Hazan Mevsimi
Zafer
çocukluktan beri sevmez hazan mevsimini. İçini hüzünlü bir duygu bulutu
kaplardı. Çocukluğunda pek düşündüğünü hatırlayamıyor ama yetişkinliğinde ve
gençliğinde oldukça düşündüğü zamanlar olmuştu.
Gençliği de
yalnızlık ve yoksulluklarla doluydu ama şikâyete yer yoktu hayatında; bir
şekilde atlatırdı sıkıntıları. Hazan mevsiminde hafif serinlikle başlar ilk
günlerinde. Bu serinlik yazdan gelen bıktırıcı ve kavurucu sıcaklığın
etkisinden olsa gerek ama bir süre daha geçip havalar iyice soğumaya
başladığında ısınma sorunu hemen kendini gösterirdi.
Isınma
demek, kılık kıyafet demekti, yakacak odun, kömür demekti. Sokakta kalındığı
sürede kılık kıyafetten başka bir şeye çok fazla ihtiyaç yoktu. Bir sürü çöp
kâğıt bulunduğundan kolaylıkla elde edilebildiği için kolektif çalışırlardı
sokak arkadaşlarıyla. Neşeli geçen geceleri bile olurdu arada bir. Özellikle
karınları tok ve meydan ateşleri alev alev ise keyifleri yerinde demekti.
Hazan
mevsiminin başlangıcında içini kaplayan hüzün bulutları bazen yağmura dönüşür
bazen dolu olur yağardı adeta. Böyle zamanlarda içi tir tir titrer ve kendisini
okyanusun derinliklerinde hissederken nefes almak için arada bir su yüzüne
çıkma zorunluluğu hissettiğindeyse isyanı başlardı. Çünkü suyun derinliklerine
uyum sağlamış durumda olurdu ama dışarıya çıktığında nefes almak için her
seferinde yeniden dünyaya gelmiş gibi hissederdi ve kendisini yorgun ve bitkin
hissetmesi Zafer’i daha fazla üşütürdü.
Hazan
mevsimi durumu iyi olanlar yani barınacak bir evi, yiyecek ve giyecek bir
şeyleri olanlar, yakacak odun veya kömürü olanlar için keyifli geçer. Hatta
romantik bir mevsimdir. Doğa ana allanıp pullanmıştır saç toka ve bağlarını
çözmüş salmıştır olanca haliyle ve doğa ananın tüm vücudunu kaplar salınmış
renkli saçları.
O saçlar
öyle saçlardır ki, renklerin bin bir tonu vardır üzerinde, hayran bırakır
görenleri kendisine. Havayı koklayıp derin derin nefeslerle içine doldurmak
özgürlük hissettirir bazılarına. Âşıkların buluşma noktaları vardır doğa ananın
kucağında bir yerlerde, bazen bir bank, bazen ulu bir ağaç dibidir. Ulu
ağaçların yaprakları renklenmiş halleriyle uçuşurken havada dans ederek,
insanın gözleri kamaşır. Seyretmeden kendini alamaz.
Şarkılar
bile yazılmıştır hazan mevsimine dair. İnsanların duyguları değişir farkında
olanlar vardır olmayanlarda. Bir şekilde etkilenir insanlar hazan mevsiminden.
Doğa ana yeni bir yaşama başlamak için acele etmez, hazırlığı uzun sürer. Doğa
ana işini iyi bilir her zaman ve acele etmez adımlarında. Hazanın sonu kıştır.
Kış ise baharın özlemiyle yanar tutuşur. Bahar ayları doğa ananın saçlarını
yeniden örüp çiçekten taçlar takmaya başladığı zamanlardır.
Her zaman
bahar olsaydı ne iyi olurdu diye iç geçirdi zafer. Hiçbir sıkıntısı olmazdı, ne
yiyecek ne de giyecek derdi olurdu. Geceleri de gökyüzündeki yıldızlarla
arkadaşlık eder dertleşirdi. Sanki hiç bitmeyecekmiş gibi gelir ilk zamanlarda
ama bir gün gelip hazan mevsiminin geleceğini düşündüğündeyse tüm neşesi birden
sönüverir balon gibi.
Ne garip,
insanlarında hazan mevsimleri oluyor, bahar aylarını yaşayıp hazana doğru yol
aldıklarında üzerlerine çöken yağmur yüklü bulutlar yeniden yeşillendirmek için
yağarlar ama insanlar tekrar yeşillenemezler. Sonları kışa yaklaşmaktır,
kurtuluşları yoktur. Kış bitkinlik, yokluk demektir adeta. Her şey tüketilmeye
başlar günü geldiğinde kendinin de tükendiğini hissetmek oldukça hüzünlüdür.
Zafer’in
umutları hazanlarda daha da dibe vururlar. Umutsuzluğuyla mı boğuşsun doğa
şartlarının getirdiği zorluklarla mı? Bazen boş verip her şeyi bırakır kendi
haline. Bazen bu kendi halindelik çok sıkıcı ve bıktırıcı olur böyle durumlarda
sağa sola sataşmaya başlar dikkatini başka yöne çekmek için. Böyle zamanlarında
içeriye atılmak istediği zamanlar olur bazen hedefine ulaştığı olmuştur. Ne
yazık ki kısa sürer o rahatlık. Özgürlük pek de anlamlı değildir kendisi için.
Neyin özgürlüğü? Karın aç olunca özgürlük karın doyurmuyordu ki. Karın
doyurabilmek için kırk takla attıkları olmuştu arkadaşlarıyla. En sonunda fırın
bile delmişlerdi ilk sokak yıllarında.
bugün ailesini çağırdığım bir öğrencimin annesi geldi."hocanım osman için çağırmışsınız ne oldu ?" dedi.osman hiçbirşey yapmıyor,onca konuşma çaba boş,geri dönüş alamıyorum ,notlarıda sıkıntılı bunun için çağırdım deyince kadıncağız gözyaşlarına boğuldu.3 ay önce kocasını içeri almışlar.çaresiz ve çok sıkıntılıyız dedi.dün yağ bitti evde yemek yapacak malzeme yok hocam dedi.osmanda yağ gibi bitiyor hocanım deyince bendeki pinpon topu yerinden oynadı.yarabbi çaresizlik ne acı.zafer gibi osman gibi niceleri var.kimini biliyoruz kimini hiç tanımıyoruz.bilmek lazım,el uzatmak lazım.bu boğazımdaki yumruyla gezmeye razıyım yeterki ellerimiz hep uzanabilsin...
YanıtlaSilÜzgünüm, elbette üzülmek hiç bir şeye faydalı olmuyor. ancak yaşayan bilitor derdini, duygular anlatılamıyor ki; dil dönmüyor, kelimeler yetmiyor. Osman'ın yarasını sarmak mümkün değil ancak kısmen hafifletilebilir belki ama ömrü boyunca hatırlayacağı bir iz kalacak. Kolaylıklar dilerim.
YanıtlaSilHer olumsuzluğun sonucunda ferahlık vardır derler...Allah kimseyi ne aç bıraksın ne de özgürlüğünü alsın elinden..
YanıtlaSilZaten mevsimler bile böyle bir döngü içinde yaz-kış-yaz-kış....
Evet, değil mi!
Sildin mitoloji tarih. derin konular. bu kapsamda eric hobswam, eduardo galeano, süper iyi iki yazar. bir de insan nasıl insan oldu, iliç/segal. bunlar tarihte çok iyiler. din konusunda kitap çok tabii. mitoloji benim de çok sevdiğim konu. mitoloji deyince önce azra erhat var. sözlüğü. herodot tarihi çok çok iyi kitap. ilyada odise de zaten. joseph campbell. muazzez ilmiye çığ. ovidius, vergilius. bunlar temel danışma kitapları :)
YanıtlaSilTeşekkür ederim, nazik önerileriniz için. Şaşırmadım dersem yalan olur. Hepsinden de okudum diyebilirim, Azra Erhat'ı öncelerden biliyorum. Önceden destanlar ilgimi çekmezdi, masal gibi gelirdi ama simge, mitler konusunda bilgilenince destan aramaya başladım. İlyada, osesiya, gılgamış'ı sonradan tekrar okuyunca hayranlığım arttı. Şunu rahatlıkla söyleyebiliyorum artık kendime: "Ben bu işi çözdüm. kafamda hiç bir kuşku kalmadı" Bütünü bakımından her şey masal gibi geliyor artık, kuşbakışı bakınca. :)
Sil:) tarih mitoloji masal zaten :)
SilDeğil mi! :)
Silbi deee, john freely, at üstünde fırtına (anadolu selçukluları) :)
YanıtlaSilbakın bu kitanba gözüm ilişmemişti, başka bir yazara ait Selçuklularla ilgili bir kitap var ama listemde. Tekrar çok çooooook teşekkür ederim. :
Sildin konusunda okuduğum üç önemli kitap var. biri, marifetname, bikaç cilt, ikincisi, kalplerin azığı, dört cilt. bir kitap daha var, o da eskilerden, kırmızı kapaklı, adını hatırlayınca sölerim :) bir dee, edith hamliton,mitoloji.
YanıtlaSilBunları okumadım. Benim cevap bulmaya çalıştığım soru: "Din olgusu nasıl ortaya çıkmış?" sorusuydu ve cevaplandı artık. Biraz kafamı toparlarsam ileride kısa bir yazı yazmayı düşünebilirim havaya göre. :)
SilTeşekkür ederim tekrar. Hem sizin uykunuz gelmedi mi daha, yarın iş günü. :)
geldii, dizi izliyodum, bilimkurgu, yatcam şimdi, iyi geceler :) din olgusu nasıl ortaya çıktı? zor soru tabi. genelde iki bakış açısı var yani. biri, ilahi olan, tartışılmaz olan yani. diğeri de evrimsel olan. dinin düzen kurmak için ortaya çıkarılmış olması. biri uhrevi diğeri insan eseri. bu tartışma bitmez :)
Silevrimsel olan yanıyla ilgilendim ben. amacım tartışmak değil, kendi cevaplarımı bulmaktı sadece. Kimsenin işine karışmak gibi bir niyetim yol elbette. :)
Silİyi geceler. :)
yaaa sizi kast etmedim kii, inançsal olanla evrimsel olan arasındaki tartışma bitmez yaniiii :) iyi geceleer :)
SilÜzülmeyin, kast ettiğinizi düşünmedim zaten ancak ben başka kimseyle tartışmayı düşünmediğimi anlatmaya çalıştım ancak sizinle rahatlıkla tartışabileceğimi düşünüyorum. Çünkü sizin yeterli olduğunuz kanaatindeyim. ancak oldukça uzun soluklu mesele. Anlatabildim sanırım. :) İyi geceler :)
Sil