincinde olmadan kabul ettiğimiz veya kabul ettirildiğimiz bir kavramdı. İlk zamanlarda
korkup üstüne gitmeye, sorgulamaya çekindim, çarpılıp bir yerim yamulur diye. En
sonunda göze aldım yamulmayı.
Atila İlhan’ın
yazılarıyla bağlantı kurmak için Osmanlı, Ümmet toplumu, Ümmetçilik, gibi
kavramlarla haşır neşirlik içinde olan
bir toplum yapısından gelindiği için her ne kadar Türkiye Cumhuriyeti 100 yıl
içinde olsa da öyle kolay yenilip yutulan şeyler olmadığını gördüm kültür
meselesinin. İçinde bulunduğumuz toplumsal yapı da bu durumu çook net açıklıyor
zaten.
Cumhuriyet yaşamımızda
100 yılın içinde olsak da kulluktan bir türlü çıkamadık. İşin en ilginç
olanıysa Atatürk’ten başka çıkabilen de yokmuş ne yazık ki. Atatürk’ün yaptığı
ve yapmaya çalıştığı şeylerin çoğunluğu kendi kafasından uydurduğu şeyler
olmayıp, değişik zamanlarda Osmanlı ve daha öncelerinden denenmiş olan şeyler
olduğunu öğrendiğimde şaşırmadım diyemem. Ancak bir türlü becerememişler. Çünkü
ne cesaretleri olmuş ne de yaptıklarının arkasında duracak inançları. Örneğin Türkçe’
ye geçiş çabası. Denenmiş ancak başarılamamış. İlk mektep düzeyinde okullar
açılmış, bu durum bile Osmanlı’yı en az elli yıl ayakta tutmaya yaramış.
Sözü fazla
uzatmadan, Atatürk’ün en önemli farkı, geçmişi çok iyi analiz etmiş. Dünyadaki sosyal
ve kültürel gelişmeleri takip etmiş öğrencilik yıllarından beri ve içinde
bulunduğu koşulları da dikkate alarak ince eleyip sık dokuyarak kararlar alıp
cesaretle arkalarında durup uygulamış. Yapayalnız yapmış her şeyi. Adım atmazdan
önce hesapları yaparak gerektiği yerde adım adım açıklamalarıyla anlatmaktan
bıkmamış.
Harf devrimi
de böyle bir hesap ve çabanın ürünü. Çevresine sormuş “ne kadar süre gerekli?”
diye. Farklı elçilerden gelen raporlarda dâhil en erken beş yıl en fazla on beş
yıl demişler. Kendisine bu durum söylenince “üç ayda oldu oldu yoksa olmaz bu
iş” diyerek adım atmış ve gerçekten üç ayda canla başla uğraşarak yeni alfabeyi
yaşama sokmuşlar. Günlük tüm yazışmalar, gazeteler de dâhil yeni harflerle
yazılmaya başlanmış.
Asıl meseleyse
Atatürk’ü anlayan bir kişi dahi olmaması. Atatürk gibi düşünebilen bir kişinin
dahi olmaması. Atatürk’ün yanındakiler
yalnızca denileni yapmışlar. Sonraki zamanlar da zaten bu durumu açıkça
gösteriyor. Atatürk 57 yaşında göçüp gitmesine rağmen en azından 40-45 yılını
okuyup, öğrenmiş ve düşünmüş. Durup bıkmadan yapmış bu işi. Öyle birkaç kitap
okumayla değil. İşte bu yüzden biz tekrar 1700’lü yıllarda yaşıyoruz hala ve
daha ilerisine geçebilecek ne bilgi birikimimiz var toplum olarak ne de
durumumuzun farkındayız.
Atatürk’ün
aldığı tüm kararlar geçmişindeki 500 hatta 1000 yılı çok iyi irdeleyip
özümsemesinden kaynaklıdır. Eğer önündeki 100 yılı görebildiyse bilgi
birikimine bağlıdır. Türkiye’nin Atatürk’ün daha o zamanki düşünce seviyesine
gelebilmesi için 200 yılı gereklidir, o da sağlam basarak adım atmasına
bağlıdır. Şu anki görünen durumdaysa bütün fay hatları harekete geçmiş
durumdadır. Millet, birey, ulus olabilmenin çok gerisinde olan bir ümmet
toplumundayız. Aydın ve entellektüellerimiz ise kendi içlerinde binbir
çıkmazdalar. Bu yapı bizi fazla taşıyamaz. Bırakın çağı yakalamayı, kuantum
çağına ulaşmayı ayakta kalabilmek bile oldukça risklidir. Çünkü artık bilgi
çağındayız ve bilgi bakımından zayıf olanlar ayak uyduramayıp silinmeye mahkûmdurlar.
Geçmişteki söz konusu on altı devlet de aynı nedenlerle tarihin tozlu
raflarında durmaktadır. Çoğunu da yalnızca tarihçiler ve tarihi sayfalar
biliyor zaten.
Biliyor
musunuz, Çin yapay Ay yarattıktan sonra Yapay güneş yaratma deneyini başarıyla
sonuçlandırmış öğrendiğime göre ve gelecekte Güneş’ten sağladığımız ısı ve
ışığı sağlayacak. Hem de bedavaya. Çok
komik değil mi? 20.11.18-
Halil Gönül
atilla ilhan çok severim bir dolu kitabını okudum. ülkemizin en iyi aydını o. ben de bir gaste yazıları toplamını okuduydum. cumhuriyet gastesi idi sanırım. daha çok politik yazıları vardı. bi dee tarih :)
YanıtlaSildeeptone,
Silevet bahsettiğiniz kitap, özellikle isim vermek istemedim ben yazıda.aslına bakılırsa her şey göz baka baka geldi. 1950 yıllarında Orhan Veli'nin şikayetleri ve rahatsızlıkları, Atila ilhan ve daha onlarcasının uyarıları hiç de dikkate alınıp değerlendirilmedi. Bile bile lades bizimkisi. :)
Olduğu kadardır.
YanıtlaSilOlmadığı Kaderdir.
Olmuyorsa kederdir.
Oluyorsa kafidir.
sibel özer,
Sil:)) çok teşekkür ederim bu keyifli dörtlük için. Başka söze gerek bırakmıyor bu dörtlük. Cehaletime verin, kimin bu şiir? hakikaten çok etkilendim ve çok hoşuma gitti. Ben hiciv olarak değerlendirdim ve gülümsedim buruk buruk. :)
Ben de kadar kavramını çok sorgularım beynimde.. Bana biraz kolaycılık gibi geliyor.. Kader deyip çıkıveriyor bazen insan çıkamadığı işin içinden... Sonuçta yapıp ettiklerimizden dolayı sorguya çekileceksek mahşerde, her şeye kader deyip çıkamayız işin içinden... İnsan aklıyla üstün bir varlık.. Halil Bey sayenizde yine kurcaladım beynimi.. Ama fikirler paylaşıldıkça ışıklar açılır önümüzde.. Çok teşekkür ederim bu yazınız için.. Atatürk de zekasına hayran kaldığımız bir lider. Durumları iyi analiz etmiş yolumuzu buna göre çizmiş.. İşte insana düşen bu..
YanıtlaSilEn Nefis Tariflerim,
SilHaklısınız, kolaycılık kader deyip geçmek. ancak kaderciliğin altında yatan asıl neden de cahillik zaten bana göre. Bilmeden teslim olmak her şeye. dolayısıyla üstünden yükü atmak.Sorgulamak ve analiz, akılcı bir değerlendirmeyle olayların neden sonuç bağıntısını bulup ona göre kararlar almak doğru olan. :)
Çin, bence yeniden suyu yarasın. Gelecek savaşları su, enerji ve gıda üzerinden yapılacak.
YanıtlaSilbahce perim,
Silbelki gözlerinden kaçmıştır, söyleyivereyim bari ama bence söz konusu sorunlar vasat insanların sorunları olacak, kalburüstülerin olmayacak. :)
kadere çoğunlukla sığınmadım.ama tüm hayatım ciddi tırmalamayla geçtiği ve bazı konularda tüm performansıma rağmen sonuç alamadığım bir durumda bir kere ağzımdan çıktı.akıl gücümün ermediği noktadır ve yapacak bişeyim kalmamıştır.kader değildir aslında seçimdir.beceri yetmiyorsa kader olur.bu benim tespitim değil tabiki gözlemim.gücünüzün bittiği noktaya kader mührü basmak !
YanıtlaSilAlanay yıldırım, merhaba. çocukken bir kaderim vardı belki ama yetişkin olunca kaderimi kendi kararlarımla yazdığımı fark ettiğimde de omuzlarımı daha geniş tuttum taşıyabilmek için.
Sil