İlk kez dikkatini çekmişti Zafer'in o
sabah gördükleri. Hoşuna gittiği için genellikle sabahları erken kalkmaya gayret
etmeye başlamıştı. Yaz ortalarında bir alacakaranlıktı. Daha güneş
görünmüyordu, insanlar kalabalıklaşıyordu gitgide ve bayram yerine dönmüştü
adeta ortalık. Konuşmalardan kolay anlaşılıyordu nereye gidecekleri, kimin
işine gidecekleri.
Sigarasını
yakıp seyretmeye başladı kalabalığı. Bir taraftan da kuş sesleri geliyordu
ağaçlardan. Bazen kuş sesleri bazen de kalabalığın sesleri bastırıyordu bir
birinin seslerini. Yarışıyordu insanlarla kuşlar sanki.
Traktörle
veya kamyonetlerle gelen arazi sahiplerine kaç kişi istediyse o kadar kişi
ayrılıyor dayıbaşı tarafından ve biniyordu herkes sevinçle. Bir günü daha
kurtardıklarından seviniyorlardı. Genellikle ilkbahardan itibaren neredeyse son
baharın sonlarına kadar hemen hemen yevmiye işi bulunabildiğinden yılın en
hareketli ve sevinçli ayları olarak geçiyordu bu mevsimler.
Gözlerinin
önünde canlanıyordu her şey, capcanlıydılar tıpkı o günkü gibi anıları. İç
çekti bir süre ağlamaklı haline şaşırdı. İşsizliğin ne kadar kötü bir durum
olduğunu eskilerden pek anlayabilmiş değildi. Boş kalmanın da ne olduğunu pek
bilmezdi. Hiç boşluk olmamıştı o zamanlara kadar hayatında. Hep bir uğraşısı
oluyordu. Bazen gün yetmezdi de 36 saate çıkarsınlar ne iyi olur diye düşünürdü
de gülümseme otururdu dudaklarına.
İnsanın bir
amacı, gayesi olmalıydı. Aksi halde günler geçmek bilmiyordu. Ölüm hep yanı
başında dolanıyormuş gibi hissediyordu bazen. Hiçbir amacı kalmamıştı. Sabah,
akşam hiçbir şekilde birbirinden ayırt edilemez hale gelmişti zafer için.
En kötüsünün
de canlı cenaze gibi dolaşmak olduğunu yakından görmüştü kendi yaşamında. Adeta
yoruluyordu sırtında kendi cansız bedenini taşımaktan. Bacakları isyan ederdi
genellikle ama ısrarla hareket etmeye çalışırdı diriliğini hissetmek için.
Bir süre
kulak kabarttı kuş sesi duymak için ama nafile hiçbir kuş sesi gelmiyordu
kulaklarına. Kalbinin sesi geliyordu cılız cılız. Onun da neşesi yoktu
anlaşılan. Neşesi olduğunda güm güm ses çıkardığı olurdu.
Amaleler
dağıldığında kuşlarda sesini keserdi, dikkatinden kaçmamıştı. O zaman da
amaleler dağıldığında kulak vermişti de tek tük uzaklardan duyulmuştu kuş
sesleri.
Kendisine
amaç edinmek için oldukça fazla düşünüyordu ama bir türlü bulamıyordu. Ne
yapmalıydı da yarına ulaşmak için gayretli olmalıydı? Elinde avucunda kırmızı
ayakkabılı kadının verdiği defter ve kalem vardı ve az-öz yazmaya çalıştığı
olurdu genellikle. İş edinmişti kendisine yazmayı. Çok yazmıyordu özellikle,
hemen bitsin istemiyordu defteri ve kalemi. Elindeki tek umudu da kaybolup
gitsin istemiyordu.
Hayatta en
çok istediği; yarın yapacağı bir işi olması ve üzerinde çalışmasıydı. Gözlerine
uyku girmezdi sabaha kadar heyecandan. Uzun yıllar olmuştu iş derdine
düşemeyeli. Ayakta kalma savaşı çetindi kendisi için ama tam olarak da zaferi
kazanmış saymıyordu kendini Zafer. Kazanmalıydı bu savaşı da. Ne savaşlar
görmüştü. Her seferinde yara bere içinde de olsa kazandığını düşünmüştü. Artık
o gücü bulamadığına inanmaya başlamıştı.
Arada bir
umuda bağlanıyor ancak aklını çelemiyordu. Aklı olmaz diye diretiyordu. Aslı
astarı olmayan şeylere inanmam ben, sonra daha fazla hayal kırıklığı yaşıyorum
derdi. Zafer aklına inat devam ederdi kandırmaca oynamaya. Birkaç gün devam
eder sonra da bir çöküntü daha yaşayınca kabul ederdi aklının dediklerini.
Son
zamanlarda memleketin halini düşünüp devrim yapmayı düşündükçe umutları artıyor
neşesi yerine geliyordu. Neden olmasın? Diye aklına itiraz ediyor adeta aklıyla
kavga ediyordu. Aklına göre yapamazdı Zafer devrim mevrim. Kendine bakacak hali
yok memleket kurtarmaya kalkıyordu aklına göre. Önce kendini kurtarmalıydı
zafer, memleketten önce. Memleketi kurtaran çok olurdu ama kendini kendinden
başka kurtaracak yoktu.
Olsun,
diyordu umutlarını taze tutmak için. O kadar evsiz barksız vardı sokaklarda,
toplardı hepsini. İşsiz güçsüzleri de toplardı bir güzel. Ellerine birer
dilekçe tutuşturur salardı adliye sarayına; adalet istiyorum diye. İşsiz
güçsüzler de öyle; adliye sarayları felç olurdu dilekçelerle uğraşmaktan.
Hepsini de toplayıp içeri tıkacak halleri yok ya! İsterse atsınlar, sokaktan
daha lüks bir yaşamları olurdu hiç olmazsa. Üç öğün yemek, iyi kötü elbise.
Dışarıda doğru dürüst lokma bulamadığı zamanlar çok olurdu. Hele de kış
bastırmaya başladı mı seyreyle hıdıdığı. Dişleri şakır şakır öterdi. Diş
konçertosu dinlerlerdi adeta.
Olur, olur
bu devrim işi. En iyisi bunun üzerinde çalışayım diye heveslenmeye başladı
Zafer. İşte kendisine umut. Bulmuştu nihayet bir amaç. Kendisi için bir şey
istediği yoktu ama olsun kendisine de faydası olurdu devrimin mutlaka.
Eee! Devrim
yapınca ne olacak? Yine boş kalacak, boşta kalacak. Umutları tükenecek. En
iyisi devrimi hemen yapmayıp üzerinde iğneden ipliğe iyice düşünmek ve hataya
yer bırakmamak.
Dünya
masmavi oluverdi birden, kurduğu hayallerin eşliğinde bulutlar dans ediyordular
tepesindeki yıldızlarla birlikte. El salladı her birisine.
Emeğinize sağlık, çok güzel bir yazı.
YanıtlaSilTeşekkür ederim. :)
Sil