Aydın Türleri
Bizde batılılaşma hastalığı
Osmanlı’nın ortalarından itibaren başlıyor, hatta daha öncelerinde de ufak
denemeler var aslında.. Hani o Tanzimat dönemlerindeki tercüme büroları
vasıtasıyla özellikle Fransızca’dan tercüme edilen eserler dönemi var ya. Kendi
dilini doğru dürüst anlayamayan bir entel zümrenin halkı aydınlatmak için
düşünülen kıymetli çalışmalar. Ancak, ne ilginçtir ki aynı dönemde neredeyse
halkın tamamı sarayın dilini bilmiyor ve aynı dilden konuşmuyor, okuma yazma
derseniz yok denecek kadar az. Ve bu aydınların Osmanlı’yı getirdikleri yer.
Küçümsemiyorum, gelecek açısından çok şey yaptılar elbette. Türkiye
Cumhuriyeti’nin tohumlarını attılar.
Sırf
mübalağa olsun diye bizim aydınları üçe ayıracağım. Birinci tür aydınlar:
okuduğunu anlayan, kopya çekmeyen, analiz edebilen ve sade vatandaşa
anlatabilen, sade vatandaşın anlayacağı dile indirgeyebilen ve vatandaştan
korkmayıp arasında barınabilenler olarak kabaca değerlendiriyorum.
İkinci tür
aydınlar: okuduğunu kısmen anlayabilen, satır aralarını da okumayı beceren
arada bir başına yıldız düşmüşçesine parıl parıl parlayan, kâh vatandaş
arasında kâh Kaf dağında olan, vatandaşı keriz yerine koyan, bir türlü kendinin
anlaşılmadığını, vatandaşın anlayamadığını düşünen aydınlardır.
Gelelim
üçüncü tür aydınlara: bunlar tam anlamıyla satır aralarını okuyabilirler,
kendilerinden başka aydınlara burunlarından kıl aldırmazlar, Kaf dağından kat
be kat yükseklerdedirler adeta uçarlar ancak kanatları olmadan uçma becerisini
anlayamadım henüz. Halk sineklere benzer gözlerinde, uzak durulmalıdır, her an
bir mikrop bulaştırabilirler kendilerine. Steril bir kavanoz içindedirler,
dışarıdan seyredildiğinde pek de alımlıdırlar. Her şeyi bilirler, kimseye
anlatmaya ihtiyaç hissetmezler. Kendi kendilerini tatminle meşguldürler. Göz
baka baka mastürbasyondur işleri güçleri.
Siz
isterseniz başka türlü değerlendirebilir, başka türlü sınıflayabilirsiniz.
Hiçbir diyeceğim yoktur. Ben mi? Sadece sade bir vatandaşım. Hakikaten yerli
yazarlardan okumak insanı hem bilgilendiriyor hem de memleket havası teneffüs
ettiriyor. Bütün bunları yazdıran şu an okumakta olduğum Reşat Nuri Güntekin’in
“Anadolu Notları 1-2” dir. Sayesinde geç olsa da memleketi dolaşıyorum. Tarihler olarak 1935-39’lu yılların Anadolu
manzarası adeta. İnsanlar, yerler, sosyal, siyasal yaşam… Ne ararsan var hikâyelerde.
İşin tuhafı bazıları çok aşina bana o kadar tanıdıklar ki neredeyse yaşamımdan
kesitler denilebilecek kadar hissettiriyorlar kendilerini.
25.11.18- Halil Gönül
Başlangıca Dön... 1.
Görsel: Google Görseller
25.11.18- Halil Gönül
Başlangıca Dön... 1.
Reşat Nuri muhteşem bir kalemdir. Kitaplara az da olsa ilgisi olan herkesin okuması gereken bir yazardır bence. Aydın meselesine gelince gerçek aydın milletinin değerlerine sahip çıkan, fikirleriyle milletini çıkmaza değil aydınlığa çıkaran kimsedir. Yazınız için teşekkürler. Blogunuzu takibe aldım. Sizi de bloguma beklerim. Başarılar :)
YanıtlaSilhttps://aylakeditor.blogspot.com/
Teşekkür ederim, çok güzel özetlemişsiniz. :)
SilGünümüzde ise halktan ne kadar koparsan o kadar aydınsın düşüncesi gelişti. Halk da bir o kadar cahilleşti, sınıfsal fark oluştu. Halkı bilinçlendirmeye, eğitmeye, aydınları da halkı tanımaları için yönlendirmeye ihtiyacımız var.
YanıtlaSilBahsettiğiniz uçurum kapanmadığı sürece toplumların ayakta kalması çok zorlaşıyor; tarihte örnekleri dopdolu.
Sil